TÜRKİYEYE TUZAK ! YAHUDİ CASUSU SUZY LİBERMAN- 2. BÖLÜM


18 Şubat 1912
Bugünün  şafağı söküyor. Tarihî  İstanbul Boğazı'na yaklaşıyoruz.
Karadeniz'den, Akdeniz'e geçmek üzereyiz. Saat dokuza doğru karalar gözükmeğe
başladı ve saat onda Boğaz'a girmek üzereyiz.
Karantina memurları bizi Boğaz'ın medhalinde karşıladı.
Gemi sarı bir bayrak çekmişti.  Şimdi Ruslar'ın Çarıgrat dedikleri meşhur
Konstantînipolos'un tarihi sularındayız. Durmadan geçeceğiz. Gemi  şehre
yaklaşırken herkes sağ tarafa üşüştü. Rabinoviç diyor ki:
"— Şu tepeyi görüyorsunuz. Orası  aşılmaz, geçilmez bir kartal yuvası idi.
Orası Türk Padişahı Abdülhamîd'in oturduğu yerdi. Arz Mev'ud'da bize yer ve hak
tanımayan,  ırkdaşlarımız bu sulardan geçerken onları memleketine kabul etmeyen,
mukaddes topraklara gitmemize izin vermeyen müstebid hükümdar. Onu kavmimiz
tahtından indirdi, intikamımızı aldı.
Tarihî  şehri geride bıraktık, Marmara Denizi'nde sefer ediyoruz. Gemimiz
erzak ve su almak için ancak iki saat limanda durdu.
Geceyi Marmara Denizi'nde  geçiriyoruz. Hava sâkinleşti. Geç vakit uykuya
daldık. Sabah olduğu zaman kendimizi sıcak denizde bulduk. Gemide yeknasak bir
hayat var. İştihamız fevkâlade, yiyip, içip neşe içinde vakit geçiriyoruz.
20 Şubat 1912
Beyrut limamndayız. Arkasını Lübnan dağlarına yaslamış olan bu  şehrin
uzaktan manzarası çok güzel. Kimseyi  şehre çıkarmadılar. Üç saat kadar limanda
kaldık ve akşam saat beşte hareketle cenuba doğru yol alıyoruz. Geçtiğimiz sahiller
çok tatlı. Karanlık basıncaya kadar etrafı seyrettik, yemek yedik ve yattık.
Rüyalarımızda hep büyük devletimizin hayalini, David saltanatım ve Salamon
ihtişamının yaldızlı günlerini düşündük.
Sanki koskoca bir denizde kaybolmuş gibiyiz. Gökyüzü ile denizden başka bir
şey göremiyoruz.  İçimizden taşan heyecan dalgalan, sabırsızlık duvarlarına çarpa,
çarpa varlığımızı  hırpaladı, geceyi zor geçidik ve sabahı dar ettik. Uykularımız
intizamını kaybetti.
22 Şubat 1912
46Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Şu, hayaliyle gençliğimizi doldurduğumuz, ruhlarımızla yaşattığımız  Karmel
Bağları, ta uzaklardan bize kucak açmış, bizi bağrına basacak gibi olanca azamet ve
heybetiyle karşımıza dikildi. Bir çok hikâyelerini ve efsanelerini dinlediğimiz Karmel...
Yeruşalemî, Akdeniz'in mavi sularından kıskanıyor ve goyimlerin nazarlarından
saklıyor gibi deryalara perde çekmiş yüce dağlar!.. Gemi süratie Hayfa limanına
yaklaşıyor. Saat tam on iki... Hayfa limanındayız.
Gemi uzakta demir attı. Bize daha evvel Hayfa'ya çıkacağımızı söylemişlerdi.
Gemi içinde bir hareket yok. Karantina memuru geldi, gitti. Vapurda hafif dedikodular
başladı. Türkler bizi karaya çıkarmayacaklar. Yaşlılar ve aklı erenler diyor ki:
"— Ne münasebet;  şimdi artık yahudi düşmanı Sultan Abdülhamid idare
başında değil... Uniyyon'e Progre (İttihat ve Terakki demek) partisi iş başında. Onlar
bize söz vermişler. Böyle kara düşüncelere kapılmağa lüzum yok."
Saat üçte, Vapura Hayfa hahamı riyasetinde bir heyet geldi, bizi selâmladılar
ve hepimize hediyeler getirdiler. Bol yiyecek de verdiler. Hayfa hahamı, gizlemeğe
muktedir olmadığı bir heyecanla ve yüksek bir sesle şunları söyledi:
Arz-ı Mev'ud'a hoş geldiniz! Atalar diyarındasınız. Birgün buraları yine
Davidin ve Salamonun göz kamaştırıcı ihtişamına kavuşacaktır. Sizler bu büyük
idealimizin müjdecileri ve öncülerisiniz. Yahova yardımcınız olsun!"
Sevinçten ağlayanlar, bayılanlar, vecd ve heyecan içinde kendinden geçenler!..
Ve derin bir ölüm sükûtu!.. Akşam nasıl oldu bilmiyoruz. Sahiller dindaş ve
ırkdaşlarımızla dolu!.. Akşam sekizde gemi demir aldı, ağır ağır cenuba doğru sü-
zülmeğe başladı. Kıyılardan çılgın sesler geliyor. Bir müddet sonra yine karanlıklara
gömüldük. Herkes güvertede. Gece geç vakitlere kadar vapurun muttarid sesi ve
denizin hafif dalgalı hışırtıları.
Şafak sökerken Yafa uzaktan, sislere bürünmüş, duvağını açmak istemeyen
nazlı bir gelin gibi yarı süzgün didarını göstermeğe başladı. Tam saat ikide liman
önündeyiz. Yafa oldukça büyük bir şehir!.. Kayıkçıları insanı hayrete düşürecek kadar
mesleklerinde maharet sahibi. Evvelâ ihtiyarlar ve çocuklar kayıklara bindirildi ve
sonra biz karaya çıktık. Yafa hahamı, yahudî cemaati ve Türk hükümetinin bir
mümessili, bizi karşılıyorlar. Yafa sanki bir mahşer yerine dönmüştü. Programlardan,
goyimlerden uzakta  İsraii'n topraklarında, Arz-ı Mev'ud'dayız. Yerlere kapanıp
toprağı öpenler, birbirlerinin boyunlarına sarılıp öpüşenler, ağlaşanlar, sevinçten
çılgına dönmüş insanlar.
Acaba biz, hakikaten büyük  İsrail Devleti'nin öncülerimiyiz? Bunu düşünmek
bile insanın aklını başından almağa kâfi!.. Kendimizi kaybetmiş, âdeta uyur gezer
insanlar gibiyiz. Kaba ve mutaassıb kendini beğenmiş Polonyalılarda, kaatil
Ruslar'dan  şimdi artık uzaklardayız. Kendi topraklarımızdayız. David'in yaşadığı,
Salamon'un saltanat sürdüğü diyardayız. Demek ki; rüyalarımız hakikat oluyor.
Hepimiz karaya çıktığımız vakit, bizi  Rocildler'imizin vekili  Vavzman karşıladı.
Cümlemize:
"— Hoş geldiniz!.." dedi ve Almanca olarak şunları ilâve etti:
47Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"—  Artık kendi evinizdesiniz. Irkımıza mahsus bir çalışkanlıkla buraları imar
edip cennete çevireceksiniz. Size her türlü yardım yapılacaktır. Buraları ecdadımıza
lâyık bir ümran ve medeniyete kavuşacaktır!"
* * *
Sıra sıra dizilmiş arabalar. Bizden evvel yerleşmiş yahudi köylülülerinin tekmil
vasıtaları şehrin kenarında bizleri bekliyordu. Daha evvelden hazırlanmış bir listeye
göre arabalara yerleştirildik. Bir ilkçağ kervanı gibi yola düzüldük. Led'den geçerek
geceyi yirmi kilometre kadar Yafa'dan uzakta. Ramla Kasabası'nda geçirdik. Burada
o gece için kiralanmış odalar ve çadırlarda sabahı ettik. Gece güzel yemekler ve
erken saatlerde yollara çıktık. Bize tahsis edilen Hudeyra Mevkiine gidiyoruz.
8
 Burası
gayet tatlı manzarası olan yeşilliklerle çevrilir bir yer...
Bu araziyi Roçild Araplar'dan satın almış. Bir ilkçağ kervanı gibi, neş ve saadet
içinde köye geldiğimiz vakit, bir zamanlar bu mukaddes topraklardan Bâbil'e
sürülmüş masum  İsrail oğulları sanki bir ba'sü badelmevt'e mazhar olarak kafile
halinde geri dönmüş gibi idik.
Roçild'in vekili Kudüs baş hahamı ve etraftan gelmiş bir çok  ırkdaşlarımızın hazır
bulunduğu bir törenle köyümüzün temellerini attık, dualar ettik, sevinç göz yaşları
döktük. Bu göz yaşları, sanki Yeruşalem'deki ağlama duvarlarında asırlarca
gözlerden boşanan matem nehirlerinin makûs ve mes'ud bir tecellisi idi. Çoluk, çocuk,
genç, ihtiyar hepimiz göz yaşları döküyor ve saadetten çılgına dönmüş bulunuyorduk. Roçild'in vekili Almanca olarak bize şu nutku çekti:
"İsrail oğullarının kahraman öncüleri!.. Aziz dindaşlarım ve ırkdaşlarım!.."
Asırlar boyu, Yahudi olmayan milletlerin zulüm ve işkenceleri altında
ezilmiş ve çok ıstırab çekmiş olan milletimiz, gayesine ağır fakat kat'î adımlarla
ilerliyor ve yaklaşıyor. Uğrunda üç bin seneden beri inatla savaştığımız mukaddes gayeye varmak üzere olduğumuza inanınız. Sizler, buraya Salamon ve
David saltanatının yeniden ihyası için geldiniz. Dünya'nın dört bucağında
bulunan ırkdaşlarımız da yakında hep burada toplanacak, hayallerimiz hakikat
olacak ve David'in  şanlı bayrağı, bu bize adanmış topraklarda tekrar
dalgalanacaktır.
Sîze kat'îyet ve emniyetle temin ederim kî ırkımız ve milletimiz en geç bîr
çeyrek asır içinde bu toprakların, bu ülkenin, hatta hatta Nil'den Fırat'a kadar
uzanan büyük İsrail Devletinin şanlı, şerefli sahibi olacaktır.
Irkımız; Allah'ın mümtaz millet olarak yarattığı kavmimizi, hâiz olduğu
üstün zekâ ve kıymetli vasıflar sayesinde gayesine çabuk ulaşacaktır.
Siz, burada, bu köyde büyük ve müstakbel  İsrail Devleti'nin temellerini
atıyorsunuz. Bu temellerin çok kuvvetli olması ve bu temeller üzerinde güçlü ve
azametli  İsrail Devleti'nin, çabuk kurulması için elinizden gelen gayreti
                                             
8
Bu isim; Talmut'taki Hodorâ'dan müştaktır. Farisiler için mukaddes ve mevhum bir topraktır.
Araplar bu ismi Hudeyra'ya çevirmişlerdir.
48Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
esirgemeyeceğinize eminim. Sizler burada birleşip kök tutuncaya kadar, bizler
ve yeryüzündeki ittihadımız ve teşkilâtımız elinden gelen her türlü yardımı
yapacaktır.
Gece, gündüz çalışınız, ekiniz, biçiniz, iktisat ediniz, zengin olunuz,
vazifesinizi yapınız. Gün yaklaşıyor, ufuklar ışıldıyor ortalık aydınlanıyor. Yarın
kopacak büyük bir fırtına
9
 goyimleri yere serecek, bitap düşürecek ve o zaman
hiç kimse, hiç bir kuvvet bizi yolumuzdan alıkoyamayacaktır. Buna inanınız,
azminize güveniniz ve bu hedefe sağlam ve cesur adımlarla ilerleyiniz.
Muhakkak muzaffer olacaksınız, mutlaka muzaffer olacağız!"
Göz yaşları ve ihtiyarların feryatları arasında dinlediğimiz bu hitabe bize, sanki
Salamon'un muhteşem mabedinde akisler yaratıyor, hissini vermekte idi. Varşova ve
Karakovi'den, bu mukaddes topraklara gelmek ve burada asırlarca milletimizin
gönlünde yaşattığı bir mefkureyi gerçekleştirmek ve Dünya tarihinde bu muhteşem
davanın öncüleri olmak ne büyük şerefti bize!.
Artık Viladimir'in mağrur aşkı, goyim asilzadelerinin alçak tahakkümü yerine,
İsrail'in hükmü yürüyecek,  İsrail'in sesi duyulacak! Bütün mîlletler yere serilecek,
onların dört ele sarıldıkları ahlâk kanunları paçavralaşacak, kitapları  yırtılıp çöp
sepetine atılacak. Bize  "Pis Yahudi"  diyenleri, biz öyle kirleteceğiz ki; öyle
pisleteceğiz ki, onlar kendilerinden tiksinecek, kendilerinden iğrenecekler... Polonyalı
mağrur asilzadeleri, Rus zadeganı  uşak gibi, köpekler gibi, esir gibi karşımızda el
pençe görmek ne büyük zevk, ne tatlı bîr hayal...
Pogromlar diyarı Rusya yıkılacak, onun imparatorundan, prenslerine,
beyzadelerine kadar bütün asillerin dilendiğini göreceğiz. Evet bizi bu mefkure ile
yetiştirdiler ve bu gaye için buralara getirdiler. Getirdiklerine pişman olmayacaklar,
onların, büyüklerimizin yüzlerini kara etmeyeceğiz.
Bütün Mart ayı gece gündüz faaliyette geçti. Çadırlardan yeni evlerimize
taşınıyoruz. Hemşehrimiz olan mimar Sar, Câuna'dan ve Yeruşâlemden gelen
mühendisler ve kadınlı erkekli, geceli gündüzlü çalışmamız sayesinde  şimdi  şirin,
zarif, lâtif bir köy ve mes'ud bir yuvanın sahibiyiz. Varşova ve rutubetli evleri yerine
şimdi aydınlık, güneşli ve müstakil bir evimiz var. Polonya'da, mağrur goyimlere on
paralık mal sarmak için loş ve tozlu dükkânlar yerine şimdi kır çeçekleriyle bezenmiş,
kuş sesleriyle tatlılaşmış, hür ve serazâd bağlarımız, bahçelerimiz, tarlalarımız var.
Bağ yetiştirmek  İçin asma fidanları ve ziraat memurları göndermişler. Ayrıca
bize badem ağacı fidanları da verdiler. Roçild'in Bankası, gelecek senelerin üzüm ve
badem mahsullerine mahsuben bize faizsiz  para ve avans verdi. Elimiz para,
gözümüz saadet gördü,  şevkimiz, gayretimiz cesaretimiz arttı. Mazi ne çabuk
unutuluyor. Şimdi artık biz; dünün karanlık ve acı günlerini değil, yarının vaadler dolu,
saadet dolu günlerini düşünüyoruz. Kalbimiz, ruhumuz, benliğimiz bu heyecanın
ateşiyle sarılı. Kimbilİr, belki birgün, belki pek yakında burada barbar Türk'ün bayrağı
inecek, yerine bizim; David'in bayrağı dalgalanacak. Asırlarca bu mukaddes yerlerde,
Arz-ı Mev'ud'da haksız yere hüküm süren vahşi Türk saltanatı  yıkılacak ve kızıl
sultanların evlâtları buralardan kovulacaktır!
                                             
9
Birinci Dünya Harbi'ni kasdediyor, Şayarv-ı hayrettir ki; Yahudi bu kıyametin kopacağım çok evvelden
tahmin etmiş, çünkü bunu o hazırlamıştır.
49Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Yerusâlem Mâbedi'nin göz yaşlarımızdan silinmiş duvarları, Dünya milletlerinin
tek kıblesi olacak, büyük Salamon mâ'bedine temel olacak.
Şimdi herbirimizin ruhunda bu hayal yaşıyor. Hepimizin kalbi ve gönlü ümit ve
emniyetle dolu... biz bugüne ulaşmak için az mı fedakârlık ettik. En geç on sene
içinde tarumar olacağını göreceğimiz Çar Rusyası'nda az mı ırkdaşlarımız Pogromların, katliamların pençesinde can verdi. Yığın, yığın Yahudi cesetleri, yarının
büyük  İsrail Devleti'nin,  yerinden kalkmaz, kımıldanmaz birer temel taşı oluyor. Bir
zamanlar Türk Sultanı, kızıl padişahın soydaşlarımızı bu topraklara ayak basmaktan
meneden fermanlarım biz  şimdi paçavra gibi yırtıp kâğıt sepetlerine atmadık mı?!
O'nun tahtını, tacını başına geçirmedik mi? Bizim kinimiz, bizim imanımız önünde
Yeryüzünde hangi kuvvet karşı durabilir? Şimdi, Polonyada'ki  şu tarih hocamızı bir
düşünüyorum. O bizi ne kadar hakir, ne kadar âciz, ne kadar zayıf görüyordu. Kimbilir
belki bütün bu haller bizi gayemize yaklaştıran, irade bütün bu haller bizi gayemize
yaklaştıran, irade ve azmimizi kamçılayan birer âmil olmuştur da...
* * *
Şimdi aradan bir sene geçmiş bulunuyor. Başardığımız esere bakarak
kendimizi David zamanından beri burada yaşıyoruz zannediyorum. Bu kısa zaman
içinde ne büyük işler başardık. Tenbel ve miskin Araplar'ın çöl halinde, yaradıldığı
gibi vahşi ve iptidaî bıraktığı bu yerler şimdi İsrail oğullarının azimlerini ve gayretleri
sayesnide cennete dönmüş gibi mâmur bir hale geldi. Köyün bütün genç kızları bu
yabani dağları bağ haline getirdik. Bağlarımızı çapalamaktan, zamanında filiz
almaktan; ne büyük zevk duyuyoruz. Badem bahçelerimiz gelişiyor. Geçen gün koy
kahvesinde Viyanalı bir ziraat mühendisi bağları ve badem bahçelerini gezerek İslahı
için lâzım  gelen bilgileri öğretti bize...
Babam Varşova'da ve Karakoy'de alıştığı rahat işe zaman zaman hasret
çekiyor. O; budala goyları aldatarak, onların kıymetli eşyalarını yok bahasına satın
alıp hakiki değerine satmak ona kolay ve tatlı geliyordu. Şimdi tarlada çalışmak O'na
zor geliyor. Fakat, gözümü kapayıp kafamda maziyi canlandırmak istediğim günler,
âdeta kâbus altında ezilmiş gibi oluyorum. O karanlık, rutubetli, tozlu, küflü dükkân!..
En devamlı müşterilerimizin bile bize tiksinerek, nefretle bakışları, mektepte,
en ufak bahanelerle:
“— Pis yahudi!. Çıfıt!., iğneli fıçı kaatilleri... Gibi bitmez tükenmez hakaretler...
Bunların neresine ve hangisine hasret çekilir... Bunlar aranılır şeyler mi?..
Bu satırları yazarken babam başımın ucunda dikildi. Onun bana her yaklaşımı
ruhumda menfi ihtizazlar meydana getiriyor, neden acaba?.. Evet; bu da mazide
geçen bir kâbus idi. Şimdi bana, keskin bir ifade ile ihtar ediyor:
“— Bırak  şu pis hâtıraları. Onlar çok geride kaldı. Korkunç bir rüya idi o
günler!.. Uzun ve kasvetli gecelerdi. Sabah oldu, Güneş doğdu, ruhlarımız aydınlandı,
vücutlarımız  ısındı, ufuklar genişledi. Şimdi o karanlıklara değil,  ışıklara güneşe ve
önümüzde hududsuz acıtan istikbale bak Suzi! Bugün köyün bütün genç kızları
Yafa'ya gideceksiniz."
“— Orada ne işimiz var baba?"
50Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"— Orada size yarını ve yarınki vazifelerinizi anlatacaklar. Annen de beraber
gelecek. Ben de iki gün için Jerusalem'e gideceğim."
“— Orada ne yapacaksın baba?"
“— ................................"
Ve odadan çıkıp gitti.
Dilijans köyümüzün genç kızlarını doldurdu. Yafaya doğru gidiyoruz. Ne güzel
kırlar, ne güzel manzaralar, ne tatlı arazi. Neşe içinde,  şarkılar söyleyerek yol
alıyoruz. Zaman akıp gidiyor. Bizim gibi yeni kurulmuş bir Yahudi köyünden geçtik,
biraz evvel başka bir dilijans oranın genç kız ve kadınlarını alıp Yafa istikametinde
ayrılmış. Öyle vaktini epey geçmişti büyük bîr çiftliğe geldik bu; Roçild'in ve Alyans
İsraelit Üniversel'in parasiyle kurulmuş cidden asri bir çiftlîkti. Muntazam ve geniş bir
binası var. Bizi karşıladılar ve sanki birbirimizi çok evvelden tanıyormuşuz gibi
kucaklaştık, konuştuk ve seviştik.  İşte bu, bir yahudi tesânüdüdür: Solidarite Juİf...
Bahçede kurulmuş  sıra sıra masalarda bize çok lezzetli yemekler ikram edildi.
Bunların hepsi çiftlik mahsûlü, Tavuk, sebze  ve meyve, hattâ ekmek bile çiftlikte
yapılıyormuş. Hepimize bol Rişon le Zion  şarabı ikram ettiler. Biz yemeğe
oturduğumuz zaman, bizden evvel gelen Yahudi köylüleri Yafa istikametinde yola
çıkmışlardı. Yemekten sonra biraz istirahat  ettik ve yola düzüldük. Ayrılırken bu
çiftliğin müdürü Zebulun bizi selâmetlerken şunları söyledi:
“—  David saltanatının kurulacağı yere gidiyorsunuz. Sizler müjde
melekleri gibi orada lâzımgelen dersi alacak ve size gösterilen yolda
yürüyeceksiniz. Bu yol bazen dikenli de olabilir. Onları çiğneyip geçeceksiniz,
yolun nihayetinde, binlerce senedir hasretini çektiğimiz mes'ud bir hayat var,
sizi bekliyor, bizleri bekliyor, İsrail oğullarını bekliyor."
10
Bu ateşin hitabenin tesiriyle hızla ilerliyoruz ve kısa zamanda kendimizi
Yafa'da bulduk. Zengin bir  ırkdaşımızın evinde toplandık. Orada bulunan insanlar
içinde Varşova'dan, Karakoy'dan tanıdığım âşinâlar çıktı. Fakat artık bu, bir
fevkalâdelik teşkil etmiyor. Biz, hepimiz uzun ve mesud bir seyahate çıkmış,
muhteşem bir transtlantik yolcularına benziyoruz. Cümlemiz aynı gemi içinde,
cümlemiz aynı yolun yokuşuyuz. Akla gelebilecek bir tek  şey, geminin bir kazaya
uğraması ihtimalidir. Hayır, hayır bu olmayacak, asla! Yehova bizim koruyucumuz,
bizim rehberimizdir. Odadan muhterem bir ihtiyar içeri girdi. Şimdi hep bir ağızdan ve
ayakta hem onu karşılıyor, hem de şunu okuyoruz.
Rabba terennüm edeceğim, çünkü gayetle yükseldi
Atı ve atlısını denize attı.
Rab kuvvetim ve mezmurumdur;
O bana kurtuluş oldu;
O benim Allahımdır, ve ona hamdedeceğim
                                             
10
Şimdi, şimdi anlıyoruz ki, Yahudiler müstakbel saltanatlarının merkezini daha o zaman tayin
etmişler. Biz birsey görmemiş ve işitmemişiz. Görse idik, işitse idik ne olacaktı sanki!.. Olanları
gördüklerimizi olduğu gibi kırk yıldır yazıyoruz, yazdıklarımızı zaman ve hâdiseler tasdik ve teyit ediyor,
sözlerimiz ve yazılarımız bir kehânet gibi tahakkuk ediyor da ne oluyor? Düşmanlarımız hergün aran
bir şiddetle, hergün şiddetini arttıran bir hızla ilerliyor, bir tek adım duraklatabiliyormuyuz. Heyhat!
51Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Babamın Allah'ı, ve onu yükselteceğim.
Rab cenk eridir,
İsmi Yehova'dır.
Firavıın'un cenk arabaları ve ordusunu denize attı.
Ve seçme araba cenkçileri kızıl denizde battılar.
Enginler onları örtüyor;
Taş gibi derinliklere indiler.
Senin sağ elin, Yarab, kudrette celildir.
Senin sağ elin, Yarab, düşmanı ezer.
Ve sana karşı ayaklananları, azametinin çokluğunda yıkarsın;
Gazabını gönderirsin, onlun muz gibi yer.
Ve öfkenin soluğu ile sular yığıldılar,
Akıntılar yığın gibi durdular.
Düşman dedi:
Kovalayıp yetişeceğim, çapulu bölüşeceğim;
Onlardan canım doyacak;
Kılıncımı çekeceğim, elim onları helak edecek.
Yelinle üfürdün, deniz onlun örttü;
Büyük sularda kurşun gibi battılar...
ilâhlar arasında senin gibi kim vardır, Yarab?
Kudsiyette celil, senalarda heybetli,
Harikalar yapan, senin gibi kim vardır?
Sağ elini uzattın,
Yer onları yuttu.
Kurtardığım kavme inayetinle rehber oldun;
Mukaddes meskenine kudretinle onlara yolu gösterdin.
Kavimler işittiler, titrediler;
Filistin'de oturanları ağrı tut.
O zaman Edomun emirleri korktular;
Moabın yiğitleri titreme aldı;
Kenan'da oturanların hepsi titrediler
Onların üzerine korku ve dehşet düştü;
Senin kavmin geçinceye kadar, Yarab.
Edindiğin bu kavm geçinceye kadar,
Senin buzunun büyüklüğü ile taş gibi hareketsiz oldular.
Onları içeri getireceksin, ve mirasın dağında,
Yarab kendi oturmam için yaptığım yerde
Yarab, ellerinin sabit kıldığı
Makdiste onları dikeceksin!..
Hepimiz ayakta, büyük bir vecd ve heyecan içinde, titrek sesler, nemli gözlerle
okuduğumuz bu ilâhiden sonra Aşer Levi ismindeki muhterem ihtiyar gür ve manâlı
sesiyle bize hitap etti:
"İsrail'in fedakâr kızları!
Ecdadımızın yıllarca sefalet ve  ızdırap içinde kıvrandıkları Sina Çölü'nün eşiğinde
Ba's-übâ'del mevt sırrına ulaşmanın arefesinde sizleri, herbirinizi birer kurtarıcı melek gibi
karşımda görüyorum. Dikkatle bakınız, farkedeceksiniz; koyu ve zifiri karanlıklar dağılıyor.
52Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Güneş Sahyun Dağları'nın arkasından bizlere didarını göstermek için hazırlanıyor. O, gün
yakındır. Hürriyet ve İstiklâl günü!.. Alah'ın mümtaz milleti olarak yarattığı ve sonra bizleri
imtihan etmek için asırlar boyu işkenceden işkenceye, sefaletten sefalete sürüklediği
kavmimiz çilesini doldurmuş, imtihanını vermiş ve bütün miletlerin efendisi olmak hakkını
kazanmıştır. İktidar ve kudret elimize geçecektir. O zaman bütün bâtıl dinler lağvedilecek,
bütün mâbedler yıkılacaktır, yeryüzünde yaşayan bütün insan sürüleri, tekmil milletlerin
mabedi olacak olan  İsrail Kâbesi'ne yüzlerini dönerek  hürmet ve tazimle yerlere kadar
eğileceklerdir. O gün geliyor. Siz o günün, o mukaddes günün habercileri, müjdecilerisiniz.
Kendinizi küçümsemeyini z, varlığınızı asla küçük görmeyiniz. Göklerin manevî gürültüsüne
kulak verin; Yehova sizlere sesleniyor: Yarın buralarda, bu mukadds topraklarda, bu Arz-ı
Mev'ııd'da kıyametler kopacak, Türk ve Arap asırlar boyu bu temiz topraklar kirletmiş olan
gasplar, müstevliler hâk ile yeksan olacaklar, onların tahtları, taçları sernügûn olacaktır.
Yakında bütün milletlerin birbirlerinin boğazlarına sarıldıkları günleri yaşayacak ve
göreceksiniz.
11
 O zaman herbirinize vazifeler düşecektir.
İsrailin fedakar ve cesur kızları!
O güne hazırlanınız. Gecelerinizi gündüzlere katınız, David saltanatınn temelleri
olacak olan bu güzel yerleri imar edip cennete çeviriniz. Yarın ırkdaşlanmz, yeryüzünün her
bucağından buralara fevc fevc göç ettikleri zaman hazır ve mamur bir vatan bulsunlar.
Yarın buralarda kopacak fırtınalar Önünüze bir çok fırsatlar serecektir. O fırsatlardan
istifade etmeğe, sizlere verilecek vazifelere can  ve yürekten cesaret ve fedakârlıkla lâyık
olmağa çalışınız. Sizlerden büyük fedakârlıkla lâyık olmağa çalışınız. Sizlerden büyük
fedakârlıklar istenecektir. Bunları seve seve yapacağınıza eminim. Irkdaşlarınıız yıllar yılı,
asırlar boyu bu fedakârlığı isbat ettiler. Muhamnıedin dinini yıkacak, ümmetini mahvedecek
ve barbar Türklerle, bedevi Araplar, bu ülkeden kovacağız.
Görüyorsunuz ne büyük bir vazifenin, bir kıyametin arefesindeyiz. O gün geldiği vakit
bu sözlerimi hatırlayarak cesaretinizi bileyiniz.  Bugün yine, biraz evvel terennüm ettiğiniz
ilâhileri okuya okuya, neş'e ve ümit içinde yuvalarınıza dönünüz. Yehova sizinle beraber
olsun!"
Bu defa bizi getiren dilijanslara bir kaç araba daha ilâve ederek hepimiz birlikte
yollara düzüldük, bütün arabalardan yek avaz ve yek ahenk aynı ilâhiler duyuluyor,
seslerimiz semalar yükseliyordu.
“Yehova sen bizimle berabersin! Yehova sana güveniyoruz.
Yehova goyimlerin efendisi olacağımız günler gelsin artık!"
Yollar kısaldı, sanki uçuyoruz. Vücudlarımız arabalar içinde, ruhlarımız o kadar
yükseklerde, hayallerimiz o kadar enginlerde ve uzak ufuklardakî, köyümüze ne
kadar zamanda ve nasıl geldiğimizi fark edemedik bile...
Fakat bu gece o kadar uzadı ki; sabah gelmeyecekgibi zannolunur. Uyku
gözlerime girmedi. Yarın bize verilecek vazife ne olacaktır acaba! Bütün gece bu
istifhamı, bu düğümü çözmeğe çalıştım. Elbetteki bizi Gettolardan bu ser'âzâd yerlere
                                             
11
Birinci Dünya Harbi'ni kasdediyor
53Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
kavuşturanların daha büyük gayeleri vardır. Bu yolda bize de, bana da bîr vazife
düşecek olursa hiç  şüphesiz onu tekmil kalbimle, aşk ile, seve seve yapacağım.
Yaşasın İsrail İmparatorluğu!
* * *
Günler geçiyor. Köyümüzde faaliyet arttı, herkes arı gibi çalışıyor. Böylece
hummalı faaliyetler içinde 1914 senesi Nisanım bulduk. Biz Polonya'da iken bu
mevsim buz gibi soğuk olur. Burada ise ortalık yemyeşil, buğdaylar yükselmiş, asma
kütükleri canlanmış... Ortalık sıcak, adam akıllı bir yaz mevsimi yaşıyoruz. Badem
bahçelerim o  şekilde düzenledik ki; manzarası bile insana zevk ve ümit veriyor.
Babam geçen akşam inceden inceye hesap ediyordu;  şu kadar ağaç,  şu kadar
badem ve şu kadar altun!..
Bugün köyün bütün delikanlıları ve kızları kırlarda çalıştık. Babam ayrıca civar
köylerden iki de işçi tutmuştu.
"— Buna ne lüzum var baba dedik," biz yetmiyormuyuz, kendi topraklarımızda
kendimiz çalışır, zevkini biz sürer, hasılatını biz toplarız. Amele parası vermekte
mana ne?"
"—  Şu köpek gayri yahudileri, beş on para karşılığı  eşek gibi çalıştırmanın
zevkini bir bilseniz!.."
Mısır ehramlarında on binlerce  ırkdaşlarımızın döktüğü alın teri ve harcadığı
emekleri bir düşününüz... Bir fellâhın yok bahasına, Güneş altında ve hükmümüz
altında çalışmasını seyretmekteki zevki bir düşününüz. Gün gelecek, mısır
ehramlarında döktüğümüz alın terleri seller  olup goyimleri boğacak ve bütün
beşeriyet bizim pençikli kölemiz gibi çalışacaktır. Yüz milyonların emek ve
gayretlerimizden hasıl olacak bütün servetler bizim kasalarımıza akacak ve  İsrail
oğulları bu esirler sürüsünün sırtından ebedî ve hudutsuz bir refah içnide
yaşayacaktır. Goyimlerin bütün kazançları, sa'y ve gayretleri, emek ve alın terleri san
san altınlar şeklinde bizim hazinelerimize akacaktır."
Babam sesini birdenbire yükselterek, yüzüne keskin bir ciddiyet vererek
sözünü şu cümle ile bitirdi:
"— Kendinizi o günler için yetiştiriniz ve o günlere hazırlanınız!"
1 Mayıs 1914
Güneşli bir sabah. Bahardan ziyade koyu bir yaz sabahı. Sıcak ortalığı
kavuruyor. Güneş; aynı bu mevsimde Varşova'da ve Karakoy'da geçirdiğimiz puslu
ve serin günlerin bizden hıncını  çıkarıyor gibi hırçın!.. Fakat öyle bir hırçınlık ki;
meyveler ve ekinler üzerinde çok müsbet tesiri olduğu göze çarpıyor. Herşey kemale
ermiş bulunuyor. Meyveler, sebzeler, bağlar, bostanlar. Çiçekler ve kuşlar,
herşey,herşey. Canlı ve hareketli... Bu yaz gününün öğle vakti köyümüze esrarengiz
iki misafir geldi. Biri kadın, ötekisi erkek!.. Köyün bütün halkı bu iki insanın etrafında
çevrelendi. Babam herkesten fazla bu yabancı misafirlere sokuldu, iltifat gördü ve
onlara saygı gösterdi. Kadının ismi Sarah erkeğin ismi Aron'du.
Bunlar bütün gün babamla başbaşa verip birşeyler konuştular. Bize bir  şey
söylemediler. Gece  şereflerine köyümüzün misafir  salonunda ziyafet verdik. Köy
54Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
kızlarının kırlardan topladıkları mavi, beyaz çiçeklerle sofrayı donattık. Fabrika bol
şarab göndermişti, hepimiz birlikte içtik. Fakat bu misafirler kim, fabrika onları
nereden öğrenmiş ve bu şarapların manası ne? Onu da öğreniriz elbette...
Gece biz yataklarımıza çekildiğimiz zaman, kadın erkek, kardeş olduklarını
sanıyorum, babamla başbaşa kalmışlardı. Ne vakte kadar konuştuklarını bilemiyorum.
Uyuya kalmışım...
14 Mayıs 1914
Ne sıcak, ne büyüleyici, ne tatlı bir sabah. Kahvaltılarımızı bahçede yaptık.
Yediklerimizi hepsi kendi emeğimizin mahsûlü. Ekmek, tereyağ, reçel!.. Bütün bunları
biz kendi ellerimizle yaptık. Çarşıdan pazardan alınan bir  şey yok. Bunlara pis
goyimlerın eli değmemiş.
Kahvaltıdan sonra babam, bu misafirlerle birlikte Yeruşalem'e gideceğimizi
müjdeledi. Mukaddes .şehir, büyük belde!.. Asırlar boyu nıülevves insanların, pis
hristiyanların, barbar Türklerin ve hatta Araplar'ın işgalinde olan güzel  şehir!.. Seni
görmek, toprağına yüz sürmek bana da müyesser olacakmış, sana binlerce minnet
ey Adonay!
İki yağız atın çektiği mükellef bir fayton bizi akşam karan-lıında Yerüşalem'e
getirdi. Kendimi David'in, Salomon'un ülkesinde sanıyorum, Fast otelinde babamla
bana tertemiz, mükemmel bir oda hazırlamıştı. Otelde yiyip içtik. Bizi buraya
getirenler ertesi sabah gelmek üzere ayrıldılar. Tatlı rüya-lı, hayalli, hülyah bir gece
geçirdim ve Güneş Sahyun Dağları'nın arkasından yüzünü göstermeden yataktan
fırladım, giyindim, hazırlandım.
15 Mayıs 1914
İlk işimiz baba kız, Salomon mabedinin asırdîde temel duvarlarına yüz sürmek
oldu. Kalabalık çarşıdan geçerken, kendimi asırlarca evvele gitmiş zannettim,
Irkdaşlarımız ve dindaşlarımızı selâmlaya, selâmlaya ve sanki tarih yapraklarını
tersine çevire, çevire,  İsrail oğullarının ihtişam ve saltanat devirlerine geri dönmüş
sanıyordum.  Titüs ve  Ebuknazar'ın vahşi ve hâin gölgeleri de hafızamızda
canlanmış, Babil sürgünü, Romalılar'ın zulmü, Goyimler'in işkencesi ve ondan Öte
asırlık tarih sanki hep bir arada canlanmış, şahlanmış, karşımızda dikilmiş gibi idi.
İçimden sert ve hiddetli bîr ses haykırıyor:
Yanılıyorsun Suzy! Arkana bakma, Önünde mes'ud bir istikbal var, onu gör!
israilin istiklâli, İsrail oğullarının saadetini gör!..
Öyle yaptım. Zıt hisler ve çeşitli tesirler altında tıbkı bir sâhir-i
filmenâm(uyurgezer) gibi baba kız kendimizi büyük mabedin kalın duvarları önünde
bulduk.
Diz çöktüm, gayri ihtiyarı gözlerimden yaşlar boşanıyor, babam cezbe
halinde...
"— Ey büyük ve kudretli Yehova! Bu dökülen göz yaşlarını görmüyor musun?
Ne zamana kadar bu bedbaht seller böylece akıp gidecek. Bu mübarek göz
yaşlarının vücûde getirdiği deryalarda goyimleri boğ, yok et artık, yok et onları!"
Kendimden geçmiş gibi idim. Babam da öyle ve sonra her ikimiz birlikte
okuyoruz:
55Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"Ey İsrail, kendi yüksek yerlerin
Üzerinde öldürüldü izzetin!
Yiğitler nasıl düştüler!
Filistinlerin kızları sevinmesinler diye,
Sünnetsizlerin kızları sevinmesinler diye,
Sünnetsizlerin kızları sevinçle coşmasınlar diye,
Gatta bunu bildirmeyin,
Aşkelon sokaklarında yapmayın.
Ey Gilboa dağlan,
Üzerinizde ne çiğ ne yağmur, ne
De takdime tarlatan olsun;
Çünkü yiğitlerin kalkanım orada
Kaldırıp attılar,
Saulun yağlar mesholtınmamış
Kalkanını.
Öldürülmüş olanların kanından
Yiğitlerin yağından,
Yonatamn yayı geri gelmezdi,
Ve Saulun kılıncı boş dönmezdi.
Saul ile Yonatan hayatlarında
Tatlı ve sevimli idiler.
Ölümlerinde de ayrılmadılar;
Kartallardan daha çevik, Arslanlardan daha kuvvetli idiler. Ey israil kızları! Sanla Ağlayın,
O size değerli kırmızı kumaş Giydirdi,
Esvabınız üzerine altın süsü koydu. Cenk ortasında yiğitler nasıl düştüler! Yoııatan senin
yüksek yerlerinde
Öldürüldü.
Ey kardeşim Yonatan, senin için
Acıklıyım;
Sen benim içitvçok tatlı idin;
Senin sevgin benim için şaşılacak şeydi,
Kadının sevgisinden ziyade idi.
Yiğitler nasıl dövüştüler,
Ve cenk silâhlan nasıl yok oldular!
Bu ilâhiyi baba kız öyle içten, öyle, heyecanlı, öyle vecdle okumuştuk ki; âdeta
kendimizden geçmiş ruhlarımız asırlarca evvelki zamanlara dönmüştü. Gözlerim
ağlamaktan kıpkırmızı olmuş, göz yaşlarım Salomon Mabedi'nin temellerini ıslatmıştı.
Bunlar boş yere gitmiyor, bunlar Adonay'ın katında birikiyor, toplanıyor, Bîrgün sel
olup düşmanlarımızı boğacak, yağmur olup bahçelerimizi sulayacak!
Ey "Yehova! Büyük mâbud! Seslerimize kulak ver, bizi kurtar artık!..
* * *
Bugünün sabahı böyle geçti. Öğle yemeğini otelde yedik. Zihnimi kurcalayan
bir şey var. Köyümüzden niçin beni seçtiler ve buraya getirdiler. Babamın bu işte rolü
nedir, yoksa sadece bana refakat etmek için mi? Elbette bütün bu olup bitenlerin iç
yüzünü ergeç anlayacağım, muhakkak olan bir şey varsa, biz yeni bir hayatın, yeni ve
56Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
parlak bir istikbalin eşiğindeyiz. Bir hissikablelvuku (ön sezi) asırlarca İsrail oğullarını
sarmış olan kara bulutların dağılmakta olduğunu ve devletimizin doğmakta olduğunu
bize haber veriyor, içimize böyle doğuyor. Hahamların, hükemâmızın (filozoflarımızın)
vaadleri, sözleri, müjdeleri elbetteki boş değil!.. Binlerce sene oluyor. Binlerce azap
ve işkence, sayısız ve hududsuz zulüm ve itisaf(yok ermek) biz bütün bunlara göğüs
gerdik. Hiç bir şey gözümüzü yıldırmadı, hiç bir engel bizi yolumuzdan döndürmedi.
Bugünün İsrail kızları; bu fedakârlıklarının mükâfatını bekliyoruz. Bundan on sene evvel, Türklerin Kızıl Sultan'ı hiç bir ırkdaşımızı, hiç bir dindaşımızı bu topraklara ayak
bastırmıyordu. Babalarımız, ablalarımız, annelerimiz vapur güvertelerinde, üst üste,
yığın, yığın Türk topraklarına çıkmak için günlerce beklediler. Ne Amerika'nın, ne
Avrupa'nın, ne de cihanı sarmış olan teşkilâtımızın teşebbüsleri para etmedi. Barbar
Türklerin, zâlim sultanı Abdülhamid Filistin'de bir  İsrail Devleti doğmasın diye
öylesine direndi, öylesine inat  ettiki Evet biraz geç kaldık, fakat sultanın tahtını da
başına göçürttük.  İşte  şimdi biz bu mukaddes ülkedeyiz. Hem de asla çıkmamak
üzere!..
İçimize, ruhumuza, kabımıza sığmayan bir heyecan içinde çalkalanıyor,
sarsılıyoruz. Öğleden sonra otele Sarah geldi. Beni yalnızca bir odaya çekti, yüzümü
okşadı, benimle çok eski âşinâlar gibi konuşuyordu.
"Sevgili kız kardeşim, beni dinle!.." dedi. Bütün bu samimiyete rağmen ellerim
titriyor, dudaklarım titriyordu.  İşte bir fevkalâdelik olduğunu hissediyorum,
anlamadığım tek şey; köyümüzden sadece benim seçilmiş olmaklığım ve bana karşı
bir ehemmiyet verilmiş olması idi. Bu düğümü çabuk çözdüm.
“— Sen çok güzel ve cazip bîr kızsın. Zekân da fazla!.. Üstelik israilin büyük
dâvasını tam manasiyie kavrayacak bir yaradılıştasın. Sahip olduğun bütün bu
müstesna meziyetler ve güzellikleri  İsrail davasına vakfedecek o yolda kullanacaksın..."
Bugünden itibaren sen köyümüzde "Nezach Yisraee Loyeschakev"
teşkilâtının mümessilisin! Bu teşkilat, yarın kurulacak büyük  İsrail Devleti'nin temel
organıdır. Tarih sana bu şerefli vazifeyi lâyık görüyor, bununla iftihar edebilirsin. Her
ayın ilk Şubat günü Yeruşalem'de Sir Levi'yi görecek ve ondan talimat alacaksın. O,
icap ettikçe haberleri bana gönderir. Ben Hayfa'ya yakın Sihron Jakop Köyü'nde
oturuyorum.  İcap ettikçe Yafa'daki çiftlikte de buluşuruz. Orada başka
kızkardeşlerinle de tanışırsın. Şimdilik acele bir şey yok. Araplar sadece menfaatlerini
düşünüyor, başka  şeylerle alâkadar olmazlar, Türk memurları belki senelerce
köyümüze uğramazlar, lâkayd ve Dünya'dan bihaberdirler.  Şayet bir vesile ile
ayaklan oraya uğrarsa onları hoş tutup güzelliğinizin sihriyle onları büyülemek, onlara
saf ve sâdık gözükmek vazifenizdir. Hele hele,  İsrail'in istikbalinden, idealinden hiç
kimseye bir  şey söylememeye ve hatta bu büyük idealden habersiz gözükmeye
çalışmak vazifenizdir. Geldiğin yeri iyi hatırlıyorsun değil mi Suzy? Rutubetli, küflü ev
ve sefil bir hayat!.. Goyimlerin daimi hakaretleri, kırbaş, zulüm,, işkence ve katliam...
Daima bunları ve yarını düşüneceksin. Yarın; parlak güneşli, mes'ud ve büyük
yarın...İşte o kadar benim güzel hemşirem, gerisi senin zekâna!.."
* * *
57Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Böylece umûmi bir talimat ve umûmi  bir izahat alarak birbirimizden ayrıldık.
Demek ki, ben köyümüzde, İsrael tarihinin, İsrail istikbalinin en mühim teşkilâtı olan
"Nezach Yisrael Loyeschakev" mümessiliyim, ne bahtiyarlık, ne şeref bu!
Acaba üç dört köy içinde niçin beni seçtiler. Bu pek gizli bir şey değil. Ben de
farkındayım. Fakat babam açıkça ve sarahaten bunu şöyle izah etti:
"— Yakıcı bir güzelliğe sahipsin Suzy! Zekâ ve zarafetin de ondan aşağı değil.
Bu silâh sende oldukça çok gönüller yakar, çok budalaları avlarsın. Zamanı gelecek
bütün bu nimetleri müstakbel İsrail Devletinin menfaati uğruna kullanacaksın! Senin
bu büyüleyici güzelliğin karşısında kaç erkek, kaç irade mukavemet edebilir. Sen bu
sılalarla goyimleri yere serecek, onların sırlarını  öğrenecek ve istikbale hizmet
edeceksin!.."
Türkler, asırlarca bu yerleri, bu bizim ecdat yurdumuzu bize zindan ettiler. Türk
Sultanı Abdülhamid ırkdaşlarımız buralara sokmamak için bütün Dünya'ya kafa tuttu.
Ona kimse sözünü geçiremedi. Fakat bak bugün biz buralarda, âdeta müstakil bir
devlet gibi yaşıyoruz. Bu devlet, yarının büyük Salomon saltanatının bir provasından
başkabir  şey değil!.. Kendimize mahsus postalarımız var, hatta paramız, namımıza
basılmış paralarımız var. Türklerin ses çıkardıkları yok. Mecalleri yok ki!.. Onlarda
buralarda iğreti oturduklarının farkındalar. Bir gün buralardan çekilecekler ve buraları
tamamiyle bizim hükümranlığımız altına girecek.  Şunu unutmamalıyız ki, Türkler'in
bugünkü müsamahaları ve sessizliğine inanmak hiç de doğru değil. Bu vaziyet
anormal, arızî ve muvakkattir.  Şimdi onlar kendi dertlerine düşmüşlerdir. Yarın
içlerinden biri ön ayak olur, onları kışkırtırsa vaziyet tamamiyle tersine döner. Onların
ayranları kabarırsa her  şeyi altüst eder, canlarımıza bile kıyarlar. Bereket versin
burada memurlardan başka kimsecikler yok. O memurlar da kendi geçimleri ve
dertleriyle meşguller!.. Şayet bunlarda bir hareket, bir anlayış, bir uyanış görülecek
olursa işte o zaman, Suzy; bunlar sizin güzelliğiniz ve zekânız önünde,  Güneş
görmüş kar gibi  erimelidir. Biz,  İsrail oğullarının ba's-ü badelmevt günlerini
yaşıyoruz..."
Gece yarısını geçti, bir yandan uykusuzluk, bir yandan heyecan, bir yandan
gerilen sinirler beni yatağa sürükledi ve ölü gibi kendimden geçtim...
* * *
Haziran... Ekinler biçildi, bağlar olgunlaştı. Bademler toplanmağa hazırlanıyor.
Fakat ne kadar sıcak var, ne kadar!.. Köyün bütün delikanlıları ve kızları tarlada. Beni
bundan bağışladılar. Beni yarın için saklıyorlar. Bu yarında ne var acaba? Bu yarınlar
ne doğuracak ki?.. Her halde benim bilmediğim berşeyler var, bu muhakkak. Gün
doğmadan bakalım neler doğacak...
Bu cumartesi, tek atlı bir fayton beni aldı Câuna'ya götürdü, ne büyük ne güzel
köy, ne kadar da zengin... Roçild'in vekili ve idare adamlarımız hep burada!.. Burası
sanki müstakil bir teşkilât merkezi!.. Köyün genç kızları beni karşıladılar, köylerini
gezdirdiler. Varşova'da bile emsali az güzel bakkal dükkânlarını ve mükemmel bir de
eczâhânesi var bu köyün. Doktoru  da var. Mükellef bir villânın mükemmel bir
odasında köy hahamı, Roçild'in vekili, Hayfâdan, Yafa'dan gelmiş seçkin insanlar
birer koltuğa kurulmuşlar. Bana da yer gösterdiler, saygı da gösterdiler ve bir yere
58Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
oturdum. Ortalığı derin bir sessizlik kapladı ve köy hahamı doktor  Levi  şu duayı
okudu:
Rab Sinada geldi
Ve onlara Seirden doğdu,
Paran dağından parladı,
Ve mukaddeslerin on binleri
İçinden geldi;
Onlar için sağında ateşli ferman vardı.
Gerçek, sıbtları sever,
Bütün mukaddesleri senin elindedir;
Ve onlar senin ayağının yanında oturdular;
Herbiri senin gözlerinden alacaktır.
Yakup cemaati için miras olarak,
Musa bize bir şeriat amretti.
Ve İsrailin bütün sıptları birlikte olarak,
Kavmin başları toplandığı zaman,
Yeşurunda o kiralat.
Bu duayı bitirir bitirmez yüzü sapsarı kesilmiş doktor Levi, gür sesiyle şunları
ilâve etti:
Bugün burada kavmimizin başları siz sayılırsınız. Siz; doğacak güneşin ilk
lamblarısınız.  İsrail'in kurtuluş güneşi Sahyun Dağı'nın tepelerinde altın sırmalı
tellerini Yeryüzü'ne yaymak üzere!.. Dünya, din ve ırk ayırmaksızın bütün goyîmleri
mahvedecek bir kıyametin arefesindedir.
12
 Bu kıyamet Kürre-i Arz'da yaşayan bütün
insanları içine alacak, evleri yıkayacak, ocakları söndürecek, mağrur kafaları ezecek,
ortalığı kül edecek, yeryüzü bir enkaz yığını haline gelecek ve bu enkazın ortasından
yeni, taze ve canlı İsrail Devleti doğacak!.. Tevrat'ın müjdelediği Talmud'un haber
verdiği Şulhan Aruh'un tefsir ettiği büyük, kudretli, şevketli ve azametli İsrail devleti...
Bu gayeye çabuk ulaşmamız, bu adanmış topraklarda Allah tarafından bize
mev'ud istiklâl ve saadete bir an evvel ulaşabilmemiz için her birinize büyük vazifeler
düşüyor. Bunu sizlere daha evvel tebliğ etmiş bulunuyorlar. Biz bugün burada:
Günün yaklaşmakta olduğunu sizlere bildirmek için toplandık. Yehova cümlemizin
yardımcısı olsun!
Bundan sonra Roçild'in vekili hepimizle teker teker alâkadar oldu, isimlerimizi
sordu ve biz ona kısaca haltercümemizi anlattık. Yüzümü okşadı ve beni sofraya
yanma oturtarak iltifatlarda bulundu.

— Sarah ile görüştün değil mi? O büyük kadındır. Israilin ümidi ve yıldızıdır.
Ona hizmet etmeğe ve faydalı olmağa çalış güzel kızım."
* * *
Muhakkak ki; büyük bir vazife yüklenmiş bulunuyorum. Bu, o kadar büyük ve
kudsî bir vazifeki; bana cümle cümle, teker teker söylüyorlar. Elbette ki birşeyler
anlıyorum, ama hepsi o kadar mı bilmiyorum. Yarınlar, hâdiseler herşeyi açıklayacak
                                             
12
Birinci Dünya savaşının kopmasına iki ay var. Fakat bundan kimsenin haberi yok. Hele neticesinden
ve gayesinden...
59Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
bize... Bizi Gettolardan, Pogromlardan, hakaretlerden, kırbaçlardan kurtarıp bu hür ve
mes'ud hayata kavuşturanların elbette bir bildikleri var. Onlara inanmak, onların
sözünden dışarı çıkmamak yapacağım tek şey.
Köyümüze döndük. Herkesi ümit ve neşe içinde buldum. Normal bir hayat
sürüyoruz. Anbarlarımız erzakla, kuru üzümle ve bademle dolu. Yafa'daki bankada
paramız var. Sıkıntı ve yokluk nedir unuttuk. Gerçi tarlalarda ve Güneş'in altında
çalışmak zor fakat kazançlı!.. Düşmanlarımız: “Saban tutmayan ellerde asalet yoktur"
derler. İşte şimdi sapan da, orak da, çapa da tutuyoruz, sanki bunlar mı bize asalet
veriyor? Bu da çok sürmeyecek!.. Biz fizikî kuvvetlerle kol ve bacak güciyle değil,
eşsiz zekâlarımızla Dünya'nın efendisi olacağız. Fellahlar Güneş altında köle gibi,
esir gibi, ecir gibi çalışacak ve biz onların sırtından geçineceğiz. Ama bugün
topraktan aldığımız mahsullerin bir kışımın anbarlarımıza, bir kısmını pazarlara
sevkedip para kazanmak da doğrusu tatlı şey. Varşova'da ve Karakoy'da, loş
dükkânımızda, bir pis gayri yahudinin elinden eşyasını ucuz almak ve yahud
değerlerini bir türlü takdir edemedikleri eşyayı, antika diye budalalara yutturmak... Ne
yalan söyleyeyim öteden beri benim hoşuma gitmiyordu. Bir de şunu düşünüyorum:
Aç sinekler gibi banka kapılarına üşüşüp para ve kredi dilenen kaba insanlara
yaptığımız tahakküm ve büyük fabrikalarda çalıştırdığımız onbinlerce işçiden
ehramlarda harcadığımız emek ve çektiğimiz işkencelerin acısını çıkarmak duygusu
insana ne büyük gurur ve teselli veriyor.
Babam diyor ki; Amerika'daki bütün silâh fabrikalarının sahipleri yahudilermiş.
Dünya'nın servetini bu yoldan hazinelerimize çekmek ve yaptığımız silâhlarla
goyimleri birbirine kırdırmak!.. Neye gözyaşı döküyoruz? İntikamımız bol bol alınmış
bizim. Şimdi geriye David'in bayrağının dalgalandığını görmek kaldı. O da olacak!..
Biz bu davanın öncüleri değil miyiz?
Haftanın her çarşamba günü Cauna'dan gelen doktor haham bizleri köyün
gazinosunda topluyor ve bize Talmut'dan parçalar okuyor. Ne derin manalar var bu
Talmut'da.. Doktor tefsirini de yapıyor, mest oluyoruz. Ezberlediğimiz parçalar var,
meselâ şunlar:
"Yalnız İsrail oğulları insandır, diğerleri değildir."
"Yahudi olmayanlar murdardır. Bunların pis ellerinin dokunduğu her  şey
mekruhtur."
"Eğer bir gayri yahudinin Öküzü, bir yahudinin öküzünü boymızlayıp yaralarsa,
yahudi olmayan ceza görmelidir.  Şayet bir yahudinin öküzü, yahudi olmayan bir
ken'âninin öküzünü yaralarsa, ceza mevzuubahis değildir."
Bunun gibi nice hikmetleri tekrar tekrar okuyup hafızalarımıza nakşediyorlar.
İçimden bir ses yükseliyor, vicdanın sesidir belki bu! Diyor ki: Acaba bu kadar
sert hükümler ve haksız kararlarını biz yahudileri insanların gözünden düşürmüş,
herkesi bizden uzaklaştırmış, Cihan'ın nefret ve istikrahını üzerimize toplamış. Evet;
zulüm, işkence, katliam, hakaret bunların hepsi bize bir hak verir, verir ama acaba ilk
başlayan kim? Biz mi, onlar mı? Aman yarabbi ne içinden çıkılmaz muamma bu?"
Ey Adonay sana tövbe etmeliyim. Ruhumda fırtınalar kopuyor, istifhamlar
düğümleniyor. Hangi tahsil, hangi bilgi, hangi görgü ile bunları çözeyim. Acizim, acz
içindeyim. Bir hakikat nuruna, bir hakikat ışığına o kadar muhtacım ki!..
60Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Kudüs'e gidip gelmek, Cauna'da toplanmak Ezra'nın vaizleri, ırkdaşlarımın göz
yaşlan, feryat ve figanlar, asırlardır bitmeyen şikâyet ve ıztırab!.. Bütün bunların son
tesellisi istiklâl ve yeni bir devletin doğuşu Öyle mi? Belki!
Babam bugünlerde kendisini adeta Musa'nın azizi, müridi gibi telâkki ediyor,
ondaki vecit ve heyecan ne? Fakat Polonya'da iken, derin uykumda karyolamın
başında gördüğüm hayalet ne idi? Hayvani  şehvetini kendi öz kızının üzerinde
teskine yeltenen kudurmuş bir insana baba demek kadar bir insan için talihsizlik
tasavvur edilebilir mi?
Evet gencim ve güzelim. Ayna gibi bir dostum var, kendimi görüyorum ben!..
Aşka, sevgiye o kadar muhtacım ki!.. Ama bunları ben, kendi tabii haklarım için değil
de aklımın ermediği büyük idealler için kullanacakmışım. Belki onlar haklı, belki ben?..
Kafamı kurcalayan bir nokta var: Bu oyun elbetteki bugün, burada ve benimle
başlamıyor. Bin yıl, iki bin yıl ve belki daha bir çok bin yıllar!..
Günahım varsa sen bağışla, büyük Yehova!  İradem sarsılmış, mantıkim
kaybolmuş benim...
15 Temmuz 1914
Köyün bir çok erkekleri ve  babam sabah erkenden çiftliğe gittiler. Köy
kadınlarında göze çarpan bir telâş var. Seviniyorlar mı, korkuyorlar mı belli değil. Belli
olan saklanması güç bir heyecan dalgasının köyümüzü sarmış olmasıdır. Açıkgöz
komşumuz madam Röbekâ telâşlı, telâşlı birşeyler anlatıyor, kapı kapı geziyor ve
yorulmadan, heyecanlı heyecanlı adeta kendinden geçmiş gibi şunları tekrarlıyordu:
“- Yangın başlıyor. Alevleri Dünya'yı saracak ve Dünya'yı kül edecek! Şimdi
goyimler yahudi fabrikalarının imal ettikleri silâhlarla birbirlerinin öldürerek,
milyonlarca yuva yıkılacak, milyonlarca insan cesedi ve enkaz haline gelmiş bir
Dünya'nm harebeleri ortasından  İsrailin Devleti, David'in saltanatı, Salomon'un
haşmeti doğacak! O zaman biz, Dünyanın tek efendisi, tek hakimi olacağız. Titüs'ün
de Babil'in de acısını çıkaracak, intikamımızı alacağız.
Yehova bize ne diyor?
Seni Mısır diyarından, esirlik evinden çıkaran Allah'ın Yehova ben'im.
Şimdi bizi bu barbar Türkler'in, müfrit Araplar'ın, hâin Avrupalı'nın da elinden
kurtaracak. Büyük haham Rabinoviç ne demişti:
Gün geliyor, Israel yakında kurtulacak ve Dünyanın efendisi olacaktı!.. Evet;
Yeryüzünde bir kıyametin kopacağını ve goyimlerin birbirlerinin boğazına sarılıp,
kendi kendilerini yok edecekleri günün yaklaştığını ihtiyarlarımız tekrar edip
duruyorlardı. Bakınız ne kadar doğru imiş...
Röbeka ev ev dolaşıyor ve bu hitabeyi tekrarlıyordu. Bende müdhiş
heyecanlandım. Muhakkak ki; birşeyler oluyor. Obur, haris, alçak Avrupa yerinden
oynuyor. Yamyamlar gibi, kudurmuş köpekler gibi birbirlerini yiyecekler. Demek ki
İsrail'in ahi tuttu. Oh olsun alçaklara!..
Babam ve arkadaşları çiflikten döndüler. Hepsi heyecanlı idi. Yüzlerindeki
manayı doğrusu iyi okuyamadım. Meyus mu idiler, yoksa memnun mu?
61Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Akşam yemekten sonra babam bize şunları söyledi:
"— Avrupa'da yangın başladı. Kıvılcımlar buralara kadar sirayet edebilir.
Şimdilik bir  şey gözükmüyor. Fakat, bu Dünyayı saracak ateşi, biz  İsrail oğulları
yaktık ve alevledik. Bu yangının bütün Dünyayı insanlarıyla beraber kül etmesini
istiyoruz. Ancak o zaman bizim için tam kurtuluş olacak..."
Bütün bu söylentiler bütün olaylar, bütün bu iç yüzünü bir türlü
kavrayamadığım muammalar ve yarınlar... Hele yarınlar, hele yarınlar!
Gece yatakta yarı uyku, yarı rüya, yarı uyanık, hep birbirine girift hisler,
tahminler, ihtimaller ve birazda kâbuslar içinde geçti. Sabahı bekliyorum, güneşi
bekliyorum. Hem ortalık aydınlansın, hem de ruhlarımız...
15 Ağustos 1914
Bütün Osmanlı ülkesinde bir hareket, bir kıpırdama, bir faaliyet var. Türkler'in
de kavgaya katıldıkları söyleniyor. Zaten Dünya'nın neresinde bir cenk olur da Türk
ondan geri kalır! Asya'nın göbeğinden bir sıçrayışta Avrupa'nın ortasına atlayan ve
buraları bir yumrukta ellerine geçiren Türkler'den sakınmak lâzım geldiğini söylüyorlar
bize!.. Geçenlerde Yafa Hükümet reisi köyümüzden geçti. Türk değil, Libyalı bir Arap.
Ne bir kahvemizi içti, ne de yüzümüze bakmağa tenezzül etti. Suratından düşen bin
parça olur. Babam başta köyün erkekleri herifi karşıladılar, selâmladılar, saygı
gösterdiler, fakat hiç para etmedi. Anlaşılan bunlar bizim buradaki refah ve
saadetimizi kıskanıyorlar, yerleştiğimizi istemiyorlar. Varsın istemesinler,bir gün
gelecek onlar buradan defolup gidecekler, buranın tek efendisi biz olacağız. Yalnız
buranın değil, bütün Dünya'nm!..
Aron bize ilk sinyali verdi:  Kulaklarınız kirişte, gözleriniz açık olsun! Her
hareket, her hadise günü gününe bize bildirilecek. Sarah mutemet
adamlarından Jozef ile ilk emrini gönderdi:  "Mıntıkanızdan geçecek,
yakınlarınızda konaklayacak veyahud yerleşecek her Türk birliğinin kuvvetini,
kumandanını, silahlarını cinsini ve mümkünse kumandanının adını  öğrenip
hemen bize bildiriniz.  İçlerinden zabit ve neferlere sokullarak, onlara iltifat
ederek, gönüllerini hoş ederek kendilerinden malumat alınız. Her haber bizim
için mühimdir. Suzy! Tarih sana en büyük vazifeyi veriyor. Bu; Türkler'in bu
topraklarda son günleridir. Bu günlerin kısaltılması için çalışmak borcumuzdur.
Onlar tamamiyle ayaklarını kesip buralardan defolmadıkça istikbalimiz emniyet
altında değildir, Türkler'in ne kadar haşin ve barbar bir millet olduğunu
tarihlerde okumuşsundur. Bugün bir  şey anlamıyor gözükürler fakat birgün,
fırtınalar gib, kasırgalar gibi birdenbire kopup yuvamız, yurdumuzla birlikte
silkip atmalarını daima hesaba katınız ve aklınızda tutunuz. Ona göre daima
tetikte bulununuz ve en ufak hareketlerini takip edip bildiriniz. Yehova bizi
korusun!"
* * *
Ortalık sarsılıyor, yeryerinden oynuyor. Arz-ı Mev'ud, alay alay tümen tümen
Türk çizmeleri tarafından çiğneniyor. Hodkâm Almanlar ve barbar Türkler, birbirlerine
ne kadar yakışıyor!.. Birlikte harbe girmişler, ikiside bizim düşmanımız.  Şu nokta
zihnimi o derece işgal ediyor ki, geçen gün köy muallimi Benjamen bana  şunları
anlattı:
62Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"Ben Türkler'in barbar ve  merhametsiz insanlar olduğuna katiyyen
İnanmıyorum. Aksine olarak çok merhametli ve asil insanlardır. Bak bizleri buraya
yerleştirdiler. Kendi köylüleri fakirlik ve sefalet içinde yüzerken biz burada konfor ve
refah içinde yaşıyoruz. Kimsenin bizi kıskandığı yok. Mal ve can emniyeti içindeyiz.
Sonra şunu unutmayalım ki, "Avrupa'dan o mel'un Katolikler bizi koğup binbir çeşit
işkenceye mâruz bıraktıkları zaman, medenî dünyada yalnız Türkler bize avucunu
açmış, vatanlarından bize toprak ve yaşamak imkânı vermişlerdir. Hakikat bu, fakat
İsrailin büyük ideali yok mu?"
* * *
Hakikat bu,öyle mi? Nasıl olur? Biz bu gerçeğe vakıf olunca var gücümüzle bu
millete nasıl düşman olabiliriz? Ben gençliğimi, güzelliğimi, istikbalimi ve aşkımı, her
şeyimi, her  şeyimi bu millet aleyhine seferber etmiş bulunuyorum. Bizi köpekten
aşağı tutan, bize her türlü zulmü reva gören,dindaşlarımızı bir çırpıda kıtır kıtır,
doğruyan Ruslar ve Polonyalılara böyle bir husumet ve suikasdda bulunmayıp da bizi
buralara yerleştiren, bize ekmek ve mekân veren Türkler aleyhine kullanmak ve bu
işte vazife almak!.. Bu çok feci yarabbi! Demek her şey İsrail için her şey büyük İsrail
devleti için öylemi? Ama bu hikâye o kadar bayat, o kadar eski, o kadar müstamel ki!..
Bir sürü kehânet, bir sürü fantazi, bir sürü mistik hikâye!.. Asırlarca ecdaddan evlâda
evladdan ahfada hep bu masal, hep bu hikâye!.. Ondan sonra bütün milletlerin
sönmek bilmeyen, gittikçe alevlenen kinleri ve düşmanlıkları. Şimdilik öyle... Yarını
kimse bilmez. Fakat biz yarın için çalışıyonız,şu sonu gelmeyen yarınlar için...
Zihnimi kurcalayan, vicdanımı  hırpalayan bu düşüncelerimi mazallah
duymasınlar, beni yok ederler vallahi... Hele babam, hele babam.,.
* * *
.....................................  Silinmiş ve üç sahile okunamamistir.
* * *
Türkler'in Mısır'ı fethetmeğe hazırlandıkları söyleniyor. Amma tûl-i emel ha! Bir
zamanlar zengin Viyana'yı yağma etmek için ellerini oralara kadar uzatmadılar mı?
Yakın vakte kadar Mısır onların ellerinde değil mi idi? Bizi sonuna kadar burada
bırakırlar mı bilmem? Şu var ki biz bütün gücümüzle onları arkadan hançerlemeğe
çalışacağız.
Süveyş Kanalını geçip Mısır'ı fethetmek için Türklerin geniş ve ciddî mikyasta
hazırlıklarda bulundukları burada bomba gibi patladı. Yeruşalem demiroyunu
sökmüşler, Süveyşe doğru  şimendöfer yapacaklarmış. Babam anlatıyor, Türk
ordusunun kumandanı Cemal Paşa isminde gayet sert ve insafsız bir adammış. Türk
kabinesinde de Bahriye Nâzırı imiş... Kim olursa olsun bu koca çölü nasıl aşacak
bunlar!.. Sakın onlarda bizim kavmimiz gibi, Musa'nın ümmeti gibi Sina'da seneler
senesi kendilerini kaybetmesinler, ama bu asırda hiç de bunu sanmam.  Şu var ki
onları Firavun yerine  şimdi ingilizler karşılayacaklar. Yaşayan görür. Bekleyelim.
Tarihi günler yaşadığımız malûm!.
63Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Babam dün Kudüs'te Aron'un 'yanına gitti. Yafa Remle Mıntıkasında ne miktar
asker toplandığını ve daha cenuplara ne kadar süvari, topçu ve piyade geçtiğini
bildirdik.  İçlerinde Alman zabitleri olduğunu ve "Fon Kreys" isminde bir de Alman
generali olduğunu onlar tabii biliyorlar. Hiç görmediğimiz hecin süvari kıtalarını da
bildirdik. Taberiye'de Lübnan'dan gelmiş bir piyade fırkası olduğunu ilâve ettik. Daha
da malûmat topluyorum, civar yahudi köyleri de elde ettikleri haberleri Kefer
Kenna'da Hıristiyan rahibi kıyafetine girmiş olan fedakâr ırkdaşımız "Mişel=asıl ismi
Jakob'a bildiriyorlar." Adanmış topraklar baştan başa Türk çizmeleriyle çiğneniyor.
Şayet bunlar Mısırıda elde edecek olurlarsa  bizi burada oturturlar mı acaba? Hiç
ummam. Bu düşünce bir kâbus gibi rüyalarıma giriyor. Fakat şuna emin olmalıyız ki;
kudretli ve namağlûp  İngilterenin sırtı öyle kolay kolay yere gelmez. Biz, bütün
varlığımızla onun yardımcısıyız. Türkler'in cepheleri gerisinde başaracağımız
vazifeler hiç  şüphesiz bir ordu kadar faydalı olacaktır. Kadın, erkek genç, ihtiyar
cümlemiz seferber vaziyetteyiz. Arz-ı Mev'ud'un her köşesinde mevzi almış, tarassut
noktalarını tutmuş olan  ırkdaş-lanmız evvelâ Türk ordusunun kuvvet ve kudretten
düşüp mağlûp olması, sonra da  İngilizlerin buradan defolup gitmeleri için çalışıyor.
Yehova'nın bize yardımcı olduğundan kimsenin  şüphesi olmasın Bu inançla ve
istikbalin parlak vaadlerini düşünerek müsterih oluyor ve gebe olan gecelerin, gebe
olan gündüzlerin, ve gebe olan yarınların neler doğuracağına intizar ediyorum. Bu; en
emniyetli ve kestirme yol!...
Arz-ı Mev'ud kaynıyor. Yeruşalem Türk askerleriyle dolup boşalıyor. Her yer
onların işgali altında... Köylerimiz, çiftliklerimiz onların kontrolünde. Bu adamlar
Süveyş Kanalını aşıp Mısır'ı işgal edecekler mi acaba? Köyümüzde, komşularımızda,
civarımızda hep bu mevzu... israil büyükleri hep bununla meşgul. Kudüs, Yafa, Hayfa,
Kefer Kenna, hatta "Nasıra; Taberiye ve Sihron Jakob'ta mevki almış olan tarassud
memurlarımız ve fedakâr  ırkdaşlarımız hiç bir  şeyi gözlerinden kaçırmıyorlar. Bizi
Türklerin idaresinden kurtaracak olan  İngilizleri kazandırmak için Siyon öncüleri
kamilen seferber... Hepimizin endişesi, Türkler hakikaten zafer kazanacak olursa
birgün, er veya geç bizi buradan koğmalarıdır... Biz buralarda, Anayurdumuzda,
adanmış topraklara yerleşmek için az mı çalıştık, az mı fedakârlık ettik, az mı kurban
verdik!.. Ve asırlarca işkence içinde bekledik. Hayfa hahamı doktor Nahmiyas birgün
bize şunları söylemişti:
"Irkdaşlarımız ve dindaşlarımız bu topraklara, bu, bize mev'ud ve bizim olan
muazzez vatana hicret edip yerleşmek için her fedakârlığı göze almıştık. Bütün
yeryüzündeki yahudi hazineleri bu iş için seferber olmuşlardı. Milyonlarca altın bu
uğurda sarfolundu. Milyonlarca altın Türk Sultanına rüşvet teklif edildi ve en sonunda
bütün bu gayretlere şiddetle göğüs geren Türk Padişahı alaşağı ettik. Yarın ellerine
yeni bir kuvvet ve fırsat geçmesin, akıbet yine kötü, yine vahim... Yarın yine böyle bir
sultan, bu tipte, bir hükümet adamı çıkarsa, bu mes'ud yuvalar yıkılır, bu güneşli diyar
bize zindan olur. Fakat endişe etmeyiniz, dünya'nııı bütün köprü başlarını elinde tutan,
dünyanın bütün servetine sahip olan bizler artık bir daha ve ebediyen o karanlık
günlere dönmiyeceğiz..."
Bu nutuk birçoklarımızı coşturdu, bir çoklarımızı teselli etti. Ama benim içimi bir
kurt kemiriyor, bir türlü iç huzura kavuşamıyorum. Bir sürü Acaba zihnimde, kafamda
düğümlenmiş duruyor.
64Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Mühim bir şeye dikkat ettim; sırtlarında kışlık yünlü elbiseler, arkalarında ağır
çantalar yüklenmiş olan Türk askerlerini köyümüzden geçerken dikkatle seyrettim.
Vicdanım altüst oldu. Bunların fakir bir millet olduğu muhakkak!... Bu cehennem gibi
sıcak yerlerde kışlık elbise olur mu? Güçleri yetse idi elbette ince keten elbiseler giyer
ve ona göre teçhiz edilebilirdi. Ama şu var hem de çok mühim bir nokta: Köyümüzden
geçen asker ve zabitlerin yüzlerine dikkatle bakıyorum, hiç bir millette benzerini
görmediğim bir asalet ve tevekkül var bunların yüzlerinde... Fakir oldukları malûm,
fakat içlerinden hiç biri kafasını çevirip kıskançlıkla bize bakmağa tenezzül etmiyor.
Bağlarımızdan bir salkım üzüm, bademlerimizden bir tek badem kopardıklarım
görmedim.
Geçen gün fevkalâde giyinmiş, son terece muntazam bir alay geçti
köyümüzden. Zabitleri köy kahvesinde yarım saat kadar dinlenip birer kahve ve
limonata içtiler. Kahvecimiz  bunlardan para almak istememişti, ikrama tenezzül
etmediler ve bahşişleride ekleyerek öyle ayrıldılar. Askerlerin yüzlerinden öyle
merhamet ve sükûnet okunuyordu  ki; insan bu kuzu gibi adamların düşman
karşısında nasıl poz alacaklarını merak ediyor doğrusu.. Ama düşünüyorum,
Asya'nın ortasından gelip biranda Avrupa'yı dize getiren ve asırlar boyu büyük bir
imparatorluk kuran bu milletin muhakkak ki, bizim göremediğimiz fevkalâde bir tarafı
var.  Şimdiki halde benim gördüğüm asil, sakin, merd ve mütevazı insanlar!.. Bu
milletin arkasından, karanlıklarda hançer sallamak; işte bu çok fena, çok âdi bir iş...
Biz bunu müstakbel ve büyük ve müstakil  İsrail Devletinin hatırı için yapıyoruz.
Kızlarımız bekâretini, güzelliklerini ve hayatlarını bu uğurda vakfettiler. Erkeklerimiz;
süngüsünün gölgesinde yaşadığımız insanların ve hükümetlerin hayatlarına bunun
için sûikasd yapıyorlar. Riyakârlık ve iki yüzlülük bu maksad için mubah ve hatta
mukaddes telâkki ediliyor. Fakat  şu nokta vicdanımı o kadar eziyor ki: Her biri bir
herkül, herbiri bir kahraman ve o nisbette sakin ve mütevekkil olan bu insanlar
aleyhine reva gördüğümüz hiyânet ya sonunda yine bir fiyasko ile neticelenirse!. Ya
yine bu insanlar muvaffak olur ve bizim göklere çıkardığımız, İngilizler mağlup olup
burudan defolup giderlerse... Evet onlarda defolup gidecekler ve burası bize kalacak,
sadece bizlere!... Ama daima aksi kazıyye sabittir derİer, o zaman halimiz nice olur!..
İşte böyle birbirine zıd, birbirine girift hisler altında eziliyorum ben!.. Nihayet ben de
bir insanım. Hem de genç ve güzel, aşka ve ihtirasa muhtaç bir kız... Vicdanım bir
mengene içinde sıkılmış gibi azap içindeyim.
Bizim istiklâl davamız!.. Büyük İsrail Devleti!..
* * *
65Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Muhterem okuyucu! Filistin cephesinde tatbik şartlarının en tahammül edilmez
şartlan altında düşmanla savaşmış olun "Mehmetçik"! erin cümlesi istisnasız Anadolu
evlâtlarıydı. Benim Gazze'de birlikte harbe girdiğim alayın bir bölüğü... Her an
yüzlerinde Türklüğün, mertliğin bütün işaretleri göy.e çarpıyordu.. Masumiyetleri,
erkekleri, necâbetleri, tevâzuları, cesaretleri daima yüzlerinden akıyordu... Erlerin her
biri, teker teker  ırkımın üstün vasıflarına taşıyordu. Müslüman imanı ve Allah aşkı
ruhlarını kaplamıştı. Ekserisi, Andolu'nun soğuk yaylalarından, Türk'ün  şan ve
şerefini korumak için, herbiri bu ateş ve güneş diyarına gelmiş, türlü yoksulluklar,
mahrumiyetler ve bilhassa susuzluk içinde Sina Çölünü, Tih Sahrasını aşmış olan bu
arslanlann her birinin yüzünde tevekkülün ve Türklüğün, Müslümanlığın asalet nuru
akıyordu... Koca "Mehmetçik'ler  Fâtih'lerin evlâtları, Oğuz Han'ların, Alp Arslan'ların
torunları! Hiç birinin gönlünden ve kafasından: "Bizim bu çöllerde işimiz nedir"
istifhamı geçmiyordu... Onlar, sadece Müslümanlığın ve Türklüğün  şerefini,
vatanlarının  şanını düşünüyorlarda... Bu yiğitler, analarını, yavuklularını, yuvalarını
terk ederek nereye gidiyorlardı? Çöllerde, Süveyş Kanalında işleri ne idi? İçlerinde bu
cihetleri düşünen yoktu... Devlet harbe girmişti. Onlarda namus borcunu, vatan
borcunu seve seve ifa ediyorlardı.
Şu var ki, asil kanlarıyla müdafaa ettikleri bu koca vatanda arkalarında bîr
hıyanet  şebekesinin varlığından ve aleyhlerine kurulmuş olan kahbe tuzaklardan o
kadar habersiz idiler ki, Onun asil kafası bu derece büyük bir namussuzluğu,
vicdansızlığı nasıl kavraya bilirdi?.. Namertliğin, riyakârlığın, vicdansızlığın, alçaklığın
ve hıyanetin ne demek olduğunu bu asil insanlar elbette bilemezlerdi ve
bilemiyorlardı da... Başları göklerde, öyle mağrur, o derece mütevekkil ve o nîsbette
sakin idiler ki... Yahudi kızının dediği gibi; bu insan kıyafetindeki arslan'lar, kendi
kanlarıyla müdafaa ettiği bu güzel ve sıcak vatan parçasında her biri bir villâ'da, her
biri bir köşk'te prensler gibi yaşayan bu çıfıt'lar buraya nereden gelmişler ve bunları
buraya kimler getirmişti?..
66Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Türk birlikleri; Türk erleri, bölük, bölük, alay alay, tümen tumen sanki bir
kasırga ve sel gibi; kanal'a doğru akıyordu... Vaktiyle büyük Hakan Yavuz Sultan
Selim'de bu çölleri aşmış ve bu ülkeleri fethetmişti... Fakat; onun arkasında,
ordularının gerisinde bizleri arkadan hançerliyen kahbe "casuslar ordusu" hiç yoktu...
Bu durum karşısında insan gayri ihtiyari şu mısraları mirıldanmak lüzumunu duyuyor:
"Dört tarafı, amansız düşmanlarla sarılan;
Zavallı, Tülk, yılarca, nice hıyanete katlandı;
Merhametsiz ellerle, arkasından kazılan;
Çukurları görmedi, tatlı dile inandı..
O dillerin ucundan çok zehirler fışkırdı;
Beslediği yılanlar, hep kendisini ısırdı...."
Asırlar boyu savaş meydanlarında kolaylıkla elde edilmiş olan zaferler, neden
bugün münhezimiyetle neticeleniyordu? Müteessif hâdise, her yönden cephe gerisini
korumakla görevli olan "İstihbarat teşkilâlımız"ın  İstanbul'daki "Mason Ekâbir"in
zaman zaman tesiri altında kalmasıdır. Bu yüzden cephelerde  şehidler verilmiş ve
elde edilmesi kafi olan zafer ihtimâlleri acı mağlûbiyetlerle neticelenmiştir.
67Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Haziran 1967 Arap -  İsrail harbinden çok acı bir sahne. Yahudi gençleri
Kudüste "Kudurmuş Köpekler" gibi. Coşmuşlar. Sevinçleri sonsuz 900 milyon
Müslümanın üzüntüsü ise pek büyük.
* * *
David'in saltanatı!.. Dünyanın tek efendisi ve tek hakimi olmak iddiası...! Fakat
bu yeni bir şey değil ki!.. Ecdadımız, ecdadımızın ecdadlan asırlarca hep bu rüyanın
peşinde koştular. Bu rüya gerçekleşmedi ve bu uzun gecelerin sabahı gelmedi. Dilim
varmıyor, düşünmesi bile tüylerimi ürpertiyor ama, belki de  İsrail çocukları ebedî
karanlıklar içinde, yeni yeni Babil esaretleri, yeni yeni Titüs Buhtunnasır kâbusları
içinde ezilecek, eriyecek!..  Şimdi ümitlerimiz kuvvetleri ve cesaretimiz yerinde!..
Çünkü harb var ve biz, büyük ve kudretli İngillereye yardım ediyoruz. Ya harb talih
Türkler'in yüzüne gülerse, o zaman halimiz ne olur?
Hayır, hayır! Bu kara düşüncelere lüzum yok. Türkler muzaffer olsalar dahi,
onlar âlicenab bir millettir her şeyi çabuk unutur, çabuk afvederler. Hem biz rolümüzü
o kadar sanatkârane oyunuyor, vazifemizi o kadar maharetle yapıyoruz ki, Türkler
davayı ve harbi kazansalar dahi bizi birer sâdık ve vefakâr vatandaş olarak kabul
edecekler!.. Onların saflığı ve âlicanaplığı bizim en büyük tesellimiz... Asabım
bozuldu, kendimi yatağa atıyorum!..
Gayet muntazam Türk birlikleri cepheye akın ediyorlar. Dün köyümüzden bazı
delikanlılar bu giden askerlerin mükemmel teçhizattı ve son derece disiplinli ve
muntazam olduğunu söylüyorlar. Onları bende alıcı gözüyle seyir ve takip ettim. Ne
mağrur, ne mütevekkül, ne tok gözlü, ne asil çehreli insanlar... Yüzlerinde
kahramanlık ve merdlik okunuyor. Avrupa'da gördüklerimizin hiç birisine benzemiyor
bu insanlar!.. Bunlar mı barbar, bunlar mı vahşi! Köyümüzden geçerlerken tenezzül
edip, başlarını çevirip yüzümüze bile bakmıyorlar. Ben bir çıkmazdayım ki, bunun
altından nasıl kurtulacağımı bilemiyorum.  İnsaf sahipleri diyor ki: Irkdaşlarımız
medeni (!) Avrupa'dan tokat, tekme, yumruk, sille koğulduğu zaman bize Türkler
koynunu açmış, bize Türkler yurt vermiş, bizi Türkler himaye etmiş... Şimdi ben bu
milleti gayet yakından görüyorum, zabitleriyle konuşuyorum. O ne efendilik, o ne
incelik, insanı hayran bırakıyor. Buna rağmen bize ve ben bu asil millet aleyhine ve
egoist İngiliz hesabına ve lehine çalışıyoruz. Ne yazık!.. Tarih asırlarca bizi lanetle yat
etmiş, insanlık bizi asırlar boyu tahrik etmiş itmiş, kakmış!.. Fakat bizi bir türlü
yolumuzdan alıkoyamamışlardır. Bütün bunlar muhayyel bir David saltanatı için mi?
Bu devletin kurulduğunu farzedelim, bütün Dünyanın gözü bizim üzerimizde oldukça
ve yeryüzünde yaşayan milyarlarca insan bize düşman oldukça kaç yıl, kaç sene
payidar olur bu devlet? Vaktiyle Salamon'un saltanatı gözler kamaştırıyordu, kaç
sene sürdü bu saltanat!..  Şimdi ondan bize miras kalan,  şu göz yaşlarımızla
suladığımız temel duvarlarından başka bir şey mî?
Ah benim câhil annem ve ah benim ahmak,  şehvetperest, kabbalist babam,
Ah!... Beni bir maceraya sürüklüyorlar ki bunu altından nasıl kalkacağımı bilemiyorum.
Her şeye rağmen bana verilen, daha doğrusu güzelliğime ve cazibeme tevdi edilen
vazifeyi yapmaktan da kendimi menedemiyorum.
68Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Kimden af isteyeceğim veyahud kimden medet umacağım! Hiç! Felek bana bu
yolu seçmiş!.. Varşova ve Karakoyun rutubetli, loş, küf kokulu evinden, güneşli, zarif
köşklerine geçtik. Burada ne poğrom, ne katliam, ne de bize bakan hor gözler var..
Fakat biz asıl zehirimizi burada kusuyoruz. Bizi koruyanlara karşı!
Şu etrafımızdan alay alay tümen tümen geçen askerler!.. Bunlar vatanlarını ve
namuslarını müdafaa ediyorlar. Bunlar muazzam ve muhteşem ingiliz ordusuyle boy
ölçüşmekten pervası olmayan cesur insanlar, hepsinin yüzlerinde,  şimdi
efsaneleşmiş olan şövalyelik okunuyor. Ve biz, bu şan ve şerefin arkasına gizlenmiş,
ellerimizde kanlı hançerlerle, o kahramanlara kahbece ve gizlice saldırmağa hazır
insanlar. Ben bu talihsizliği, Polonyada ki katliamlardan,, mahrumiyet ve sefaletlerden,
rutubetli evimiz ve daimi hakaretlerden daha ağır buluyorum. Şimdi bu güzel ev, bu,
kuş sesleriyle ahenklere bürünmüş, renkli çiçeklerle cennete dönmüş yerde saadet
namına birşey hissetmiyorum. Cennet içinde cehennem azabı...! Demek bizim
nasibimiz bu öyle mi? Lanet olsun bu kara talihe!
Türkler'in kanalı geçtikleri söyleniyor. Olur  şey değil. Koca Tih Sahrasını,
susuz, şakasız geçip bir de Süveyş'i aşmak akıllan durduracak şey!.. Umulurdu bu,
bu milletten. Benim gördüğüm insanların yüzündeki manayı okumak lâzımdı. Dibi
gayet derin suların durgunluğu ve fırtınaları haber veren sessizliği vardı bunların
yüzlerinde... Kafamda kalan en köklü intiba, kışlık elbiselerle bu çölleri aşmak. Bunu
tabii gören ve bütün güçlükleri ve imkânsızlıkları normal telâkki eden imanlı kitlelerin
niçin böyle asırlar boyu Yeryüzünde hükümran ve hâkim olduklarının sırrını şimdi
daha iyi anlıyorum. Biz böyle miyiz ya?.. Biz paramız ve entrikamızla bütün Dünyaya
hükmetmeğe kalkıştık. Bizde de tahammül var, bizde de sabır var!... Hem de
fazlasiyle. Eksik olan tarafımız asaletimiz ve mertliğimizdeki noksanlık olacak. Bu
kadar âlim, bu kadar kafalı insan yetiştirmişiz. Dünya kültürüne hakim olduğumuzu
iddia ediyoruz. O halde niçin beşeriyet bizden nefret ediyor? Yoksa bizi kıskanıyorlar
mı? Kimbilir... Bu hikâye asırlık maceraları taşıdığı için onun sırrını varsın başkaları
çözsün!.
Dün Ramla'dan gelen bir ırkdaşımız, kanalı geçen Türk Ordusunun muvaffak
olmadığını ve gerilere doğru çekildiğini bize müjdeledi... Bu çekiliş acaba bütün Arz-ı
Mev'ud'u terk etmek suretiyle mi olacak,  yoksa mevzii mi kalacak. O zaman ordu
burada başımıza ekşimez mi bizim? Bu daha büyük felâket o zaman varımızı,
yoğumuzu onlara yedirmek mecburiyetinde kalacağız. Gerçi parasını, hem de
fazlasiyle veriyorlar, fakat paraları yiyecek değiliz ya...
Aron Aronson beni çağırdı, yarın Kudüs'e gideceğim...
* * *
Aron Aronson dedi ki:
"Kızım; Türkler'in Kanal Seferin'de muvaffak olamayacaklarını zaten biliyorduk.
Fakat harbdir bu, bakarsın talih yüzlerine güler, Mısır tekrar ellerine ve
Abdülhamid'e benzer bîr adamda başlarına geçebilirdi, o zaman yahudilik ve onun
bütün hayalleri ve emelleri yok olup  giderdi. Yehova buna müsaade etmedi. Şimdi
hepimizin vazifesi Türkler'in bu;  ırkımıza ve mümtaz milletimize vaad olunan
topraklardan ebediyen ve külliyen çekilmesi için var kuvvetimizi sarfetmek, onların
her adımını saymak, her hareketini takip etmek ve günü gününe bildirmek. Hiç birşeyi
69


gözden kaçırmayın. Tek neferden, bölük ve tüneme kadar bütün birliklerin
mevcudlarını, sırlarını, silâhlarını, hareket cihetlerini hülâsa en ufak teferruat kadar
her şeylerini dakikası dakikasına zabtedip bildirmek.
Türkler kadına karşı zayıf kalbli insanlardır. Hele senin güzelliğin ve caziben
karşında fazla mukavemet edemezler. Babanın bu hususta vereceği talimata harfiyen
riayet et..."
Hemen köye döndüm. Bana güzel altın bir de bilezik hediye etti. Hayırlısiyle
takmak nasib olsun...
* * *
Köyün altındaki vadide bir develi bölük konakladı.
13
 Biz, develerin bu kadar
sür'atle koştuklarını bilmiyorduk. Bizim bildiğimiz, çöllerin emektar ve cefakeş
nakliyecesi develer, gayet ağır hayvanlardı. Bunlar ise, ceylan gibi seğirtiyorlar. Öyle
sür'atli, öyle çevik  şeyler ki... Hele onları hareket halinde görmek çok hoş. Öyle
heybetli manzaraları var ki.. Ve bu bölüğün başında, hususi kıyafetiyle genç bir
teğmen. Belki Dünyânın en yakışıklı erkeği...! Dün köy otelinin kahvesinde bir fincan
kahve içti. Babam benî yanına gönderdi fakat çok mağrur bir insan. O kadar hoş
giyinmiş ki..! Viladimir bunun eline su dökemez. Sırtındaki pelerin, develer uçarken
kanatlanmış meleklere benzetiyor onu. Bugün bir sır keşfetmiş bulunuyorum:  Oda
aşkın yalan olduğunu... Viladimir'in, Polonya asilzadelerine mahsus mağrur tavırları
yanında bu zabitin, bu gencin şahane hareketleri, yüksekten bakışları ve içleri gülen
parlak gözleri ve insanı bir lâhzada tepeden tırnağa kadar süzen hakimiyeti vaziyeti...
Aklımı başımdan aldı.
Aşkıma mı yoksa İsrail'in asırdide, davasına mı hizmet edeceğim, ruhum bu iki
kuvvetin tesiri altında eziliyor, eriyorum ve harab oluyorum...
" - Bir kadeh konyak içermişiniz mülâzım efendi?" dedim.
"- Teşekkür ederim, kahve içtim" dedi.
"- Bu da bizim ikramımız olsun, kabul buyurunuz."
"-Çok nazik ve zarifsiniz madmezel..."
Bu mükâleme ceseratimi arttırdı.  İsmini öğrendim : Halet. Fransa'da tahsil
etmiş. Asilzade olduğu her halinden belli. Ne yazık ki tek kelime Fransızca
bilemiyorum.
" - Burada kalacakmısınız?
" – Bir iki gün...
" - Sonra nereye gidecekseniz."
" - Nereye emrederlerse.
Bundan fazla bîrşey öğrenmek mümkün değil bu gençten.
* * *
Cismi değilse bile, hayali kaç gündür koynumda, yatağımda bu gencin!..
Kadınlarda bile bu kadar güzellik bulunmaz. Üstelik cesur ve merd bir erkek..
                                             
13
Hecin süvari demek istiyor.
70Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Biz, tabiî ve normal haklarımız ve ilişlerimizden zorla kendimizi uzaklaşıp
davalar ve asırlık hayaller peşinde koşuyoruz.  İnsanlık haklarımızı inkâr ediyor,
çiğneniyoruz. Bu, ne zaman kadar böyle  gidecek ve nerede son bulacak, nerede
duracak?
Tıbkı iki ruhlu insanlar gibiyim. Cesedimde hangi ruh hakim onu tayin
edemiyorum. Aşk beni yerden yere vuruyor.. Vazife ve ideal, tesirinden yakamı
sıyıramadığım bir kâbus gibi beni eziyor. Hem de kıyasıya.. Benim yasımda, benim
kadar güzel bir kızın hayatta ve Dünya'da nasibi sade bu mu yarabbi! Büyük  İsrail
Devleti, David saltanatı, Dünya'nın bütün insanlarına tahakküm etmek ve mümtaz
millet olmak... .
Bütün bu, asırlardan beri ecdattan ahfada intikal eden ve ırkımıza çok pahalıya
mal olan inanç..! Cesaretin varsa ve kendinde o kudreti görüyor  isen bu kâbustan
sıyrıl da göreyim seni Suzi!
Halet heybetli kıtasını önüne düştü ve kuş gibi uçtu. Develerin hayret verici
çevik hareketleri ve kayışları, kısa süren rüya gibi gözlerimin önünden sıyrıldı geçti.
Ne bir veda, ne bir tahassür, ne de ufak bir iltifat... Bu Dünya güzeli erkek, bunların
hepsini bize çok görerek ufuklardan öyle süzülüp gitti ki!.. Hani Türkler kadına düşkün
idiler. Yalan bunlar, bütün güzelliğimi, bütün cazibemi, bütün zekâmı seferber ettim, o
mağrur gözleri dönüp bana bakmadı, o parlak gözlerin içi sıcak sıcak bana gülmedi.
Aşka da, Viladimîre'de, Halete de, güzelliğime de,  şansıma da, anama da,
babama da hepsine lanet olsun! Bu hayatada!...
Türkler'in ağır ağır çekildikleri söyleniyor, ingilizler nedense peşlerine
düşemediler.  İşten anlayanlar diyor ki: Eğer arada kanal olmasaydı. Türler  şimdi
Mısır'ı baştan başa ellerine geçirmiş olurlardı. Araplar da onlara yardıma hazırmış.
Ne olsa her ikisi de Müslüman. Bizim dinimizi, diyanetimizi çiğneyen Müslümanlar!..
Dün akşam buradan dolaşan söylentilere inanılmak lâzım gelirse Türkler
Katya önlerinde bir ingiliz birliğini perişan ve mağlûp ederek bir çok da esir ve hayvan
elde etmişler. Garip şey!.. Bu sessiz, sakin millet bunu yapıyor. Tevekkeli dememişler,
böyle sessiz insanlardan korkulur. Onları harb cehpesinde doğüşürken görmek
isterdim. Acaba  şu güzel  Halet düşman karşısında nasıl efsaneleşir, nasıl
harikulâdeleşir... Onun kanat açmış melekler gibi, pelerini içine rüzgârları doldurarak,
şu ince bacaklı, çevik develeriyle düşmana saldırışını seyir ve temaşa etmek ne
doyulmaz bir zevk, ne anlatılmaz bir heyecan ne ifade edilmez bir şey olurdu.
Fransa'da okumuş, iyi bir aile muhitinde yetişmiş, kibarlığı güzelliğinden,
güzelliği kibarlığından üstün bir insan. Fakat o yukarıdan bakışları, o göz ucuyla
insanı süzen, arada bir belindeki kırmızı kuşağına elini sokup karşısındakini hiçe
sayan insan... Belki de onun bu hali beni çileden çıkardı. Bu, ne Viladimire benziyor,
ne de benim şimdiye kadar gördüğüm diğer insanlara. Bunda başka bir füsun, başka
bir cazibe, başka bir mana var.!"
"- Nereden geliyorsunuz!." dedim, cevap alamadım.
"- Nereye gidiyorsunuz? dedim. Öğrenemedim. Ne  İpek saçlarım, ne hareli
yeşil gözlerim, ne de herkesin aklını başından alan güzelliğim bu delikanlının
71Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
ruhunda en ufak bir ihtizaz yapmadı.!. Aklıma tuhaf bir fikir geldi, eğer birgün
kadınlarda asker olup cephelere gidecek olursa bu adam tek başına hepsini esir eder,
çıkar.
Aman Yarabbi! Benim bu kadar heyacanım ve aşkıma rağmen buna bu
insanların mezarını kazmak vazifesi verilsin. Bize yurt veren, bizi koynunda
barındıran, bizi bağrına basan bu insanlardan ne alıp vereceğimiz var.  İşitseydim
inanmazdım, gözlerimle gördüm. Kaç tabur, kaç  alay köyümüzden geçti. O, buram
buram terleyen, sıcaktan bunalmış insanlar tenezzül edip bizim elimizden bir bardak
su içmediler ve istemediler. Sakalarının getirdiği su ile yetindiler.
Sunu unutmayalım; Arap kadınları desti, desti su ve ayran ikram ettiler onlara...
Sepet sepet portakalları yollarına serdiler ve en garibi, bu savaş meydanlarına giden
erlere cesaret vermek için hep bir ağızdan bağrıştılar:
"Namusumuzu müdafaa edeceksiniz. Biz kadınlarınız arkanızdayız. Allah
sizinle beraberdir. Düşmana arka çevirmeyiniz. Vatanımızın ve bizim namusumuz
sizlere emanettir."
Hiç bir teşkilâtın eseri olmayan, kendilinden doğan bu göz yaşartıcı manzara
beni öldürdü ben de sinir namına birşey bırakmadı.
Araplarla Türkler'in birbirlerini  sevmediklerini ve bizim bundan istifade
etmekliğimizi tenbih etmişlerdi. Bu mu sevmemek? Gözlerimle görmeseydim
inanmazdım. Arap kadınlarının yollar üzerine serdikleri portakalları kapışan, suya,
ayrana saldıran insan görmedim. Çok vekarlı, çok asil bir millet bu....!
Ve ben... Hiç bir  şeye akıl erdirmeden, hiç bir alâkası olmayan bu zavallı
insanların aleyhine çalışayım. Bu, bir insan  İçin tasavvur edilecek talihsizliklerin en
büyüğü, en fecii, en korkuncu!.. Bizim hahamlarımızın, büyüklerimizin ve
ittihatçılarımızın bize söyledikleri sözler, önümüze döktükleri edebiyat ve çektikleri
nutuklara rağmen, içimin ta derinliklerinden, ruhumun kuytu köşelerinden bir ses
duyuyorum:
"- Suzi ! Bu hıyanetinin cezasını çekeceksin!.."
* * *
Babam bende gördüğü değişiklikten ve moral bozukluğundan şüpheye düştü.
O; Karakoydaki rutubetli, küflü odamızı unuttu, şimdi büyük idealler peşinde koşuyor.
Fakat karyolamın ucundaki onun meş'um hayali gözümün önünde olanca canlılığı ile
duruyor. Göya Talmut ona böyle bir hak tanıyormuş, Doğru ise, ne fecî  şey bu!..
Fakat ben buna inanmıyorum, böyle şey olamaz.
Dün, öküz arabaları içinde bîr yaralı kafilesi köyümüzden geçip yukarılara
doğru gitti. Kudüsteki hastahanelere gidiyorlarmış. Sanki kolları, bacakları
parçalanmış insanlar değil de, düğün alayına giden delikanlılar gibi öyle sakin bir
halleri vardı ki bunların... Bir yandan onlara acıdım, bir yandan da kendimden
iğrendim, nefret ettim. Hakikaten biz böyle kötü, fena, habis ruhlu insanlar mıyız,
yoksa insanların taş yüreklilikleri ve bize reva gördükleri zulüm ve hakaret mi bizi bu
72Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
kötü yollara sürükledi? Gel de işin içinden çık!.. Hahamlar ve babam daima şunu bize
telkin ettiler:
"İsrail oğullarından  olmayan herkes hayvandır. Onlara yapılacak her fenalık
mübahdır, borcdur. Bizi ayakta tutan, bize yürüdüğümüz dikenli yollarda cesaret
veren, bizi besleyen kinimizdir. Bu kin zayıfladığı gün güm diye yıkılırız biz. Bu kini
içimizde saklayınız, büyütünüz, yaşatınız ve goyimlere karşı bir şefkat ve merhamet
hissi beslemeyiniz."
Ama neden? Acaba bizim bu tarzdaki düşüncemiz mi insanları aleyhimize
çevirdi, yoksa onların bize yaptıkları zulüm mü bunu doğurdu? Yumurta mı tavuktan,
tavuk mu yumurtadan çıktı gibi bir  şey!.. Bu mesele asırlar boyu halledilmemiş,
kıyamete kadar da halledilemez.
Mühim olan  şu ki,  şimdi benim masum omuzlarıma, başımdan büyük
mesuliyet yüklenmiş, ben bunu altında ezilirken bir de aleyhine çalıştığım insanları
tetkik ediyorum, bunlara ibtidaî dediler,  bunlara, barbar dediler. Yemin ederim ki,
yalan bunlar! Birlikler köyümüzden geçerken, bu kızgın güneş altında  şahlanan
sinirlerle moralleri zayıflamış zannettiğimiz insanlar tunçtan birer heykel gibi, sessiz
ve sedasız akıp gidiyorlardı, hiç birinde bir lâubalilik, hiç bir subayında hafif bir
hoppalık görmedim. Hele bu yaralılar... Hele bu yaralılar. Kırk, elli öküz arabalık bir
kafile idi bunlar. Arap kadınları yollarını kesmiş, önlerine geçmiş neleri var, neleri
yoksa onlara ikram etmişler... Limonata, ayran, su portakal ve saire... Bizim köyümüz
böyle bir insanlıkta bulunmadı. Ya bu adamlar buradan bütün bütün çekilir de biz, şu
kendini beyenmiş, hodgâm ingilizlerle başbaşa kalırsak, onlar böyle mi hareket
ederler, hiç sanmam! Ben bir İngiliz subayının karşısında arz-ı endam edersem böyle
mi hareket eder!.. Katiyen!... Avrupalıları gördük. Onlar bize Türkler aleyhinde
söylemedik söz bırakmamışlardı.  Şimdi alay alay, yığın yığın cephelere giden bu
milletin erlerini, kumandanlarını görüyoruz. Ne işitmiş isek, bize bunlar aleyhine ne
söylenmiş ise hepsi yalan ve bunlar duyduklarımızın tamamen aksine hakiki birer
centilmendirler...
Körolası talih; beni bu asil milletin mezarını kazmakla vazifelendirdi. Allah
Şahid olsun ki; ben bunu isteyerek yapmıyorum. Evet, Polonya'da bulunduğumuz
sırada, mektepde, sokakta, parklarda bize yapılan hakaretleri hatırlıyorum ve
goyimlere karşı içimden kinler taşıyor, kabarıyor. Fakat bu zavallı adamların,
önümüzden kuzu, kuzu, sakin, sakin geçişlerine, vekâr ve kibarlıklarına bakıyorum da
ruhumun derinliklerinden bir ses, tokat gibi, kamçı gibi vicdanım üzerinde saklıyor ve
bana haykırıyor:
"Suzi! Cinayet işliyorsun. Bu kendi halinde insanlar, vatanlarının ve
namuslarının uğruna bu cehennem gibi sıcak iklimde dönüşüyorlar. Siz onları adım,
adım takip edip bütün sırlarım düşmanlarına bildirmekle büyük günaha giriyor, kana
giriyor, kötülük ediyorsunuz. Cezasını da mutlaka çekeceksin."
Cezasını öyle mi? Fakat nasıl bir ceza? Korkunç, evet korkunç! Bir ahtapot
gibi bütün kollarıyle ruhumu sarmış olan bu hayalet daima bana haykırıyor gibi:
"Cezanı çekeceksin Suzy..."
Gel de bunu benim ahmak ve haris babama ve câhil anama anlat!.. Onlar da
beni kıskıvrak öyle bir mengene içine almışlar ki haddin varsa gel de kurtul bu
kâbustan!.. Köyün öteki genç kızlarına benimki kadar ağır yük yüklenmedi, büyük
73Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
vazife verilmedi. Demek ki benim bütün bedbahtlığım güzelliğimden geliyor öyle mi?
O halde lanet olsun bu güzelliğe! Ne Viladimir, ne de Halet'in önünde bu güzellik para
etmedi, hiyanete yaradı.
* * *
Zomarin'de Sara ablaya, misafir oldum, beraberce Nasıra'ya, Kefer Kenna'ya,
Karme'e ve Hayfa'ya gittik, gezdik, dolaştık, biraz içim hafifledi. Çok şeyler gördüm ve
istifade ettim.
Zomarîn'e döndüğüm vakit Sara abla bana şunları söyledi:
"Güzel kız kardeşim..'. Kurtuluş günlerimiz yaklaşıyor. Barbar Türkler'in
buralardan ebediyen çekilip gidecekleri gün geliyor. Bütün bu topraklar, bir ülke, bunu
ilerisi, gerisi, ötesi ve daha ötesi hep bizim olacak... Bugünün daha çabuk gelmesi
için, Türkler'in buradan bir an evvel çekilmesi lâzımdır. Kanalı söktüremediler, orada
tutunanındılar, geri geliyorlar. Sizin köyünüz onların geçitleri üzerindedir. Onlar
hakkında elde edilecek en ufak malûmatı günü gününe, saati saatine bize haber
vermeli, babana yardım etmelisin... Sen israil tarihinin parlak sahifelerine, siyonizmin
büyük kahramanı olarak geçeceksin Suzi, göreyim sen."
Bu sözlere bakılırsa; Sara ablanın heyecan ve samimiyetine ve göğüs gerdiği
tehliklere de bakılırsa, boş yere çalışmıyorum ben. Fakat içimteki ifrit beni rahat
bırakmıyor ki: Cezanı çekeceksin Suzi, cezanı....
* * *
Köyde büyük heyecan var. ingilizler adım adım buralara yaklaşıyor, Türkler'de
var kuvvetiyle müdafaaya hazırlanıyorlarmış. Köyümüzün genç, ihtiyar, erkek, kadın
bütün insanları cephe gerilerinde cirit oynuyorlar, geleni, gideni ve bütün gördüklerini
Sara ablaya yetiştiriyorlar. Askerlere kağıt, zarf ve kırtasiye satmak için birliklerin
haremine kadar sokulan ırkdaşlarımız öyle malûmat topluyorlar ki... Fakat bu Türkler
ne kadar saf insanlar!.. Gözleri ileride düşman gözetliyor, halbuki düşman onların
koynunda, haberleri yok. Bu dikkatsizliğin sırrını çözdüm ben... Bu millet gayet asil ve
civanmert. Dayım; bir Türk masalı söylemişti geçen gün: Bir kahvenin kırk yıllık hakkı
olurmuş, Öyleya, bize toprak, bize yurt, bize yuva veren bir millet aleyhine
çalışacağımızı böyle adamların havsalası almıyor, onun için bu kadar lâkayd ve
ihtiyatsızlar!.. Günah kimin? Artık ötesini kafam çözemiyor.
* * *
Moze topladığı malûmatı Sara ablaya yetiştirdi.
Ramle'den gelen bir bölük ve onun başındaki genç zâlim, merhametsiz, hırçın
bir subay "Yafa" şehrini bir günde boşalttı.
14
 Bu genç zabitin ırkdaşlarımız hakkında
                                             
14
Bu vazife Allah tarafından bana verilmişti. Kimsenin malına, canına, ırzına dokunmadan,
kimseden beş para almaya tenezzül etmeden  şehri, aldığım emir mucibince bir günde tahliye
ettirdim. Yahudi kızının hezayanlan beni hedef tutuyor. Halbuki ordu kumandanı ve Bahriye Nazın
Cemal Paşa, şehrin en geç yirmi dört saat içinde boşaltılmasını emretmiş. Bir bölük kumandanı
buna ne yapabilir?
74Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
en ufak bir merhamet hissi beslemediği söyleniyor. Dindaşlarımız lâyikiyle eşya ve
mallarını almağa, vesaid tedarik etmeğe vakit bulmadan öyle hoyratça evlerinden
atılmışlar ki; Ya, bu herifi bizim başımıza da musallat ederlerse o zaman biz ne
yapabiliriz? Bunu düşündükçe üzerime yüklenen vazifenin haklı bir vatan vazifesi
olduğuna inanıyorum.
Bundan başka buraların da tahliyesini emrederlerse biz nereye gidebiliriz.
Geriler tıklım tıklım ve  şehirler halkı aç. Bütün bunlar bizi, Türkler'in bütün bu
topraklardan çekilmesi için çalışmağa sevk etmez mi? Bu cihetten  şimdi biraz
müsterihim.
* * *
Yukarıdan bir sürü asker geliyor. Mozez;  İstanbul'dan ve  İzmir'den de taze
kıtalar geldiğini ve hatta Galicya Cephesi'nde harp etmiş, tecrübeli birliklerin de üst
üste yığıldıklarını bildiriyor. Bi'resseb'ya da Türkler yığılmışlar ve dün ingiliz
tayyareleri orasını şiddetle bombardıman etmiş. Bütün bunlar bize, tehlike içinde
olduğumuzu gösteriyor. Fakat civarımızdan geçen Türk kıtalarından en ufak kötü bir
muamele bir hushumet görmedik doğrusu!.. Aksine kibar ve asıl bir millet vesselam!..
Gazze ve El'ariş arasında iki ordu karşılıklı toplanıyor. Ergeç büyük bir
mücadeleye  şahid olacağız. Bakalım netice ne olacak. Yafa'yı boşaltan
ırkdaşlarımızdan muhtaç ve kimsesiz on kişiyi köyümüze yerleştirdik, diğer otuz kişilik
kafile Câuna'ya gittiler. Biz onların istirahatlerini ve ihtiyaçlarını temin ettik yaralarına
merhem olduk, teselli buldular. Bunlar için Roçild'in vekili para gönderecek! Onlara ev
yapacağız ve arazi satın alacağız. Köyümüz genişliyor, halkı çoğalıyor. Şu var ki; bir
türlü huzur ve emniyet içinde değiliz. Babam ve bizim köyün büyükleri, taşkın
Siyonistler cezbe halindeler. Türkler buradan çekilecek ve  İngilizler buralarını bize
terk edecekler diye!.. Peki ama iki mühim nokta bu cezbe halindeki insanların
gözünden kaçıyor. bunlardan biri: İngilizlerin sözüne inanılır mı? Ülkesinde Güneşin
batmamasiyle iftihar eden bu millet burasını ele geçirirse kolay kolay bize terk eder,
buyurun güle güle oturunuz der mi? Ama biz onlara bütün varlığımızla kavim, kabile
yardım ediyoruz. Erkeklerimiz masum, mert ve erkek Türk ordusunun gerilerinde, her
türlü tehlikeleri göze alarak onlara sıcağı  sıcağına haber yetiştiriyor. En hurda
malûmatı topluyor, onlara takdim ediyoruz. Türkler bunu bir sezecek olurlarsa en ufak
ceza: Ölüm! Kız olarak ben, bütün güzelliğimi, aşkımı, istikbalimi, herşeyimi davaya
adadım. Bütün tabii haklarımı büyük David saltanatı hülyasına feda ettim. Acaba
netice yine üç bin yıldır elde edilen neticenin aynı mı olacak? Kim bilir, kendimi bir
sete kaptırmış, gidiyorum, öyle bir gidiş kî belki bunun dönüşü olmayacak...
* * *
Lübnan'daki fırka ile Suriye'de toplanan bütün ihtiyat kuvvetleri ve İstanbul'dan
gelen tekmil  İmdat kuvvetleri Gazze'ye doğru ilerliyor. Bizim erkeklerimizde çeşitli
şekillerde, tıbkı dost gibi, zararsız bir unsur gibi peşlerinde!.. Ne saf millet!.. Bizden
bir şey ummuyorlar.
Dün akşam taze ve henüz harbe girmemiş bir alay köyümüzden geçti.
Subayları bir kaç dakika kahveye uğrayıp birer fincan kahve içtiler. Alayın kumandam,
Hürkül gibi bir binbaşı, ne adını, ne de numarasını  Öğrenemedik. Sadece ku-
75Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
mandanının  İzmirli olduğunu öğrendik. Sara Abla bizden haber bekliyor,
görebildiklerimizi, duyabildiklerimizi saati saatine yetiştiriyoruz.
Top sesleri, acı acı kulaklarımıza geliyor. Uzaklardan akseden bu sesierin
dehşetini ve o toplara hedef olan insanların halini düşündükçe iliklerime kadar titriyor,
ürperiyorum. Bu yetmiyormuş gibi bizim de, bu memleketin sahipleri aleyhine
sarfettiğimiz gayretler vicdanımı eziyor ruhumu öldürüyor ve beni öyle müthiş bir
mânevi işkenceye sokuyorki... Bir ey diyemem, asırlarca dindaşlarımız sürgünden,
sürgüne; firardan, firara; esaretten, esarete; duçar oldular, yollarından dönmediler. Bu
kadar ısrar ve mücadelenin elbette bir manası vardı.
Gazze ile El'ariş arasında müthiş bir muharebenin başladığı haber alınıyor.
Gazzede Alman, Avusturya ve Macaristan topçuları da varmış. Devamlı gök
gürültüleri içinde yaşıyoruz, asabım bozuldu. İngiliz Ordusunun en az iki misli kuvvetli,
silâh ve cephanece çok üstün olduğu söyleniyor. Bütün bunlara,  şu gördüğümüz
kuzu gibi sakin insanlar karşı koyacak, hayret!
Geçen gece Elza anlatıyordu: Şu gördüğünüz sakin ve vakur insanlar yok mu,
işte bunlar Asya'nın göbeğinden bir sıçrayışta, Viyana önlerinde soluk alan, denizler
aşan, italya'ya kadar uzanan, Afrika'yı baştan başa feth eden ve bayraklarını yer
yüzünün üç kıtasında dalgalandıran bir millettir. Sükûneti asaletinden ve
müsamahakârlığı azametinden doğuyor. Fakat bu sakin milletin gayzı ve nefreti de o
derecede müthiştir, ihtiyatlı olalım...
İçime müthiş korkular çöküyor, geceleri uyuyamıyorum, gündüzleri bir yerde
duramıyorum. Sara Abla mütemadiyen bize cesaret mesajları gönderiyor. Aron'dan
hergün haberler geliyor. Bütün  İsrail oğulları hazır ve ayakta!.. Allah sonunu hayır
eyleye...
* * *
Büyük muharebe patladı. Bizimkiler, Türkler'in bu mithiş kuvvet karşısında
çekilmeğe mecbur olacaklarım söylüyorlar. Arap köylüleri aksini... Civardaki köylerin
Arap kadınları toplanarak zafer neşideleri okuyor ve ellerinde ne varsa cephe
gerilerindeki hastahenelere taşıyorlar. Meyveler, yoğurtlar, desti desti su, yün yataklar,
yorganlar, herşeyi, herşeyi...
* * *
Harbi Türkler kazandı. Bu bir meydan muharebesi idi. ingilizlerin o korkunç
topları, o mükemmel ordusu, dev gibi atlara binmiş süvarileri, er meydanında Türkün
sırtını yere getiremedi ve yüzgeri dönüp gitti. Bizde donup kaldık.  Şu koca ingiliz
ordusunu paçavra gibi geri atan, mağlup eden işte o sessiz, sakin, terbiyeli, kuzu gibi
adamlar. İnsanları anlamak ne müşkül!..
Köyümüzün ilerisinde seyyar bir harb hastanesi kuruldu, bütün köylüler yatak
ve yorgan yardımı yaptıkları halde bizden bir çöp bile veren olmadı. Şuna dikkat ettim
ki, onlarda bizden bir  şey istemedi. Demek ki tenezzül etmediler, bize inanmadılar.
Başkumandan Cemal Paşa'nm gayet gaddar ve merhametsiz ve üstelik de
yahudilerin düşmanı olduğu söyleniyor. O, Yafa'nın boşaltılması ve Taberiye'deki
76Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
yahudilere yapılan muamele hiç te hoş bir alâmet değil.. Şimdi bir de ingilizlerin bütün
bütün mağlûp olup buralardan çekildiklerini bir düşününüz, o zaman bu adamlardan
biri haydi defolun deyip de bizi palas pandıras buralardan sürerse o zaman vay
halimize!.. O zaman Polonya'daki rutubetli ev, küflü dükkhan, sefil hayat da bizim için
bir hayal olur.
Gelen haberlerden Türkler'in zaferlerinin kat'î ve muazzam olduğunu
öğreniyoruz. Ama köyümüzden geçen yaralı kafileler ve onların başındaki
kumandanlarda hiç de zafer gururu gözükmüyor. Yine eski sakin ve vakur halleri
devam ediyor.
Mozez diyor ki:
"— Siz birinci savaşa bakmayınız bu;  İngilizlerin Türkleri bir yoklaması idi.
Noksanlarım bir tamamlasınlar da görünüz, bir hamlede Kudüs ve ondan sonra
soluğu  Şam'da alırlar. Belki de  İngilizler harbi mahsus kaybettiler, bu da bir plân
olabilir, bizim askerlik işine aklımız ermez, vazifelerimizi yapmağa devam edelim."
Artık baharla yaz arasında bir mevsim yaşıyoruz. Mayıs'da bizim görmediğimiz
alışımadığımız bir yaz, bir sıcak mevsim. Ekinler oldu, biçiyorlar. Meyveler, bademler,
üzümler kemale geliyor. Fakat bütün bu  nimetlerin zevkini sürecek huzurdan
mahrumuz. Bir yanda top gürültüleri, bir yanda binlerce yaralının geçit resmi ve
görmediğimiz binlerce insanın ölümü ve kulaklarımız tıkadığımız ahu figanlar ve bizim
bunlarakarşı lâkaydımız hissizliğimiz ve nankörlüğümüz.
Belki bir gün gelecek bu yazıları okuyanlar diyecekler ki: Bir insan hakikatleri
bu kadar berrak bir  şekilde görür, aleyhinde çalıştığı milletin alicenablığını ve
mertliğini gözleriyle bizzat müşahade eder de, nasıl olur da tabiatın ve vicdanının ters
istikametinde yürümeğe devam eder? Bu istifhamı ben çözemedim, benden
sonrakiler de çözemeyecek, geriye kalan sadece şu cümle:
Büyük ve uçsuz bucaksız  İsrail devletî: Hududları Nil'den Fırat'a kadar
uzanan muhteşem imparatorluğumuz!...
15
Kimbilir, belki...
* * *
İki gündür ortalık yeniden sarsıldı. 1917 Mayıs ayına böyle sarsıla, sarsık
geldik. Top sesleri  şiddetlendi yeni bir harb başladı. Öylesine  şiddetli, öylesine
şiddetli, öylesine müthiş bir harb ki!..  Şiddetini buralardan duyuyor, dehşetini
buralardan hissediyoruz. Kıyasıya bir doğuş. Köyümüzden ve civardan geçen
yardımcı askerlerin gidişatına, çatılmış kaşlarına, insanda hayret uyandıran soğuk
kanlılıklarına bakıyorum da bunu tıpkı büyük fırtınalara takaddüm eden sessizliğe
benzetiyorum. Top sesleri bütün hıncıyla, bütün gürültüsü ile tepemizden patlıyor
gibi... Bunun karşısında insanlar nasıl dayanıyorlar, zor şey doğrusu. İşin fenası bizim
işlediğimiz çifte cinayetler değil mi?
                                             
15
Nilden-Fırat'a?
77Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Gelen haberler karışık, kimisi Türkler'in, kimisi de İngilizler'in harbi kazandığını
söylüyor. Anlaşılan henüz kat'î bir netice alınmamış.
Fakat gece yarısı köye gelen Kempinski acı bir haber getirdi. Türkler kafi bir
zafer daha kazanmış ve ingilizleri bozguna uğratmışlar!.. Arap köylüleri de böyle
söylüyorlar, top seslerinin azaldığı ve Türklerin yerinde kaldıklarına göre bu haber
doğru... Ne karanlık bir hayat, ne karanlık!...
Mozez bir vecize daha yumurtladı: Son gülen tam gülermiş... Ya son ağlayan,
bundan hiç bahsetmedi, galiba son ağlayış bir ölüm feryadı, bir matem ağlayışı
olacak!.. Ama kimin?!... O daha belli değil...
* * *
Türkler üst üste iki büyük meydan muharebesi kazandılar.Avrupalı müttefikleri
diğer cephelerde böyle zaferler kazanırlarsa ve büyük İngiltere ile müttefikleri harbi
kaybederse o zaman binlerce yıl süren intizarlar, ümitlere, hayallere, hülyalara
ebediyen veda etmiş olacağız. Ne korkunç bir vaziyet!..
Ortalık sıcaktan cayır cayır yanıyor. Bu gece bir  İngiliz sihirli silahı bütün
Gazze ovasını korkunç bir dehşete boğdu. Kurşun işlemez, dere, tepe dinlemez bir
motor. Türk siperlerini çiğneyecek ortalığa korku saça çakmış...
16
 Türkler bunun
karşısında acze düşecek korkudan teslim olacak zannediyorduk. Bir de ne işitelim:
Bu korkunç motor, tam bir Türk siperinin üzerine geldiği zaman, Türk topçusunun bir
tek mermisiyle param parça edilmez mi? Hayret... Gecelerin zifiri karanlığında, göz
gözü görmezken bu Türk topçusunun bu muvaffakiyeti ne ile izah edilebilir. Şimdi bu
aleti ellerine geçiren Türkler muhakkak ki; onun sırrrını çözecek ve benzerini mutlaka
yapacaklar, buda ayrı bir facia!..
Bu facialarla, hayallerle, kanla, ümitle, dikenle dolu yollarda, bu mânevi
bataklıklarda biz daha ne zamana kadar yürüyeceğiz. Yoksa bu yol bizi cehenneme
mi, yahud uçsuz, bucaksız uçrumlara mı götürecek. Hiç birşey bilmiyorum, hiç
birşey...
Bugün yeni ve hepsinden müthiş bir kara haber!.. Sara Ablayı Türkler
yakalamışlar. Şu, hiç bir şeyden habersiz gibi görünen, sakin yüzlerinde ve masum
simalarınada hangi manaların gizli olduğunu bilinmeyen Türkler!.. Moze diyor ki: Sara
Ablayı öyle döğmüşler, öyle işkenceler yapmışlar ki kadının bunlara nasıl tahammül
ettiğine  şaşmamak mümkün değil! Türkler zavallıyı çini çıplak ederek vücûdunu
kamçı darbeleriyle delik deşik etmişler ve sonunda zavallı tabancasiyle intihar ederek
bu işkenceden kendisini kurtarmıştır.
17
Zamarin'de aziz  ırkdaşlanmız Josef Tobin ile Naman Bolkent de yakayı ele
vermişler, akıbetleri kötü. Safed'de bir çok ırkdaşımız yakalanarak ordu karargâhına
sevk edilmişler. Demek ki, uyur gezer gibi zannettiğimiz bu insanlar hiç de o kadar
lâkayd ve uykuda insanlar değilmişler!..
                                             
16
 Tanktan bahsediyor
17
 Dayak ve işkence katiyyen yalan ve yahudi uydurmasıdır. Korkunç casus kadın Şahab
Vadisine kendisini atmak suretiyle intihar etmiştir.
78Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Bu haberleri aldıktan ve manasız konferansları dinledikten sonra kendi halimi
bir düşünüyorum ve iliklerime kadar titriyorum. Korkuyorum.  İşlediğimiz cinayetler
meydanda, birgün bizi el ense ederlerse kendimi nasıl müdafaa edebilirim. Hangi
meşru sebep, hangi mâkul mukadderat beni Sara Abla'nın âkibetinden kurtarır.
Siyonizm ve büyük İsrail ve David saltanatı heyhat! Heyhat!
Bu uğurda binlerce senedir, kaç bin kurban verdik, kaç bin felâkete katlandık.
Asırlar boyu iklimden iklime diyardan diyara sürüldük, itildik, kakıldık. İnsanların nefret
ve kinlerini üzerimize topladık. Firarlar, sürgünler, pogramlar bizim günlük hayatımız
oldu. Hiç birşey bizi yolumuzdan alıkoymadı. Hiç bir ders bize kâr etmedi. Musibetler,
facialar, felâketler, hakaretler bizi adam etmedi. İçime fena hisler doluyor. Anamın ve
hele babamın tazyiki, hahamların telkini, talmut... Bütün bunlar irademi öldürdü. Bir
saman çöpü gibi kendimi akıntıya kaptırmış gidiyorum. Viladimir'in aşkı öldü. Halet
yüzüme bile bakmadı.
Adnan kibar, asil ve zarif çocuk!.. O  kadar da saf ve temiz. Ben onu bütün
kalbimle seviyorum o da beni seviyor. Şu mutaassıp, kaba, ruhsuz insanlar olmasa
ben bu çocukla evlenir ve Dünya'mn en mes'ud insanı olabilirdim.
Öyle korkunç ve kirli bir aşk içindeyim ki; ruhumla hissim birbirine zıd hisler ve
hareketler halinde... Bir insan bütün kalbiyle sevdiği, güzel, yakışıklı, asil bir gencin
ve onun mensup olduğu cemiyetin canına kasdeder mi?
Şuna inanıyorum ki; Adnan bu saf güzel delikanlı beni samimiyetle seviyor. O,
hiç ötekilere benzemiyor. Mahcup ve görgülü bir insan!.. Onun uzun parmaklı beaz,
yumuşak elleri vücudumda dolaşırken bir yandan içim titriyor bir yandan da
cehennem zebanisi gibi arkamda, kapkara, kop korkunç birer heyulanın bulunduğunu
düşünüyor, bu defa da korkudan titriyorum. Hakikatte ve görünüşte iki yüzlü bir oyun
oynamaktayım.  İçime sorsalar ve onu okuyabilseler orada saf ve masum bir aşk
görülür. Bu tezatlardan ben değil benim kötü talihim ve o  nisbette kötü ruhlu olan
babam ve anam mes'uldürler. Beni onlar bu uçuruma sürüklüyorlar. Ne aşkım, ne
güzelliğim, ne gençliğim bu kayışa firen olamıyor ve ben hangi korkunç akibete
yuvarlandığımı tam manasiyle hissediyorum. Bu bir hiss-i kablelvuku!.. Ve içimdeki o
korkunç ses haykırıyor:
“- Suzy! Cezanı çekeceksin! Aşklarınla, hiyanetlerinle birlikte
gömüleceksin!..”
* * *
Evet aziz okuyucu, bu genç yahudi casusu, bu güzel kız, henüz tazeliğinin
sihrini muhafaza eden dolgun göğsüne dokuz kurşun yedi ve ve bu facia perdesi
Öyle kapandı...
79

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder