Yazan : Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Yahudi Casusu
SUZY LIBERMAN .
Bu eser: Genel Kurmay Başkanlığının
tetkiki ile
ordu subaylarının
okumasının faydalı olacağı
tesbit edilerek,
26 Mayıs 1935 tarih,
43782 sayılı tamim ile 40 000 nüshası alınarak Ordu'ya dağıtılmıştır. Suzy Liberman’ı okurken bu günü göreceksiniz. Dün cephe arkasında idealleri
uğrunu ırz ve namusuna hiçe sayıp düşmanlarını (Müslüman Türk Evlatlarını) yoldan
çıkartıp hedefine ulaşmaya çalışan suzy’ler, bugün ise çağdaş yaşamda genç
beyinleri uyuşturup, heva ve heveslerine yölendiren suzyleri göreceksiniz. Üreticilik
çağına girmiş nice genç beyinler internet, tv, magazin, radyo, gazete ve sinamalar
aracılığı ile suzilerin tuzağına düşrülüp, tüketici olmaktan öteye geçmalerine müsade
edilmemektedir. Genç beyinler, bin bir türlü cilveleri ile birden çok cepheden taarruza
ugramaktalar. Bu taarruzun boyutu satırlar arasında sırıtacaktır.
Dün suzy yahudilerin arasından çıkmıştı. Bu gün bizden ve bizim içimizden
çıkıyormuş gibi gözükmete. Dün suzy bin yıllık israel için kendini feda etmekteydi. Bu
gün çağdaş Suzy’lerse para-şan-şöhret için yaptığı izlenimi vermekte. Bu gafiller
dünya çapındaki kapital çarka kendileriyle beraber binlerce taze ve üretken genç
beyinleri çekip sel gibi cehenneme akmaktalar. Gençlerse ülkelerine ve milletine
yaptıkları gizli ihanetin farkına varamadan Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri heva
ve hevesleri uğruna harvurup harman savurmaktalar. Sanki gençlikleri hiç
bitmiyecekmiş gibi oyun çemberinde küçülüp gitmekteler.
Bu kitabı okurken çağdaş Suzy’leri düşünüp içine düştüğümüz düğümü
görecek ve elli sene sonraki evlatlarımızın manevi mes’uliyetinin altında ezilip kül
olmaktan nasıl kurtulabiliriz diye soracağız. Merham Cevat Rıfat Atilhan
yaşadıklarından bir kesidin, hikaye olsun kese dolsun diye değil, ümmet-i Muhammed
gözlerini açıp çevrelerinde dönen entrikaları görsünler diye yazmıştır. Bugün önü
kapalılıktan, ekonomik krizlerden şikayet eden bizler hiç bir çaba ve gayret
göstermemekteyiz. Aksine suzylerin tuzağına düşmekte, bizden sonra gelecek
ümmet-i Muhammedin daha büyük sorunlar altında ezilmelerine ve önlerinin
tamamen kapanmasına sebeb olmaktan öteye gidememekteyiz. Bu yolları açıp
onların daha çağdaş yetişip ülkeye ve millete faydalı insanlar olarak yetişmesini
sağlıyacak zemini oluşturmaktan habersiz şehevani arzularımıza esir olmaktayız.
Okuyacağınız bu kitap, size bugün dünden daha fazla entrikaların cevremizde
döndüğünü gösterecektir. Dün israili kurmak için kendilerini feda edenler, bugün
oranın bekası ve sürekliliği için mücadelelerini sürdürdüklerini hissedeceksiniz. Dün
onları Kudüs’e taşıyan ve orada refah içinde yaşatan paraların, bugün düşmanlarının
keselerini akıpta kendilerinin karşısında güç olmamaları için nasıl eti kemiğe katıp
çalıştıklarını Cevat Rıfat’ın düne anlatan kalemiyle şahit olacaksınız. Ve şunu da
inşaallah göreceksiniz:
“Düşmanı hep dışarda aradık. Kendi içimize yönelip, kendi nefsimize bakmayı
hiç akıl edemedik. Halbuki düşman içimizdeydi.
1
Ve yetmişiki şeytan gücüyle bizi
kendimizden uzak yaşantıya kaptırmak peşindeydi.” Düşmanımızı yani kendi
nefsimizi
2
gördüğünüzde Çağdaş suzylerin içimizdeki gerçek casuslarınıda görmüş
olacak, çağdaş suzileri kalp sarayımızda saklayan, yeri geldiğinde bizleri onlarla
avutan casusla mücadele için silahları kuşanacaksınız. Bu kitap sizlere Çağdaş
Suzilerin öncülerinden biri ve en meşhurunu anlatacak. Öncüleri ile mücadelede
1
“Doğrusu insan kendi nefsini görür,” (Kıyame 14)
2
Nefisle Alakalı bazı Ayetler - 4:111, 4:135, 5:30, 12:23, 12:53(Nefsin kötülük emrettiğine dair),
13:33,17:14, 18:29 (Kalp zikrinde davam etmeye emreder)
sağlam bir inanç ve misyon yeterken, bugünün suzileriyle olan mücadelelerde ise
Ancak kişinin kendi nefsini yenip ruhuna ve ideallerine kuruması ile olabilir.
Nefsimizle mücadelede, bizlere Allah’ın ayetlerini okuyan bizleri temizleyen, kitap ve
hikmeti öğreten Allah Rasulü ve O’nun sevgilileri ile aramızdaki rabıta ve bağı
kestiğimizde felaketler ve acılar arka arkaya takip edecek ve bizden öncekiler de
olduğu gibi apaçık bir sapıklık içine düşevereceğizdir.
3
Cevat Rıfat Atilhan bu kitabında, harblerde kılınç ve imandan da öteye
gidildiğini bizlere göstermektedir. Bunun kişinin kendi nefsiyle olan mücadelenin
olduğunu sizlere yukarda birazda olsun ifade ettik.
4
Bu kitabı yazıp bizlere büyük ışık
tutan ve yaşadıklarının kendisiyle toprak olmaması için çok sevdiği kalemiyle
mücadele eden Merhum Cevat Rıfat Atilhan’dan Allah Razı olsun. Ruhu şaad ve
mekanı Cennet olsun.
28 Mart 2003 Cuma
www.atilhan.cjb.net
BİYOGRAFİ
Osmanlı'dan günümüze uzanan çizgide İslâm'ın bayraktarlığım yapan isimler
biliriz. Yaptıkları veya yazdıkları ile birşeyler bırakanlar arasında Necip Fazıl'lar,
Osman Yüksel'lerr ilk anda adı aklımıza gelenler oluverir.İşte hakikati haykıranlardan
biri de yazdığı eserler ile toplumu yahudilik, Siyonizm, tarihi bazı gerçekler
konusunda aydınlatan Cevat Rıfat Atilhan'dır.
Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde 1892 yılında dünyaya gelen ve genç
yaşta ordu saflarına atılan Cevat Rıfat Atilhan, Balkanlar'dan, Sina cephesine,
Zonguldak cephesine kadar birçok bölgede büyük kahramanlıklar göstermesiyle
bilinir. Cevat Rıfat'ın sivil hayatı da vefatına kadar yine mücadele içinde geçmiştir.
Cephede maharetle kullandığı kılıcını sivil hayatında bırakarak kalemine sarılan
Cevat Rıfat, yazdığı 74 eser ve binlerce makale ile bu ülke insanına masonluk,
siyonîzm tehlikesini ve entrikalarını anlatmıştır.
Cevat Rıfat Atilhan, İstanbul'un Süleymaniye Camii ile Şehzade Camii
arasındaki tarihi Vefa semtinde dünyaya gelir. Şam Mutasarrıfı Hasan Rıza Paşa'nın
oğlu olan Cevat Rıfat, dedesi Bosna-Hersek Beyi Hurşid Paşa'nın arzusuyla Kuleli
Askeri Lisesi'nde okur. 1912 yılında yirmi yaşındayken Harbiye'den mezun olan Cevat Rıfat, kendisini bir anda Balkan Harbi içinde bulur. Edirne muhasarası sırasında
esir düşer. Sofya'da bir süre tutulan Cevat Rıfat daha sonra İstanbul'a dönerse de
savaşlardan yakasını kurtaramayarak Osmanlı'nın kaderine ortak olur. Arnavutluk
harekatı, Suriye, Filistin, Sina cephelerine, Birinci ve İkinci Gazze meydan mu-
3
“O'dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah'ın âyetlerini okuyan, onları temizleyen,
onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir sapıklık
içinde idiler.” (Cuma Suresi – Ayet:2)
4
Nefs ile olan mücadeleyi Rasulüllah efendimiz Uhud harbi dönüşünde “Küçük harbden büyük harbe
dönüyoruz” diyerek de bizlere bildirmiştir.
harebelerine katılan Cevat Rıfat, özellikle Filistin'de yahudileri tanıma fırsatı bulur.
Daha sonra yazacağı kitaplarda bu dönemin etkileri büyük olur.
FİLİSTİN'DE YAHUDİLERLE İLİŞKİ
Cevaf Rıfat, Filistin cephesinde vatani vazifesini yaparken, orduyu geriden
hançerleyen vatan hainleri ile uğraşır. Bu hainler, Osmanlı'nın sinesini açtığı
siyonistlerdir. Cevat Rıfat, 1909'dan sonra Filistin'e yerleşen yahudi köylerinin yekûn
olarak ordu aleyhine casusluk yaptığım amansız takiplerle ortaya çıkarır, elebaşlarını
bizzat idam ettirerek bu cephede mukadder o!an mağlubiyeti önler.
Birinci Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti aleyhine neticelenmesi üzerine
Mersinli Cemal Paşa ile Konya'ya gelen Cevat Rıfat, Milli cephenin kurulmasını
sağlar ve bu arada İsparta Demiralayı ile Afyon'da Çelikalayın kuruluşlarına yardımcı
olur. Mersinli Cemal Paşa ile İstanbul'a dönen Ceval Rıfat Halife Sultan Vahdeddin ile
görüşür ve makamından ayrılışında Ferit Paşa kabinesinin emri ile tevkif edilerek
Bekir Ağa bölüğünde hapsedilir ve idama mahkum olur. 2 Ekim 1918 günü Mersinli
Cemal Paşa'nın Ferit Paşa kabinesini devirerek Harbiye Nazırı olmasıyle hapisten
kurtulur ve Harbiye Nezaretine yaver olur. 1919 yılında Zonguldak'a gelerek milli
mücadeleye katılan Cevat Rıfat, Zonguldak Bartın Ereğli havzasında 12 bin kişilik ilk
milli kuvvetleri oluşturur. Bu bölgede kömür havzalarının değerini anlayarak
yerleşmeyi hedefleyen Fransızlara karşı mücadele eden Cevat Rıfat, Fransızları
Sapça geçitlerinden Karadeniz'e sürer. 1920 yılında TBMM tarafından Milis
Generalliğe terfi eder.
Milli Mücadele'nin zafer ile bitmesi üzerine ordudan istifa eden Cevat Rıfat,
sivil hayata, çok sevdiği mukaddes bir davaya, basın hayatına atılır. Muhtelif
gazetelerde yazdığı onbinlerce makale ve 74 kitabı ile İslamiyet, farmasonluk,
yahudilik, Siyonizm, ve milli mücadele üzerine eseri kaleme alır.
Cevat Rıfat, Türk milletin kendisini uşak gibi kullanan ve sömüren
meperyalizmin, kapitalizmin ve komünizmin mucidi olan dünya yahudiliğinin gizli
yönlerini ve gayalerini sırlarını açığa vurur. Yahudilerin dünya hakimiyetini ele
geçirmek için kurdukları mason dernekleri, rotary kulüpleri, lions kulüplerini bütün
açıklığıyla ifşa eder.
Cevat Rıfat, Türk siyasi hayatında halk tabakalarına inerek İslam ve Türk
düşmanı olan Masonluğu tanıtan ilk Türk siyasilerindendir. Bu gerçek, sadece
Türkiye'de değil, dünyanın birçok yerinde kitaplarının tercüme edilmesiyle kendini
gösterir.
Cevat Rıfat Atilhan, son olarak 1964 yılında Mogadişu da toplanan İslam
Devletleri kongresine katılarak kongrenin İcra Komitesi başkanlığına seçilir.
"Farmasonluğun maskesini çatır çatır yırttım." diyerek Islanıi vazifesini
yaptığını gurur ile söyleyen Cevat Rıfat Atilhan, 4 Şubat 1967'de hayata veda eder.
HEDEFİ İSLAM DÜŞMANLARININ BİLİNMESİYDİ
Ölümünün 28.nci yılına ulaştığımız Cevat Rıfat Atilhan, hayatını yüzyıllarca
İslam'ın sancağını taşımış Osmanlı Devleti'nin yıkılmasında etken olan Siyonist ve
mason örgütlerinin toplum tarafından bilinmesine adamıştı. Kaleme aldığı 74 kitabının
büyük bir bölümünde hep bu konulara değinmekteydi. Resmi tarihin empoze ettiği
bilgilerin canlı şahidi olarak ele aldığı İnönü savaşları, 31 Mart vakası, İttihat ve
terakki tarafından işlenen cinayetler gibi konulara farklı bir bakış acısı ile yaklaşmış
ve bu olaylarda gizli kalan yönleri ifade etmekten uzak durmamıştı. İnönü
muharebeleri ile ilgili anlattığı anılarında İsmel İnönü hakkında anlattıkları oldukça
ilginçtir.
Cevat Rıfat, "Bütün Açıklığı île İnönü Savaşları" adlı kitabında İnönü'den şöyle
bahseder: "Bu hengâmede İsmet Bey'in ismi dahi yoktu. O böyle bir zaferden asla
ümitvar olmadığı gibi, Milli Mücadele diye bir teşebbüse girişmenin dahi tamamıyle
aleyhinde idi. Fiili hareketlerin henüz başlamamış olduğu bir dönemde, mütareke
senelerinde ben harbiye nezareti yaveri, kendisi de aynı nezaretin müsteşar muavini
idi.
Bir gün, eski Sekizinci Kolordu Kumandanı ve mumaileyhin eski arkadaşı Alî
Fuad Bey ile (Ali Fuad Erdem) birlikte İsmet Bey'in Süleymaniye'deki evine gittik. Bizi
kapıda karşıladı ve ilk söz olarak mukaddimesiz ve girişgâhsız, 'Artık hiç bir hareket
muvaffak olamaz, ve netice veremez. Paşaya teklif ediniz. Bir sulh heyeti kurulsun,
Avrupa'ya gidelim bu işi ne pahasına olursa olsun bîr neticeye bağlayalım. Ben
müşavir, siz de muavin olarak gideriz."
BAĞNAZ ANTİSEMİNİST DEĞİLDİ
Kaleme aldığı 74 kitabın büyük bir bölümü yahudilik üzerine demiştik. Filistin
Cephesi'nde yahudilerle oldukça içli dışlı olan Cevat Rıfat, yahudi köylerinin Osmanlı
ordusu aleyhine çalışmalarını görmüş ve bu konuda elebaşlan yakalatarak
cezalandırmıştı.
Cevat Rıfat, 'Millet olarak 15. asırda katliamdan kurtardığımız sinemizde
kendilerine barınma hakkı tanıdığımız bir milletin nasıl bir engerek yılanı olarak
zamanı gelince bizi soktuklarını gördüm' dediği eserlerinde 'Suzy Liberman,
Simi Simon gibi yahudi casuslardan. Sultan Abdülhamid'ten toprak almaya
çalışanlara kadar yüzlerce Örnek getirir.
Millet olarak 15. asırda katliamdan kurtardığımız, sinemizde kendilerine
barınma hakkı tanıdığımız bir milletin nasıl bir engerek yılanı olarak zamanı gelince
bizi sokup mahvetmek istediğinin en açık izahını bu eserde bulabileceğiz. Bu eser
Siyonizmin Filistinde yahudi devleti kurması için giriştiği türlü nimetleri ile beslendiği
bir memlekette o millete karsı alçakça irtikap ettiği korkunç cinayet, hıyanetleri izah
eden bir kaç sahifeden ibarettir. Hakiki Suzy Liberman vak'asını okuyup öğrenmek
tarihteki lâyık olduğu yerini belirtip milletin istifadesine sunup en büyük hizmeti
yapmak isteyen münevver ve vatanperverlerin, Arşiv dairesinde mevcut Suzy
5Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Liberman dosyasını dikkatle okumaları lâzımdır. Bu eser o dosya yanında çok küçük
fakat hizmet bakımından kıymeti çok büyüktür.
Uzun yıllar milletimize, gençlerimize, Filistin Cephesinde Arapların müslüman
kardeş dediğimiz: kimselerin bize hiyanet ettiklerini, geriden hançerlediklerini
Propoganda etmişlerdir. Bu Propogandayı dünya çapında idare eden Siyonistler,
aksine İslâm-Arap memleketlerinde de aynı şekilde arap memleketlerinde Türk
idaresinin zulüm vesairesinden dem vurup onlarıda bize düşman etmişlerdir. Niçin?
Çünkü Siyonizmin gizli kararlan, Osmanlı devletini yıkıp Filistin'de Yahudi devletini
kurma Plan ve gayelerini, Filistin'de Ordumuza ve milletimize karşı giriştikleri korkunç
cinayetleri, hiyanetleri gizlimek içindir.
Basel'de toplanan dünya yahudileri Siyonizm denilen teşkilatı kurmuşlardır. Bu
Kongrede alınan karara göre Siyonizm kabaca manâsıyle yahudilerin bir millet olarak
Filistin'de tekrar yerleşmek için yaptıkları teşkilatlı gayretten doğan hareketin adıdır.
Yine bu Kongrede alınan karara göre, Filistinde yahudi devletinin kurulmasına en
büyük engel Osmanlı devletidir. Bu devletin behamahâl yıkılması lâzımdır.
Türlü bahanelerle Filistinde muhaceret ve orada arazi satın almalarına
müsaade için merhum Sultan Abdülhamid Han'a müteaddit müracaatlar müsbet bir
netice vermemiştir, merhuma 20 Milyon Altın, 12'si şahsına, 8'i hazineye ait olmak
üzere rüşvet teklif edilmiştir. Aldıkları cevap huzurdan kavulmak ve vatan toprakları
satılamaz alındığı fiyata verilir, olmuştur, keza tapu dairelerine de yahudilere Arazi
satılmasını yasaklamıştır, Merhum Abdülhamid han’ın sert hareketleri, Siyonistlerin
yıkıcı faaliyetlerini artırmış, Padişah ve Devleti yıkmağa kafi karar almışlardır. Bütün
yasaklara rağmen 1882 de Filistin'e 3000 kadar yahudi girmiştir. Bu suretle Filistine
gelen Yahudi muhacirleri artık hacılık ibadet İçin değil, düpedüz memlekete iskân
Coloniser etmek için geliyorlardı. Bu hal yahudi alemi için İsrail Yurdunun ele geçirilmesine başlangıç sayılabilecek muslihane bir hululdü... Böylece 1882 de yafa
civarında mevcut Mikve İsraelden sonra Rişan. le Zion, daha sonra Zihrav Yakov,
Raş-Pina ve Pitah-Tikva gibi küçük koloniler kurulmuştur. Celal Tevfik Karasapan:
Filistin ve Şark Ül-Ürdün Cilt 2 sahife 38-1890 Pariste Merkez Komitesi teşkil
olunmuştur. Bu komite yukarda saydığımız kalemleri himayesi altına almış ve bu
harekete Baran Edmandde Ratchild arka vermiş oluyordu. 1914 de Filistin'deki köylü
yahudilerin yansı "Ratchild Grubu" namı altında bu zengin yahudinin himaye ettiği
kolonilerde yaşamakta idi. Rachild bu kolonilerin idaresini J.C.A. remizleri altında
tanınan Jevish Calanisatian Assriatian'a devretmiştir. Bu kuruma 1891 de Baran
Hissch 2 milyon ingiliz lirası hibe etmiştir. Osmanlı Hükümetinin 1888-1900 yılları
arasında Filistin'e yahudi iskânına daha uzun müddet müsamaha olunamıyacağını
ilân etmesi üzerine (Düveli Muazzama) denilen devletler tarafından Protesto edilmiştir.
1912 Meşrutiyet meclisinde bu mesele ortaya konmuş ve o sene Filistin'deki Osmanlı
Makamlarına ecnebilerin Osmanlı Topraklarında yer sahibi olmalarının memnu
olduğu yolundaki talimat verilmiş ve bu memnuşiyetin sıkıca tetkiki istenmiştir.
Bütün bunlara rağmen Filistinde 12.000 nüfusu olan 42 yahudi kolonisi
meydana gelmiş ve bunların senelik geliri 200 bin İngiliz lirası ve sahip oldukları arazi
ise 100.000 m
2
idi. 1881 de Kudüs'te 14.000 Yahudi varken 1914 de bu miktar
45.000'i bulmuştur. Böylece 1909 da Bahar tepesi manasına gelen TelAviv şehri,
yahudi şehircilik şirketi tarafından kurulmuştur. Böylece 1914 yılında Filistindeki
yahudilerin miktarı 80.000'i bulmuştur ki, kendilerini Osmanlı camiasından büsbütün
ayrı tutup kendilerine mahsus numune çiftlikler mektepler ve hayır kurumları tesis
etmşilerdir.
Merhum Filistin cephesinde vatani vazifesini yaparken ordumuzu geriden
hançerleyen vatan hainleri ile de uğraşmış, onların hıyanetlerini tesbit ve mesullerini
derhal divanı harbe verip idam ettirmiştir. Bunların içinde dünya çapında şöhreti haiz
yahudi casuslan mevcuttu, Simi Simon, Suzy Liberman vesaire ki yahudiler bunların
her biri için binlerce, on binlerce altın rüşvet teklif etmişlerdir. Taki idam olunmasınlar
diye. Fakat Cevat Rıfat, pek az kimseye nasip olan büyük bir vatanperverlikle önüne
serilen, kendisini ve aile efradını uzun yıllar refah içinde yaşatacak serveti reddetmiş,
hainler layık oldukları akibete kavuşmuşlardır.
Ne hazindir ki askerlik hayatından çekilip sivil hayatta da kalemi ile bu vatan
hainleri ile mücadeleyi kendisine şiar edinen Cevat Bey, hayatın çok kahrını çekmiş,
ne işe atılmışsa yahudi ve onların maşası olan masonlarca türlü felâketlere duçar
edilmişdir.
Avrupanın zamanın en kudretli devleti olan Hitler Almanyası, Merhmun
yahudiler hakkındaki düşüncelerini bildiklerinden Almanya'ya davet edilmiş, büyük bir
itibar gösterilmiş, Hitler ile tanıştırılmış ve emrine açık ve istediği kadar para
çekebileceği çek verildiği halde bunların hiç birisini kabul etmemiştir. O bildiği yolda
memleket ve millete sırf Cenabı Allah'ın rızasını istihsa için çalışmıştır.
Fakat merhum ne kadar dürüst ve temiz haraket etse düşmanları onu adım
adım takip etmekte olduklarından, bu defa 2. Cihan harbi içinde Cevat Rıfat
Almanlardan milyonlarca lira para aldı diye iftiradan da çekinmemişlerdir. Zamanın
idaresi bu ihbarı nazara alıp derhal merhumu tevkif ile, askeri mahkemeye sevketmiş,
aylarca mevkuf kaldığı gibi aile efradı da perişan olmuştur. Vaktaki merhum Maraşal
Çakmak işe müdahele ile, o zaman genelkurmayda askeri hakim olan Şevki Mutlugil
Paşa'yı tahkikata memur etmiş ve bu faziletli hakimde derhal İstanbul'a gelip
tahkikata el koymuştur. Çok hürmet ettiğim Şevki Mutlugil Paşa'nm kendi ifadesine
göre, (etraftan malumat topladım. Subaylar ile konuştum. Dediler ki milyonlar aldığını
bilmeyiz. Ancak burda kendisine verilen taynın bir kısmını kesip dilim yapıyor, kurutup
ziyaretine gelen zevcisine veriyor. Evine gittim. Çoluk çocuğunun durumu çok perişan.
Hemen tahkikatı bitirip beraat kararı verdim. Karardan bir nüshayı merhum maraşala
götürdüm. Okurken gözyaşlarını tutamadı, dosyadaki kararın aslı göz yaşı ile ıslaktır.
Biz kimlerle uğraşıyoruz dedi ve 2000 lira hediye gönderdi...) İşte merhum böyle idi.
Fakat düşmanları onu nelerle nelere benzetmediler. Çünkü kalem ve fırça
düşmanlarının elinde idi.
O bunlardan zerre kadar yılmadı. Hayatının sonuna kadar mücadelesine
devam etti. Simi Simon, Suzy Liberman'ların Filistin cephesinde, genç zabit Adnan ve
arkadaşlarını yoketmelerinin, kahraman bir ordunun arkadan hançerlenmesinin
intakımını almağa uğraştı.
Devlet arşivlerinde, şüphesiz büyük tomarlar teşkil eden bu casusluk
hâdiselerini bu kitapla milletinin, zabit kardeşlerimizin önüne sermek istedi. Bunda da
muvaffak olmuştur.
Ne mutlu onaki harp meydanlarında kılıcı ile, Sulhde kalemi ile milletine
memleketine ve dinine şerefle, fedakar ve feragatle hizmet etmiştir. Ruhu şad ve
makamının Cennet olmasını Cenab-ı Allah'dan temenni ve niyaz eylerim.
8.11.1968 Cuma
Avukat M. Fazlı Akkaya
SÖZ BAŞI
1935'te bastırdığım "Suzy Liberman" adlı eser Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye
riyâsetince tekik edilmiş ve yararlı görülerek 26 mayıs 1935 tarih ve 43782 sayılı
remizle subaylara tavsiye edilmiş ve bütün birliklere tevzi edilmiştir.
Bu defa meşhur casusun hatıra defteri de ilâve edilerek tekrar milletin nazarı
ibretine arz edilmiştir. Bu kitap bir müddet evvel siyonizmin propagandası
mâhiyetinde olmak üzere Dünyanın her yerinde bir ânda milyonlarca nüsha olarak
bastırdığı "Anna Frank'ın Hâtıra Defteri" kitabına benzemez. O yalan bu ise,
gözümüzün önünde geçmiş hakikî bir facianın tâ kendisidir.
Bu eserimizin hakikî olduğu, Erkân-ı Harbiyemizin tetkiki ve hâdiseyi gözleriyle
gören silâh arkadaşlarımızın şâhadetleriyle sabit olduğu halde, ötekisinin Yahudilerin
hayali mahsûlü olduğu aşağıdaki izahla sabittir:
Birleşik Amerika'da çıkmakta olan "The Gross and the Flag" gazetesinin 18.
yıl 9. sayı 18. sahifesinde ve yine Amerikada National Economic Concil Bulletin'in
15 Nisan 1960 tarihli sayısında ve İsveçte Stokholm'de çıkan Pria Ord gazetelerinde
Anna Frank hakkında aynen şu yazılar okunmuştur:
"Tarihte bir çok efsâne bulunur, fakat An Frank rezaleti gibi olanı görülmemiştir.
Bu efsâne tamamiyle Yahudi kafasından çıkmıştır. Bu eseri yazan Mayer Levin,
bizzat An Frank ismini de bir kızın kendi yazdığı şaheserle hiç bir alâkası
olmadığını bildirmiştir. Bu sebeple New-York âli mahkemesine müracaat etmiş;
An Frank adlı bir kızın bu eserle alâkası olmadığım isbat etmiş ve An Frank'ın
babası geçinip bu sayede film, radyo, televizyon şirketleri ve neşriyat
evlerinden muazzam para sızdıran Mösyö Frank, âli mahkeme karatiyle eseri
yazan Mayer Levin'e 50.000 dolar tazminat vermiştir.
Resmî şekilde yalanlanan uydurma ve tamamen hayalî bir propaganda eserine
mukabil, yüzde yüz hakikat olan ve koca bir Türk ordusunun gözü Önünde
cereyan etmiş; âdil ve âlicenap asker hâkimlerin kararlariyle kesinleşmiş hakiki
bir faciayı olduğu gibi ve bütün çıplakığıyle halk efkârına, medenî milletlere,
tarihe ve hak seven bütün insanlığa hediye etmeği şerefli bir insanlık vazifesi
bildim.
Kitaba koyduğumuz imza, bu eserin ciddiyetine ve doğruluğuna başlıca teminattır.
Cevat Rıfat Atilhan
SUZY LIBERMAN'IN HATIRA DEFTERİ
1333(1917) senesi büyük boğuşma (cihan harbi) son bulmamış ve 334(1918)
senesi henüz başlamıştı.
Çöllerde ve Filistin topraklarında tatlı ve ılık bir rüzgâr esiyordu. O sırada bütün
Dünyada hüküm süren karakıştan bu iklimde eser yoktu.
Bilâkis buradaki insanlar bütün yaz sıcaktan çektikleri azabın kefareti gibi
munis ve serin bir hava içinde dinleniyorlardı.
Cephelerde de aynı ılık rüzgâr esiyor ve aynı tatlı sükûnet vardı.
Askerler yorgunluklarını dinlendiriyor, noksanlarını tamamlıyor ve yaralarını
tedavi ediyorlardı.
Cephenin bu manidar sessizliği havanın bu lâtif hali aylarca müşkül
muharebeler geçirerek ölümü kanıksamış ruhlara ümitler ve yeni neşeler dağıtıyor.
Bu anda her şey unutulmuş, her yara sarılmış ve her hastalık tedavi edilmişe
benziyordu.
Bütün bu nikbinlikler, hoş bir koku ile esen sonbahar havasının eseriydi.
Sanki füsûnlu bir el Arz-ı Mev'udun kana bulanmış toprakları üzerinde
dolaşmış kederleri dindirmiş, kırık gönülleri avutmuştu.
Güneş yaz aylarında olduğu gibi vahşi ve hırçın değil, munis ve müşfikti.
BU vaziyette İnsan, yarın kopacak kıyameti, dökülecek kanları düşünmüyordu
bile.
Hayat bazan rüyaya ne kadar benzer!..
* * *
Ateş ve güneş diyarının zümrüt gibi yeşil bir sırtına dayanan HUDEYRA
adındaki yahudi köyü çok lâtif meyiller ve güzel manzaralarla önünde uzanan araziyi
ayakları altına sermişti.
Her biri, bir kaç saat ilerde kuru toprak üstünde yatan askerlerin çektiği
müşkülâtla alay eder gibi duran zarif ve bahçelikli evler Lehistan'dan Türk Milletinin
müşfik ve asil sinesine sığınmış olan Polonya yahudilerinin meskenlerini teşkil ediyor.
Sekizinci Cevat Paşa ordusunun sağ cenah gerisine isabet eden bu koy bu
mevsiminde hazin bir şîriyet erzediyor.
Muntazam açılmış sokakları süsleyen küçük villaların önündeki bahçeler bu
iklimin hayatbahş sıcaklığile renklerine koyulaştırmış ve güzelleştirmiş. Hafif bir
rüzgâr bu tatlı çiçek kokularını etrafa yayıyor. Köyün biraz ilerisinde çadır kurmuş
olan binbaşı Hakkı Bey kumandasındaki Sekizinci Ordu tâlim alayı da tabiatın
lûtfundan bu kadarcık olsun istifade ediyordu.
9Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
* * *
Alay yaveri Adnan Bey ceylân gibi bir arap atı üzerinde köyden geçerek
karargâha gidiyordu. Duvarları sarmaşıklar ve balkoniyle bahçesi envai çiçeklerle
süslü bir evin önünden geçerken iki koyu lâcivert göz bütün benliğini bir anda manyetize eden sihirli bir elektrik cereyanı gibi mevcudiyetinidolaşmış, genç ve yakışıklı
zabit sanki olduğu yere mıhlanmıştı...
Çevik arap atı sar'aya tutulmuş bîçareler gibi yerinden kıpırdayamıyordu.
Adnan'ın çiçekli balkonun pencereleri arkasından gördüğü bu bir çift lâcivert
göz uzun boyu, mevzun endamı, ince beli, parlak kumral saçları ve mahir bir
ressamın fırçasından çıkmış gibi yakıcı bir kavis ile uzanan kaşları, beyaz teni,
mütenâsip burnu, uzun parmaklı güzel elleri ve bütün bu güzelliklere taş çıkaran çifte
gamzesiyle SÛZY LİBERMAN adında on dokuz yaşında bir yahudi kızının eşkâlini
tasvir ediyordu.
Suzy hiç farkında olmamış gibi Adnan'a tatlı bir tebessümle yüz gösterdi ve
çifte gamzesini çukurlatarak süzüle süzüle ve kırıta kırıta balkondan içeri girdi. Bu iki
sehhar gözün cazibesi Adnan'ı yıldırımla vurmuş gibi idi. Genç subay iradesini
güçlükle elde eden insanlar gibi hayvanını mahmuzladı ve karargâha doğru
uzaklaşmaya başladı.
Vazifesine döndüğü zaman alay yaveri kendisini tamamiyle hurdehaş buldu.
Bu bir tek bakışın sersemliği günlerce üstünden gitmedi.
* * *
— "Siz burada... Böyle... Yalnız..."
Adnan sözünü tamamlıyamadı ve cümleyi muntazam söyleyemedi. Bu
beklenmeyen tesadüf onu derin hayretlere ve heyecanlara düşürmüştü. Tâlim yerine
giderken hayalinden bir dakika eksik etmediği bu güzel mahlûku yolun üzerinde hafif
meyilli bir çimenlik üzerinde dolaşırken görmüştü. Orası pek tenha idi. Suzy kır
çiçekleri toplamakla meşguldü. Fakat öyle munis ve yakıcı bir bakışla genç zabiti süzmüştü ki; Adnan bundan cür'et alarak, âdeta kekeler gibi sormuştu:
— "Siz... Burada... Böyle... Yalınız..."
Yahudi kızı bu ilk suale yüzünde tatlı pembelikler ve vücûdunda tahrik edici
eğilmeler yaparak lisan-ı haliyle cevap verdi.
Bu lisanı halde en kuvvetli bir hatibin nutkunu gölgede bırakan bir talâkat vardı.
İkisinin de tavırlarında birbirini çok sevmiş insanların samimiyeti okunurdu.
Adnan, uzun boyu ve mütenâsip vücudu, iri ve parlak gözleri ve muntazam
eşkaliyle tam mânasiyle bir erkek güzeli, bülent ve levent bir Türk zabiti idi...
Erkeklik cesaretini bir araya toplayan Adnan kıza tekrar sordu:
"— Bu hüsn-i tesadüfe çok sevindim matmazel! Böyle tenha kırlarda ne
arıyorsunuz?"
"— Kır çiçekleri topluyorum."
"— Demek kendiniz gibi güzel ve kendiniz gibi saf çiçekleri seviyorsunuz..."
10Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Yahudi kızı güzel ağzının içine sıralanmış inci gibi dişlerini göstererek
büyüleyen bir tebessümle mukabelede bulundu. Gamzeleri bir defa daha gencin içini
tutuşturdu.
"— Size böyle her vakit kırlarda rastlamak hoş bir saadet olacak...
"—- Benim için de öyle..."
Anlaşılan duyguları karşılıklı idi. Demek ki; bu kız da Adnan'ı seviyordu. Ve
ihtimal ki; kendisini görmek için böyle tenha kırlara çıkmak cesaretini göstermişti.
Genç Türk atından yere atladı ve hayvanının dizginini kolunun arasından
geçirerek kıza biraz daha sokuldu.
"— İsminiz nedir matmazel? "
"— Suzy."
"— Ne tatlı isminiz var...'
"— ...................................."
"— Ne zamandan beri bu köyde bulunuyorsunuz?"
"— Beş seneden beri."
"— Aslınız nerelidir matmazel?"
“— Varşovalıyız efendim."
"— Otuz dokuz numaralı evde oturuyorsunuz değil mi?"
"— Evet otuz dokuz numara..."
Bu muhavere genç zabiti genç kıza biraz daha yaklaştırdı. Karşı karşıya,
burun buruna idiler. Adnan tereddüt ve ihtiyatla yavaş yavaş kızın eline uzandı, güzel
eli avuçları içine aldı, okşadı, okşadı. Hiç bir mümanaat (karşı koyma) görmedi.
Bil'akis tatlı bir penbelik yeni baştan kızın yüzünü dolaştı, Adnan'ın sinirlerini
kamçıladı. Bu sıcak iklimin harareti altında oldukça kavrulmuş olan sinirler bu kritik
vaziyette daha fazla gerilmişti. Alay yaveri kızın iki elini de avuçları içine almış yahudi
dilberini biraz daha kendine çekmişti.
Bunaltıcı bir buğu zabitin kafasını büyüledi ve iradesi elinden giderek
dudaklarını kızın yanaklarına yapıştırmak istedi.
"— Rica ederim yapmayınız."
Umulmayan bu mümanaat delikanlıyı biraz şaşalattı.
"—Sizi rahatsız ettiysem, affediniz!"
"— Hayır bilakis."
"— Peki niçin aşkıma gem vuruyorsunuz?"
“— Henüz sırası değil de onun için..."
Demek ki iş sade sırasını bulmak meselesine gelmişti. Öyle ise artık
muvaffakiyet kafidir.
Duygulan ve düşünceleri pek saf olan genç zabit yarı mütereddit yarı memnun
bir neş'e içinde sustu ve önüne baktı. Bir çok dakikalar yahudi kızının eli avuçlarında
sessiz kaldılar. Suzy başını biraz kaldırdı, uzun kirpikli ve hareli lâcivert gözlerini
manalı bir tarzda Adnan'ın yüzüne çevirdi ve:
"— Müsaadenizle" diye kekeledi.
11Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"— Bir daha ne zaman görüşeceğiz Suzy?"
“—İlk fırsatta."
“— Bu fırsat çok uzamaz değil mi?"
“— Hayır uzatmayız."
"— Öyle ise Allaha ısmarladık..."
Ve ayrıldılar... Genç Türk çevik bir hareketle atına atladı mağrur ve
mütebessim, memnun ve müsterih atını kırlara doğru sürdü.
Türk zabiti bir casus kızın iğfalkâr tuzağına düşmüştü...
* * *
Günler geçti. Adnan'ın gözleri her gün kırlarda Suzy'yi aradı. Fakat heyhat.
Belki on gün ne yolu üzerinde ne de kızın evinin önünden geçerken ona raslamak
mümkün olmadı. Bu sükût genç zabitin kalbine saçılan kıvılcımları tutuşturmakta idî.
Meşhur bir psikoloji nazariyesine göre "ayrılık, tıpkı rüzgâr gibi hafif ateşleri söndürür
ve fakat büyük ateşleri alevler" dedikleri gibi bu "bir kaç günlük ayrılık Adnan'ın
kalbindei ateşi cidden tutuşturmuştu. Demek ki; bu çocuk bu casus kızı çok sevmişti.
Bu sevgisinde de haklı idi. Gençti, yakışıklı idi, aşka ve sevgiye muhtaçtı. Gördüğü
kız da cidden güzeldi.
Didişmeler, silâh sesleri ve türlü zahmetler sinirlerini gevşetmişti. Bütün
bunlara beraber genç bir kızın onu aldatacağını, cephe aleyhine istifâde etmek
istediğini tahmin edememişti.
Hem de bu insanlardan böyle bir hareket nasıl beklenebilirdi? Mensup olduğu
devlet onlara bol toprak vermiş, zengin ve müreffeh olmalarına yardım etmişti.
Asil bir Türk çocuğu bu kadar âlicenap bir himaye ve nimete kahpece küfran
edileceğini elbette havsalasına sığdıramazdı. Bilhassa kendilerine bunlar hakkında
bîr ihtarda bulunan da olmamıştı.
Suzy'ye gelince, O'nun tavırlarındaki masumiyetle tabiatın kendisine bahşettiği
müstesna güzelliği görenler bu mahlûkun âdi ve hâin bir casus olduğunu asla
akıllarına getiremezlerdi.
Fakat bu evvelden yetiştirilmiş müthiş bir yahudi casusu idi...
* * *
Tâlim alayı yetiştirdiği askeri cepheye göndermekte ve yerine yeni acemiler
almakta idi. Adnan böyle bir kafileyi ordu karargâhına götürmüştü, gece geç vakit
alay kararghahına götürmüştü. Gece geç vakit alay karargâhına döndüğü zaman
köyde ışıklar sönmüş, kırlar ve evler hazin bir loşluk içine gömülmüşlerdi. Adnan
köyden geçerken ortalığın derin sessizliğini kendi hayvanının nal seslerile ihlâl
ediyordu.
Otuz dokuz numaralı evin önünden geçerken atını, gayrî ihiyari yavaşlattı ve
kalbinin heyecanla çarptığını hissetti.
Evin sokak üstündeki balkonlu odasında bir petrol lâmbasının hafif ışığı fark
ediliyordu. Bir hiss-i kablelvuku (ön sezi) genç zabitin içini sardığı şu dakikada odada
kısık bir halde yanan lâmbanın ışığı büyüdü ve yahudi dilberi peri kızları gibi beyaz
bir gecelikle pencerenin önünde belirdi. Bu manzara genci büsbütün baştan çıkardı.
Gördüğü şey bir kadından ziyade müthiş, güzelliklere bürünmüş, uhrevi bir
hayalete benziyordu. Atını durdurdu ve yüzünü kıza doğru çevirdi.
“— Adnan bey, Adnan Bey", diye bir fısıltının kulaklarına ulaştığını hissetti.
Kalb çarpıntısını artırdı.
Suzy balkonun parmaklığından yere atlamış ve bahçenin parmaklığına
yaklaşmıştı.
Yavaş yavaş konuşmaya başladılar.
“— Günlerden beri hiç gözükmedin Suzy.”
“
— Babamdan müsaîd bir vakit bulamadım.”
“
— Peki benim bu saatte buradan geçeceğimi nasıl tahmin ettin, henüz
uyumadın mı?"
"— Yalnız bu gece değil, bütün gecelerim hep böyle uykusuz, hep böyle
bekleme içinde geçiyor."
"— Kırlara niçin çıkmadın?"
"— Annemle babam peşimi bırakmadılar..."
Bu görüşme çocuğu bütün bütün kavurdu. Ve casus kızın cazibesine biraz
daha esir etti.
"— Ya şimdi baban ve annen seni burada görürlerse?"
"— Onlar derin uykuda şimdi..."
Hakikat hiç de öyle değildi. Casus dilberlerinin ebeveyni ve şeriki cürümleri
(suç ortakları) değil, biz uykuda idik. Fettan kızın böyle zabitin geçmesini beklemesi
ve böyle konuşması hep evvelden tertip edilen bir plânın icabı idi. Bunu temiz ve saf
zabit birden farkedemezdi. Hattâ yahudi kızı işi sezdirmemek ve Adnan'a daha
ziyade emniyet telkin etmek için.
"— Ben odama gideyim, belki görürler” diye titizlenmeye, telaşlanmaya başladı.
"— Peki bir daha nerede görüşeceğiz?"
"— Yarın ben kırlara çıkacağım. Tâlim meydanına giden yolun vadiye saptığı
noktada ve tâlim paydosundan bir saat sonra buluşuruz olmaz mı?"
"— Olur güzelim."
Adnan kızın güzel ellerini bir çok defa öptükten sonra çadırına doğru yollandı.
Gece sessizliğini ve karanlık koyuluğunu arttırmıştı. Yalnız nöbetçilerin sesleri
duyuluyordu.
"— Kimdir o! Kimdir o!"
* * *
13Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Gece ne kadar da uzamıştı? Kış gecelerinin tabiî uzunluğu bu gün sanki iki
misli olmuştu. Sabah olmıyacak zannolunurdu.
Alay yaveri çadırındaki portatif karyolada sabahı edemiyeceğini anlayınca
çadırlara dolaşmıya ve serin havada avunmıya başladı.
Bir kaç yerde nöbetçiler kendisine seslendiler:
"— Dur! Kimdir o!"
"— Yabancı yok, alay yaveri."
Bu sözler genç Türke cephe gerisinde bulunduğunu hatırlatan birer ihtar odu.
Çadırına döndü, karyolasına girdi ve sabahı etti.
* * *
Güneş şaşmıyan bir intizamla şark ufuklarını sıyırıp Arz-ı Mev'ud'a yayıldığı
zaman her günkü canlılık yeniden başlamıştı. Askerler sabah vazifelerini yapıyor ve
talime hazırlanıyorlardı.
Adnan alay kumandanına sabah raporuna gitmişti. Genç zabitin kafasında ve
düşüncesinde sabah taliminden bir saat sonra Suzy ile buluşmak ve onunla daha sıkı
görüşmek, sevişmek ve anlaşmak hülyaları vardı. Delikanlı bu tatlı hülyaların
sarhoşluğu içinde genç ruhunun akislerinden ilham alarak çarpan kalbinin tatlı
vuruşlarını dinliyordu. Hayat yolunda ve hassaten aşk yolunda toy ve tücrübesizdi.
Sinirlerinin yanıp kavrulduğu o heyecanlı günlerde aşk denilen mefhumun en meşru
ve makbul olan kısmında da nice bol hicranlar ve elemler saklı olduğunu
düşünemiyordu bile...
O sanıyordu ki; Allah'ın eli böyle insanı özenerek halk ederse, onda bir hikmet
ve icap vardı. Sevmek ve sevilmek bu icabın ve bu hikmetin sebeplerindendi. Bu bir
hak, hattâ bir vazife idi.
İyi terbiye görmüş ve halis Türk sütü emmiş bir genç ilâhî bir aşkın arkasında
korkunç hıyanetler ve cinayetlerin gizli olduğunu düşünemezse mazurdur.
Mademki genç, arslan gibi bir zabitti o halde yoluna düşen bu kızın da
kendisini sevmiş olduğunu düşünmekte haklı idi.
Fakat heyhat! Irk ve milliyet tanımayan aşk bir Yahudi kızının iğfalkâr
hüviyetinde en zehirli bir yılan gibi tehlikeli bir tuzak olmaktadır. Bu mukayeseyi
yapamayan ve hakikatin bu işin korkunç iç yüzüne giremiyen kimbilir kaç Türk böyle
parlak, cazip ve sehhar (büyüleyici) Yahudi tuzaklarının pençesinde bilmiyerek ne
günahlar işlemişlerdi.
Şu kadar var ki; bu günahların büyük vebali onun masum mücrimlerinden
ziyade onları ikaz etmemiş ve onlara:
"— Dişi casuslardan sakın! İşin ihtarında bulunmamış olanlarındır."
Alay kumandanı Hakkı Bey yaverine akşama kadar çadırda meşgul olacak bir
vazife vermişti.
14Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Bu işleri ayni günde bitirecek ve akşam üstü de ordu karargâhına gönderecekti.
Bu, çok aksi bir tesadüftü. Talim paydosundan bir saat sonra sevgilisini görmeğe
mâni olacak bir aksilik...
Fakat çocukcağız düşündü. Bu bir harb vazifesi değildi. Ertesi sabaha
kalmasında da büyük bir mahzur tasavvur olunamazdı. Gece de çalışır ve bitirir
düşüncesile o günkü randevusuna bir hal çaresi buldu. Ve tam vaktinde atma atlayıp
çadırların arkasından dört nala vadiye doğru yollandı...
Bir gece evvel konuştukları noktada bir ağacın dibine yarı uzanmış olan Suzy
mahir ressamların meşhur tablolarındaki gibi şiiriyeti temsil ediyordu. Elbisesinin
rengi kırların güzelliğine nazirei teşkil etmekte idi. Adnan'ın bindiği at yumuşak toprak
üstünde gürültüsüz ilerledi ve tâ sevgilisinin yanına yaklaştı.
Suzy genci gördüğü zaman O'nu gamzelerinin keskin selamı ile karşıladı ve
olduğu yerde doğruldu. Genç zabit çevik bir hareketle yere hopladı ve Suzy'nin
yumuşak eline uzandı.
"— Seni çok beklettim mi Suzy? Zannederim tam vaktinde geldim."
"— Teşekkür ederim ben de henüz birkaç dakikadır buradayım."
"— Kırları çok seviyorsun değil mi?"
"— Tabiatı çok severim..."
"— Senin gibi güzel olduğu için..."
İri gözlerinin kirpiklerini birbirine yaklaştırdı ve olgun göğsünü derince bir
şişirdikten sonra manalı manalı gencin yüzüne baktı. Artık kalpleri ve ruhları
konuşuyordu, dilleri susmuştu.
Bu sefer kız gence yaklaştı ve elini Adnan'ın yere dayanmış elinin üzerine
koydu. Her ikisini de yeni bir tereddüd ve şaşkınlık istilâ etmişti. Aralarındaki maddi
mesafe son haddine inmiş birbirlerine olabildiği kadar yaklaşmışlardı.
Tecrübesiz zabit sevgisini ve yahud duygularını açıkça ve sabırsızca ifşa
etmeye başladı.
“— Siz beni ilk dakikadan beri çok sardınız, güzelliğinize beni hayran ettiniz
Suzy...!"
"— Kalp kalbe karşıdır, sevgiler karşılıklıdır, Adnan Bey! Ben de sizi ilk
gördüğüm akşam sevdim. Çok hoşuma gittiniz. Siz müstesna bir erkek güzelisiniz!.."
Ve çocuğun elini hararetle ve sımsıkı tuttu.
Adnan bu coşkun demden bilistifade yahudi dilberinin pembe yanaklarına İlk
buseyi kondurdu. Önüne bakarak sustu.
İkinci teşebbüs akim kaldı. Beyaz ve güzel bir el göğsüne dayandı ve Suzy'nin
âhenkdar sesi işitildi:
"— Biraz konuşalım Adnan Bey!.."
"— Peki öyle olsun..."
15Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"— Birbirimizi görmek istediğimiz zaman hep böyle kırlarda buluşmak zor değil
mi?"
"— Zor fakat başka çare var mı?"
"— Ben bir şey düşündüm. Siz yarın akşam köy otelinin kahve salonunda bir
kahve içersiniz Ben de annem ve babamla oraya geleceğim. O zaman bir çaresini
bulur hep birden tanışırız, olmaz mı? Ondan ötesi kolay..."
"— Muvafıktır canım..."
Suzy ayağa kalktı, kendisini takip eden Adnan'ın iki elini birden tutarak
vücûdunu kıvrak inhinalarla ilerletip geriletti ve:
“— Yine görüşelim, yarın akşamı unutma sevgilim!.."
Diye yavaş yavaş ayrıldı. Vadinin kıvrıldığı noktaya kadar bir iki defa arkasına
dönerek delikanlıya buseler yolladı ve zavallı Türkü iyiden iyiye efsunladı...
Adnan yarım saat sonra karargâha, vazifesine dönmüştü...
* * *
Ertesi akşam bir aksilik çıkmadan gelip geçti. Genç âşık çadırından çıktı, ağır
ağır köye doğru yollandı. Akşamın loşluğu yavaş yavaş ortalığa yayılmıya başlamış
evlerde tek tuk lâmbalar yanmıştı. Adnan köy otelinin kahvesini pek yanlız buldu. Bu
saatte herkes yemekte veyahud istirahatta idi. Kahve ocağındaki şişman Yahudi
karısı Adnan'ı eski bir âşinâ ve dost gibi karşıladı.
Bu çocuk köyün biricik oturacak yeri olan bu kahveye belki yirmi defa gelmiş
bir kenara oturmuş ya bir fincan kahve içmiş, arkadaşlariyle biraz vakit geçirdikten
sonra vazifesine dönmüştü.
Bu defa daha evvelinden beklenen bir dost gibi aşinalık görmesi nazarı
dikkatini celbetti. Hüsn-i zan asaletin kardeşidir. Onun için asıl Türk zabiti bu iltifatı
Suzy tarafından yapılmış bir tenbihe hamletti ve gözlerinden şeytanlık akan yahudi
karısının getirdiği konyak kadehini içmeğe başladı.
Yarım saat hep böyle geçti.
Yüzbaşı Hüsnü Bey, bu sessizliği bozan ikinci müşteri oldu, Alay yaverini
selâmlıyarak Onun masasında bir sandalyaye oturdu. Bu tesadüf Adnan'ın
yalnızlığına karşı ne kadar hoş olduysa biraz sonra geçecek aşk macerasına engel
olacağı ve Suzy ile Adnan'ın buluşacakları vakit baş başa kalmalarına mâni
olacağından da canını sıkmıştı. Hüsnü Bey bu endişeyi giderdi.
"—Adnan Bey, seninle bir domino oynayalım da ben erken bölüğe gideceğim!"
"—Pekâlâ..."
Yahudi karısı domino taşlarım getirdi ve iki zabit karşılıklı vakit geçirmeğe
başladılar. Yarım saat daha geçti -ve tam oyunun tatlı bir deminde- kısa boylu,
şişman vücudlu, kırmızı suratlı, kıranto saçlı, burun ve dudaklarından milliyeti
anlaşılan yaşlıca bir adam ve onun yanında Suzy gazinoya girdi.
16Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Sevgilisinin yanındaki adam babası Liberman adındaki Polonyalı bir yahudi idi.
Bu yeni gelenlerde zabitlerin oturdukları masanın yanına çöktüler. Hüsnü Bey,
Adnan Bey'in yüzünde hasıl olan heyecanı sezdi.
"— Galiba bu kız çok hoşuna gitti, rengin attı Adnan.!" dedi.
"— Bekârlıktan başka bir şey değil..."
"—Hepimiz bekârız amma bu kadar heyecanlı değil, yoksa bu kızla bir
maceran mı var?"
- Ne münâsebet daha ilk defa görüyorum."
- Gençlik, mazursun oyunumuza devam edelim, ben bölüğe gideceğim!" dedi.
Bu söz Adnan'ı tatmin etti. Arkadaşı gittikten sonra nasıl olsa bir kolayını bulup
dildadesiyle görüşecekti. Adnan bu görüşmeyi istikbal içinde lüzumlu ve hayırlı
buluyordu.
Renk vermemek kaygusu içinde oyunu güçlükle nihayete ulaştırdı. İki zabit
karşılıklı oynarken Liberman da domino amatörü gibi meraklı meraklı oyunu
seyrediyordu. Hüsnü Bey karargâha gitmek üzere arkadaşından ayrıldı ve Adnan
kahvede yalnız kaldı. Bu fırsattan nasıl istifade edeceğini düşünmeğe mahal
kalmadan sokulgan herif, sırnaşık ve yılışık bir suratla:
"— Ne kadar ustalıkla oynuyorsunuz!.." diye bir girişgâh bularak Adnan'a
yaklaştı.
"— Bu oyunda ne ustahk olabilir ki, basit birşey."
"— Öyle demeyiniz domino deyip geçmeyiniz onun da İnceliklerive kendisine
mahsus maharetleri vardır."
"— İhtimal..."
"— Siz aznif bilir misiniz mülâzım efendi?"
"— Bilirim."
"— Ben pek meraklıyım. İsterseniz bir parti oynıyalım."
"— Peki..."
Yahudi o zaman kendisini genç zabite takdim etti.
"— Liberman... kızım Suzy..!"
İki genç sanki iki üç defa buluşmamışlar ve birbirlerini hiç görmemişler gibi
yeniden tanıştılar ve birbirlerinn ellerini sıktılar. Adnan, kızın babasına karşı takındığı
masum tavrı ve bu tavrı temsildeki mahareti gözünden kaçırmadı. İçinden, ne yaman
kız, demeyi de unutmadı.
Öyle ya sanki kırlarda buluşup seviştiği ve pembe yanaklarından buseler aldığı,
kendisini oraya davet edip bu plânı tanzim eden bu kız değilmiş gibi delikanlıyı ilk
defa görmüş tavrını takınarak mahcup ve edalı, mütereddid ve lâkayd Adnan'a elini
uzattı. Resmen tanışmışlardı.
Adnan'la Liberman epey süren bir domino partisi yaptılar. Yahudi oyunu
kaybetmişti. Genç zabiti lüzumsuz ve mânâsız takdirlere boğuyor ve cam sıkılıp boş
kaldıkça evlerine de gelerek hoş vakit geçirmesini temenni ediyordu.
Aile ocağından senelerce uzak kalmış olan genç zabit bir sığıntının harim-i
şeytanetinde teselli uman bir bedbaht gibi bu davete memnuniyet gösterdi. Bunda
kendisine hak vermek lazımdı.
17Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Liberman'm anlattıklarına göre memleketlerinde zulüm ve cefa çeken
hemşerileri Türk Milleti'nin asil sinesinde büyük misafirpervelik ve geniş bir refah
bulmuşlardı. Liberman böyle söylüyor ve böyle ikrar ediyordu. Öyle ya, burada
Erenköy ve Yeşilköy gibi güzel yerler, şirin villâlar ve hayat fışkıran bir arazi üzerinde
saadet ve refah içinde ömür sürüyorlardı. Bizler ise birkaç saat ileride İngiltere Devleti'nin bütün servet ve kudretini temsil eden bir ordu ile hayat memat mücadelesi
yapıyorduk. Bu mantık silsilesi Türk zabitinin kafasından geçtikçe:
"—Elbette bize karşı minnettardırlar, bunlardan fenalık gelmez!.." diye
hükümler veriyordu. Heyhat, bin kere heyhat... Saf Türk düşünemiyordu ki,
karşısındaki insan onun en korkunç düşmanıydı?
Kahveden ayrılmak zamanı geldi. Tâlim Alayı çadırlarından karanlıkları delip
hazin hazin yayılan yat borusu sesleri, vaktin geldiğini hatırlatıyordu. Adnan gitmeğe
hazırlanırken Liberman genç zabitten rica etmeği unutmadı:
"—Yarın akşam fakirhanemizi şereflendirirseniz bizi minnettar etmiş
olursunuz!"
"— Rahatsız etmiş olmaz mıyım?"
"—Estağfurullah!.. Asil bir Türk zabitinin evimizi şereflendirerek bir fincan
kahvemizi içmesi bizim için ne bahtiyarlık..."
"— Mümkün olursa yarın akşam ziyaretinize gelirim. Hangi evde
oturuyorsunuz?"
"— Otuz dokuz numaralı evde..."
Bunu Adnan da biliyordu, Adnan'ın bildiğini şişko yahudi de biliyordu. Fakat bu
numaralar zemin ve zaman icabı idi. Yalnız bir şey varsa alay yaveri kendisine
kurulan tuzaktan tamamen bihaber bulunuyordu. Bilâkis sevgilisi yahudi dilberini
kendi yuvasında sık sık görmek fırsatını bulacağından sevinç içinde idi. Ayağa kalktı
ve yeni ahbaplardan müsaade istedi:
"— Tekrar görüşmek üzere!"
"— Tekrar görüşmek üzere mülazım efendi!.."
Her şey yolunda idi. Sabah akşam tâlim. Karargâhta biraz yazı ve gün
kararınca aşk. Bu gurbet elinde bu, ana baba yuvasından uzak harp ve ölüm
diyarlarında böyle bir mazhariyet ne büyük bir saadetti...
Bu defa da günler uzamağa başladı. Yazı yazmak, vazife ile uğraşmak,
kırlarda dolaşmak bütün bunlar güçlükle zamanı öldürüyordu.
Zaman.. Duygusu ve sinirleri olmıyan bir varlık... Allah’dan sonra Kâinatın en
amansız kuvveti. Yolundan bir an şaşmıyan ve geri kamıyan, ah ve aman dilenmiyen
bir kuvvet...
Dünya üzerinde en kuvvetli görünen varlıkları bile ihtiyarlatıp çürüten, çürütüp
kokutan ve sonunda toprak yapan bu mefhum tabiî daha bir çok akşamlar idrak
edecek ve hattâ Adnan'ın kara talihinde yazılı felâkete de tam vaktinde ulaşacaktı.
18Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
İşte şimdi bir akşam daha oldu. Cephede patlıyan top seslerinin hazin
tarrakaları uzaktan uzağa yayılıyordu. Ortalık yeni bir hüzn ve melale bürünmüştü.
Genç zabitin ruhuna karanlık bir gurbet çöktü. Mikadına gitmek için bir hiss-i
kablelvuku kendisine isteksizlik veriyordu. Bir Türk zabiti bir yahudiye karsı sözünde
durmamazlık edemezdi. Onun için Adnan aheste aheste düşünceli bir surette çadırını
terk etti. Köyün yolunu tuttu. Orta caddeye gelince, evlerin iri İri yazılmış numaralarını
okuyordu.
33 - 35 - 37 ve işte 39.. Maşukasının evi...
Burada durakladı. Bahçenin parmaklıklı kapısını yavaş yavaş itti. Bu kapının
açılmasiyle iç kapının da kanatları açılmış bulunuyordu.
Orta yaşlı, henüz güzelliğinin sihrini muhafaza eden bir kadın iç kapıda
misafirini beklemekte idi. Şimal iklimlerinin soğuk beyazlığına Filistin'in hararet ve
servetinden pembe renkler katmış olan bu yahudi köylüsü Suzy'yi doğuran ana idi.
Adnan'ı ilk, defa gördüğü halde onu eski bir âşinâ gibi selâmladı ve henüz bir
tek eksik olmıyan muntazam ağzının otuz iki dişini gösteren bir yılışıklıkla.
"— Buyurun Adnan Bey!.." diye misafirini karşıladı. Demek ki çocuğun ismini
bile öğrenmişti. Alay yaveri kendisini tanıtmaya lüzum görmeden sordu.
"— O halde siz de Madam Liberman olacaksınız!" dedi. Gülüştüler.
Antrede Liberman'a rastladılar. Bu da alaturka bir selâmla Adnan'ı istikbal etti.
Beraberce eve girdiler. Suzy henüz ortada yoktu. Oldukça muntazam
döşenmiş bir salona girdiler.
Burası bir köy evinin odasından ziyade İstanbul'un oldukça hali, vakti yerinde
ailelerinin kabul salonlarından aşağı kalmayan asri bir salondu. Neden olmasın?
Bu, her karışından servet fışkıran toprak üzerinde bu arazinin hakiki sahipleri
fakr zaruret, hatta ve hatta bir çokları açlıktan muztarip iken, memleketlerinde bir
karış toprağa can veren sefil ve fakir sığıntılar bu memleketin servetinden öyle
istifade etmişlerdiki. Göz alabildiğine uzanan geniş üzüm bağlarının mahsulâtı Rişon
le Zion Fabrikası'nın nefis şarabına inkılâb etmekte ve zengin keselerden bol paralar
bu yaban muhacirlerin ceplerini doldurmakta idi. Badem ve diğer mahsûllerden yılda
iki sefer mahsul aldıklarından tıka basa midelerine indirdikleri miktardan arta kalan
mühim bir kısım her sene zenginliklerine yeni servetler katmaktaydı.
Biz bu vaziyeti bir Türk necâbetiyle bir Türk kafasıyla düşündüğümüz zaman
bu adamların bize karşı ebedi bir minnet ve şükran altında bulunduklarını zann ederiz.
İşte bu zan ve lâkaydi bize koca bir kıtanın elimizden çıkmasına âmil olan
sebeplerdendir. Şimdi orada emellerinin tahakkukunu görerek gurur ve nihvetini
arttırmış olan dünkü sefil ve nankör sığıntılar hükümrandır. Bizler unutmamalıyız kî;
Türk mehmetçiği Çanakkale'de olduğu gibi Sina Cephesinde de aynı fevkalbeşer
(insan üstü) kudret ve cesareti göstermişti. Fakat cephe gerisinde alçakça
casusluklar ve çöllerde isyanlar gibi arkadan saplanmış kahpe hançerler ordumuzun
hızını kesmiş ve bizi beyhude zararlara sokmuştur.
Umuyoruz ve istiyoruz ki; bundan sonra artık yabancı ırk ve dinden insanların
bizi gafil avlamasına ve ekmeğimizi yiyip kuyumuzu kazmasına müsaade etmeyecek,
boş bulunmayacağız. Bundan sonra ne milletten olursa olsun bir kadının aşkına
aldanmayacak ve tuzağına düşmeyeceğiz. Vatan aşkı her şeyden üstün olacak ve
hayvanı şehvetler o aşka bir leke gelmesine sebep olamayacaktır...
Adnan bu güzel döşenmiş misafir odasında Lui Kenz stili geniş bir koltuğa
yaslandı.
Henüz Suzy ortada yoktu. Bu yeni numara çocuğa hir şey sezdirmemek
kaygusundan doğuyordu.
Liberman Şark âdeti üzere misafirini yeni baştan selâmladı ve ona bir defa
daha;
"—Hoş geldiniz!.." dedi. Bir sandalyeye ilişti ve bir madun tavrı takınarak
konuşmağa başladı:
"— Alayınızın köyümüze komşu olması bize ne kadar şeref veriyor. Ortalık
şenlendi, sizler buraya gelmeden köy ne kadar ıssızdı... Askerler hayat getirdiler.
Canlandık."
"— Kalabalıktan hoşlanıyorsunuz demek mösyö Liberrnan?.."
Alay yaveri bu sözleri belki de samimi sanıyordu. Bilmiyordu ki; böyle
riyâkârane samimiyetler ve yalancı tavırlarla bizi ne kadar çok avlamışlar, bizi ne
kadar çok aldatarak ağzımızdan sözler kapmışlardı...
"— Güm, güm, güm!.."
Cephedeki top sesleri, fasılalı fasılalı karanlıkları deliyor ve gecenin
karanlığına yeni hüzünler katıyordu.
"—Alayınız burada yanıbaşımızda olmasa bu top seslerinden doğrusu rahat
uyku uyumak kabil olmıyacak."
"—Böyle uzaktan gelen top seslerinden de korkar mısınız mösyö Liberman?"
"—Sesten değil, fakat maazzallah bir gün bir güllenin tepemizde
patlamasından korkarız doğrusu..."
"—Düşman buralara kolay kolay ulaşamaz, merak etmeyin..."
''— Ona şüphemiz yok mülâzim Bey!.. Siz çok muharebelere girdiniz değil mi?"
“— Tabiî."
"—Harp güç şey."
"—Okadar değil..."
"— Yeniden harbe gitmeniz ihtimali var mı?"
"— Askerlik bu belli olmaz."
"— Orası Öyle.. Alay giderse siz de beraber gideceksiniz değil mi?"
"— Ona ne şüphe, alayım nereye ben de oraya!.."
"— Bu günlerde alayın cepheye gideceği söyleniyor. Doğru mu dersiniz?"
"— Henüz bir emir yok, fakat hazırlık emrini çoktan almıştık."
“— Siz giderseniz biz bir dost kaybederiz de..."
20Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Bir dost kaybetmek endişesinin arkasına gizlenerek şu küçük mükâlemeden
bir hakikat bilinmeyerek ifşa edilmiş oldu:
Tâlim Alayı da harekete hazırdır ve hazırlık emri almıştır. Bugünkü bu kadar
malûmatı İngilizler'e yetiştirirlerse elbette ceplerine birkaç kuruş girerdi- Kısa günün
kârı az olur.
"— Sizinle bir parti aznif oynamayı isterdim mülâzim bey?"
"— Oynayalım mösyö Liberman"
Liberman çatlak ve genizden konuşan sesi odada çınladı: .
"— Suzy!,. Suzy!.. Suzy!.."
Bu ses Adnan'ın ruhunda derin akisler uyandırdı demek ki; güzel kız evde
idi.ve şimdi gelecekti. İşte tatlı bir kız sesi cevap veriyor:
"— Geliyorum baba, geliyorum!.."
Ve elinde küçük bir tepsi için konulmuş kahve fincanlariyle Suzy odaya girdi.
Bugün her günkünden daha güzeldi. Parlak ve ince saçlarını arkaya doğru
taramış, altın yumaklar halinde uzanan İpek bukleleri çifte örgü ile arkadan
dolaştırarak kulaklarının üzerine indirmişti. Üzerinde sade fakat çok cazip bir elbise
vardı.
"— Size bir fincan kahve hazırlıyordum da onun için geciktim affedersiniz.
Adnan Bey!.." diye gencin elini sıktı. Bu beyaz ve yumuk eller Adnan'ın eline sarılınca
müsbet menfi elektrik cereyanlarının kontakları gibi alay yaverinde bir derûnî bir
ihtizaz meydana getirdi. Onun için:
"— Teşekkür ederim matmazel."
Derken, sesinde tabiîlikten bir az kaçmış bir titreklik vardı.
Kahveleri yudumlarken oyuna da başladılar. Suzy Adnan'ın oturduğu yere bir
sandalye çekti ve gencin yanı başında oyunu seyretmeğe koyuldu. Alay yaverinin aklı
oyundan ziyade yanı başında duran genç kızda idi. Bu yosmanın vücûdundan çıkan
bekâret kokusu Adnan'ın ruhunu tütsülüyordu.
Sayıları gelişi güzel koyuyor ve lalettayin oynuyordu. Yarım saat süren partide
Adnan kaybetti. Bol bol gülüştüler. Suzy bu fırsatı kaçırmadı:
"— Kumarda kaybeden aşkta kazanır, Adnan Bey!.." dedi.
Bu tatlı ses, neş'eli kahkahaların artmasına vesile oldu. Suzy'nin annesi likör
hazırlamakla meşguldü. Liberman da oyundan sonra.
"— Bana beş dakika müsaade ediniz. Suzy misafirimizi yalnız bırakma"
diyerek odadan ayrıldı.
Şimdi iki genç bu odada yapa yalnız diz dize ve başbaşa kalmışlardı. Adnan
böyle fırsatların her defa kaçırılması bir erkek için ayıp olduğunu düşünerek canlı
bulunmıya karar verdi.
21Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"— Kumarda kaybeden aşkta kazanır mı dersin Suzy?"
"— Bu bir darb-ı meseldir Adnan Bey!"
"— Fakat çok güzel bir darb-ı mesel."
Bir elini kızın beyaz eli üzerine koydu, diğer eliyle Suzy'nin beline sarılarak
gençliğinin bütün hararetiyle dudaklarından öptü. Bir karşılık görmedi. Böylece belki
bir dakika durdular.
"— Çok güzelsin Suzy."
"— Ona şüphe mi var?"
"— Mesele yok. Demek ki; birbirimizi seviyoruz. Harp bittikten sonra benimle
Türkiye'ye gelir misin Suzy?"
"— Gelirim Adnan! Senin ebeveynin nerede oturuyor?"
"-—İstanbul'da."
"— İstanbul!.. Güzel İstanbul! Ben onu küçükken, buraya gelirken gördüm.
Bosfor'un güzelliği!.. İstanbul'un güzelliği!.. Orası, dünyanın incisidir. Adnan Bey!.."
Alay yaveri derin bir göğüs geçirdi. İstanbul, onun memleketi, olanca azamet
ve güzelliğile hayalinde tecessüm etti. Bu güzel şehrin göklere yükselen zarif
minarlerini, babalarımızın medenî, kudretlerini gösteren büyük mabetlerini ve
Marmara'nın yeşil kucağında heybetle uyuyan büyük İstanbul'u düşündü. Orada
doğmuş orada okumuş, orada büyümüştü. Anası, kardeşleri ve babası orada şimdi
kendisinin hasretini çekmekte idiler.
"— Evet Suzy mukadderse harbden sonra güzel İstanbul'a gider orada mesut
bir hayat süreriz!.. Ne dersin Suzy?"
"— Büyük saadet olur derim, Adnan!.."
Bedbaht genç Türk!.. Şimdiye kadar yabancı kandan bir kızın hangi erkeği
bahtiyar ettiğini bilmiyordu bile!.. Bu gurbet ellerinde yalnızlığın yabancılığın ve harbin
ruhunda yarattığı galat hisler, O'na bu yahudi kızının harpten sonra ebedî bir hayat
arkadaşı olacağını zan ettirmişti. Heyhat!.. Bu mahlûklar ne kadar güzel ve cazip
olsalar nihayet kendi ırklarından sümüklü birisinin hayat arkadaşı olabilirlerdi, Türk
kızlarının altın oluklardan boşanan berrak sesleri ve Türk kızlarının asil ve lâhuti
güzellikleri yanında bir yahudi kızının hilekâr ruhu mukayesesine bile tahammül
edilmeyen bîr şeydir. Fakat toy bir zabitin bir casusa gönül vermesi hep gafletten bu
yolda ve ikaz edilmemesinden ileri geliyordu.
Adnan kızla yaptığı bu kısa konuşmalar esnasında Suzy'nin dudaklarından ve
pembe yanaklarından bir çok defa öptü. Kızın güzel elleri gencin parlak ve dalgalı
saçları üzerinde dolaşıyordu. Hislerinin bu en coşkun deminde Liberman'ın kalın
öksürüğü duyuldu. Bu, ben geliyorum haberiniz olsun, mânasına idi. Gençler
birbirinden uzaklaştılar. Aralıklı koltuklarına çekildiler.
Liberman odaya girdiği zaman gençlerin hal ve tavırlarındaki şaşkınlığı
görmemezlikten geldi. Suzy'nin annesi bir şişe şarab ile kocasının arkasından yetişti.
"— Adnan Bey, bir bardak şarabımıza tenezzül buyurur musunuz?"
"— Teşekkür ederim madam."
22Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"— Bu şarabı çok seveceksiniz. Buraların taze üzümünden yapılmıştır.
Nefasetine emin olunuz!"
Evvelâ iki genç karşılıklı ve sonra dört kişi kadeh tokuşturarak birer yudum
şarap yuvarladılar. Hakikaten enfes bir şaraptı. Arz-ı Mev'ud bağlarının üzümlerinden
yapılmış olan bu İçki gamlı gönüllere teselli, yorgun dimağlara güya kuvvet vermekte
idi. Adnan bardağı yarıya indirdikten sonra kafasında tatlı bir inşirah ve benliğinde
hoş bir inkişaf hissetti.
Suzy ile bir daha kadeh tokuştururken fettan yahudi kızı sağ gözünü hafif
kırparak ve vücudunun üst kısmına şehvetengiz inhinalar vererek:
“— Afiyetinize Adnan Bey!.." dedi.
"— Afiyetinize Suzy!"
Böylece yudum yudum, kadeh kadeh içtiler. Şarap buharları kafalarda türlü
hayaller yaratmakta idi. Adnan senelerce ana kucağından uzaklarda. Bu gurbet ve
doğuş sahasında duyduğu yalnızlığı bir an için unutur gibi oldu. Neş'elenmişti güzel
kız ve güzel kızın annesile babası da misafirlerini teşvik etmek için içmekte idiler.
Keyfi yerine gelen genç zabit yahudi dilberine yavaşça sordu:
"— Müzik sever misin Suzy?"
"—Pek çok..."
"— Hangi parçayı çalarsın?"
"— Yazık ki ben birşey çalamam. Fakat eğer isterseniz size şu eski
gramafonomuzla bir kaç plâk dinletebilirim..."
"—İyi edersin."
Köy evinin odasında borulu ve eski bir gramafon oldukça iyi parçalar çaldı.
"— Plâklarınız hep Almanca Suzy..." Ana dilimiz Almanca'dır. Harp bittikten
sonra yenilerini alacağız.
Adnan derin derin, mahzun mahzun içini çekti.
"— İnşallah!.." dedi... Sesinde tuhaf bir ümitsizlik seziliyordu. Bu defa
Lîberman sordu:
"— Harbin yakında biteceğini umar mısınız?"
"— O kadarını bilmem. Bildiğim birşey varsa, harp biteceği güne kadar devam
edecektir."
"— Kazanacağız değil mi Adnan Bey?"
Bunu söylerken koca casusun necabetsiz suratında gencin ruhuna nüfuz
etmek İsteyen şeytanî bir tecessüs belirdi. Bir ordu zabitinin haleti ruhiyesini ve harp
hakkındaki fikrini öğrenmek ve bu malûmatı düşmana yetiştirmek kâfî derecede
ehemmiyetli bir vazife idi. Bir casusluk vazifesi...
Kahraman genç ırkının vârisi olduğu asalet ve necabete uygun bir cevap verdi.
"— Elbette kazanacağız... Onun için kan döküyoruz..."
Vakit ilerlemişti. Köyde ses-seda kalmadı yine cephede kesik kesik, uzaktan
uzağa top sesleri ve yine karargâhta hazin hazin yat borusu..
23Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
.
"— Vakit geldi müsaadenizle."
"— Biraz yemek yiyip öyle gitmez misiniz?"
"— Teşekkür ederim geç gitmeliyim."
"— Her zaman bekleriz."
Mutad merasimden sonra Adnan bahçeye çıktığı vakit kendisini epey
sersemlemiş buldu. Berrak Filistin semasının parlak yıldızları yere düşecek
zannediyordu.
Bahçe kapısına geldikleri vakit iki genç yalnız kalmışlardı.
"— Yine gel Adnan her gün gel olmaz mı?"
"— Üç gün sonra yine gelirim Suzy."
"— Uzatma, yalvarırım..."
Yine çıldırtıcı bir cilve ile genç zabitin elini sıktı. Kıvrıldı, kıvrandı, büküldü ve
ayrıldılar. Türk çocuğu çadırlara hafif tertip sallanarak geldi.
Aynı sesler kendisini karşıladı.
"—Dur! Kimdir o!"
"— Yabancı yok, alay yaveri!"
Bu suretle aynı ihtar kendisine tekrar edilmiş oldu:
Harp sahasındadır, vazife başındadır...
* * *
Adnan karyolasına uzandığı vakit rüya âleminin tatlı hülyalarına daldı.
Uykusunda sabaha kadar Suzy ile beraber bulundu. Fettan casus kızın, gencin
şuuruna giren hayali kendisini yatağında da yalnız bırakmadı.
Benliğinden ayrılmıyan yalnız bir casus kızın hayali değildi. Garip ve meşhum
bir hiss-i kablelvuku bir ân onu bırakmamıştı. Düşünüyor hafızasını zihnini yoruyor ve
bu işin fena tarafını bulamıyordu. Ne olabilirdi?
Vatana fenalık etmiyordu ya!... Gerçi kendi ırkına yabancı, duygusu, kanı,
karakteri bambaşka bir kızı ulu orta kendine eş yapmak bir ordu zabiti İçin asla
afvedilmiyecek bir haldir. Fakat Adnan kendisine göre bir teselli bulmuştu:
Evlenecek olursa onu müslüman yapacak, o zaman her şey yoluna girecekti.
Heyhat! Düşünememişti ki: Bir yahudi samimi müslüman olması hemen hemen
imkansız gibi bir şeydir.
Bir insan itikadını değiştirmekle, uhrevî mesaüde, dînî mesailde şuna veya
buna inanmakla kanından bir zerresini değiştirmiş olamaz. Bir Yahudinin ise,
müslüman olmasile katolik veya ortodoks ve yahut protestan ve hattâ dinsiz ol-masile
damarlarında dolaşan kan değişmiyecek, ayni kalacaktır. Zira yahudi yahudidir. Biz
bu noktaya az ehemmiyet verdiğimiz için büyük zararlar görmüşüzdür. Bizim
kızlarımızla evlenmiyen, bizim âdetlerimize yabancı olan ve hattâ mezarlarını bile
24Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
bizden ayrı tutan insanlar ve cemaatlerden Türk zabitine eş aramak ve onları bize yâr
zannetmek gafletin ve günahın en büyüğüdür.
Bu düşüncelerle beraber alay yaverinin yakasını bırakmıyan korkunç hiss-i
kablelvuku'nun mahiyeti bütün bütün başka, tesiri bütün bütün şiddetli idi.
Arkadaşları gencin vaziyetindeki fevkalâdeliği sezmişler, kendisine birçok defa:
“— Bırak şu fettan kızı Adnan!.. Bununla bu kadar meşgul olmağa değmez.
Harp kıyamete kadar sürecek değil ya!.. Nasıl olsa bitecek , Uç sene bekliyen insan
daha biraz bekliyebilir. Sağ kalırsak memleketimize döner orada pırlanta gibi Türk
kızlarını kendimize hayat arkadaşı ederiz, ” diyorlardı.
Bu sözler Adnan'da çok müsaid tesirler bıraktı. Mertliğini ve benliğini bir araya
topladı. Ağır bir kâbustan kurtulur gibi hafifledi teselli buldu ve hemen kararını verdi.
Randevusuna gitmiyecek ve kendisini ne olduğu belirsiz bu kızın işvesinden,
cilvesinden tuzağından uzak tutacaktı.
Nitekim söz verdiği akşam gitmedi.
Bu hareket Türk centilmenliğine biraz aykırı düşse de harp mıntıkasında böyle
teşrifata lüzum olmadığı gibi daha kötü bir vaziyete düşmekten de elbette iyi idî.
* * *
Günler geçti. Gencin gönlündeki yara da kapanmış gibi oldu. Harp
mıntıkasında yeni yeni hazırlıklar, hareketler, faaliyetler de Adnan'ı ayrıca meşgul etti.
Herşeyi unutmuş gibi idi. köyün semtine bile uğramaz oldu. Yolu düşse bile hayvanını
başka istikamete çevirir ve kırların bakir genişliklerinde dört nala başka yollar takip
ederdi.
Aşk yarası müzmin hastalıklara benzer. Geçti zan olunduğu bir anda ufak bir
bahane ile kanadığı çok görülmüştür.
İşte bir gün, çadırında karyolasına uzanmış dinlenirken bîr neferin içeri girmek
için müsaade istediğini gördü ve ona seslendi:
“— Giriniz..."
Bu, Kunaytaralı bir Arap neferi idi.
“— Efendm, size bir mektup getirdim!" dedi.
Yaver, üç haftadan beri ailesinden mektup almamıştı. Onlardan geldi zannile
mektubu sevinçle askerin elinden aldı. Pulsuz bir zarf üstüne kargacık burgacık bir
yazı ile yalnız kendi ismi yazılı idi.
"— Bu mektubu sana kim verdi?" diye sordu.
"— Menzil noktasına gitmiştim, karargâha dönerken bir kız verdi efendim."
"— Başka bir şey dedi mi?"
"— Hayır. Bunu bizzat Adnan Bey'e ver!.." dedi.
"— Sen o kızı tanıyor musun?"
“— Hayır ilk defa görüyorum efendim."
"—Peki gidiniz."
25Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Bu mektubun Suzy'den geldiği muhakkaktı. Bunu tahmin etmek kolay oldu.
İşte... Küçük parmak, bir kız parmağı kapandı zannettiği yarayı birden bire deşmiş
oldu. Genç zabit heyecanla zarfı yırttı ve okumaya başladı:
"Adnan Bey!
Söz verdiğiniz gece ve o geceden şu dakikaya kadar sizi ıstırap ve
heyecan içinde bekledim ve bekliyorum. Sizi sevmiş olan bir genç kıza fazla
ıztırap vermek erkekliğinize ve asaletinize yaraşmaz!
Seni her dakika, her an çılgın bir heyecan ve sevgi içinde bekliyorum.
Aşkıma ve bu aşkın safiyetine merhamet ediniz efendim."
Seni çok seven
Suzy Liberman
Eyvah!.. Bu belâdan kurtulmak kolay değil. Adnan'ın bütün hisleri ve bütün
düşüncesi alt üst oldu. Dört satırlık bir mektup ruhunu perişan etti. Demek ki hâlâ
seviyordu. Hem eksilmeyip artan bir aşkla seviyordu. Gitmeli idî, sevgilisine, gönlünü
çalmış olan kıza gitmeli idi, hem de bu akşam...
Ve akşamı dar etti. Ortalığın kararmasını, günlük vazifesinin bitmesini güçlükle
bekledi. Güneş son ışıklarını ufukların arkasına çekerken genç zabit de bir an evvel
maşukasına kavuşmak için hazırlanıyor, sabırsızlanıyordu.
Ortalık kararmaya başladı. Herkes çadırlarına çekilmiş faaliyet azalmıştı.
Adnan çadırından usulca çıktı. Bu sefer her defa olduğu gibi pervasız değildi-
Çekingen ve mütereddit idi. Hareketini herkesten saklamak isteyenlere mahsus bir
endişe ve çekingenlik içinde idi. Bir suçlu gibi çekine çekine, istemeye istemeye
gidiyordu. Yürürken ayaklarının ses çıkarmasından bile ürküyordu. Ağır ağır köyün
yolunu tuttu. Ruhundaki endişe ve içindeki meş'um hiss-i kable-l vuku kendisiyle
beraberdi.
Köyün sokaklarına daldığı zaman dalgınlığı biraz geçti.
İçine hafif bir ferahlık geldi. Evlerin numaralarını saya saya otuz dokuza geldi.
Diğer defalara benzemeyen bir isticalle bahçe kapısını itti, içeri girdi. İç kapıda çok
durmadı. Kendisini beklemekte olan Suzy misafirini hemen içeriye aldı ve sevgilisinin
elini hararetle sıktı.
"— Bu kibarlığı senden bekliyordum Adnan! Biliyordum ki; geleceksin, hem de
bugün geleceksin. Bana bu kadar ezayı kâfi göreceksin. Çok teşekkür ederim.
İstersen gel benim odama gidelim."
Orada başbaşa otururuz olmaz mı?
"— Öyle olsun Suzy."
26Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Genç çift küçük bir odaya girdiler. Burası Suzy'nin kendi odası idi. Sade bir
karyolanın üzerine temiz çarşaflar örtülmüş ve güzel kızın kendi elile işlediği
dantelalarla süslenmişti. Küçük tahta bir masanın üzerinde beyaz örtü ve güzel kır
çiçekleri, bir küçük ayna, iki sandalye, bir basit koltuk bu odanm dekorunu teşkil
ediyordu. Fakat bu sade eşyanın tertip ve tanzimi ve temizliği bir genç kızın hüsnü
tabiatini gösteriyordu. Suzy karyolasının kenarın Adnan da karşısında bir sandalyeye
oturdu. Bir müddet sessiz kaldılar. Bu sükûneti Suzy ihlâl etti:
"— Söyle bakalım Adnan!.. Geçen günkü randevüye niçin gelmedin?"
"— Asker olduğumu ve harp sahasında olduğumu biliyorsun. Bunu tabiî
görmelisin."
"— Hakkın var Adnan!.. Başka bir sebep olmasın da..."
"—Ne gibi?"
"— Ne gibi olacak. Meselâ vazife ile uzaklara gitmek ve meselâ en korktuğum
şey aşkından vazgeçmek, benden soğumak gibi..."
"— Hayır Suzy, bak işte yanyanayız!" Suzy eliyle oturduğu karyolada yer
göstererek:
"— Benim yanıma gelmez misin Adnan!.." dedi.
"—Peki Suzy..."
İkisi bir karyolada idiler. Ayaklarım yere uzatmışlardı. Dizleri yavaş yavaş
birbirine dokundu. Elleri ağır ağır birbirinin elini kavradı. Dudakları birbirine yaklaştı.
Uzun, uzun. derin derin, doya doya seviştiler. Zevkin son kertesine gelmişlerdi. Pek
az evvel başlıyan bir sevgi pek kısa bir zamanda uzun mesafeler katetmiş, kökleşmiş
ve derinleşmiş zannolunurdu. Türk seciyesine göre bekâret ücreti ancak uzun bir
hayat arkadaşlığında vefakârlıklarla ödenebilirdi. Onun İçin kimsesizliğin, yalnızlığın
ve harbin zayıf sinirlerde yarattığı tesirlerin neticesi olarak işlenen bu günahı Adnan
hayatının sonuna kadar mukaddes addedecek ve ona bir meşruiyet şekli verecekti.
Derin bir zevkten ve tatlı bir uykudan düşünceli bir dalgınlığa girmişti.
Sinirlerinde ve ruhunda büyük bir yorgunluk hissediyordu. Suzy oynadığı aşk ve
masumiyet golüne aykırı bir pişkinlikle genç zabitin durgunluğunu giderdi:
"— Birer kadeh şarap içeriz değil mi sevgilim?"
"— İçelim Suzy."
Aşkın keskin şarabiyle mest olmuş gönüller üzüm şarabının buhariyle aşktan
bir zevk âlemine daldılar ve kendilerinden geçtiler.
Gece ilerliyordu. Karanlık koyulaşıyor, sessizlik derinleşiyordu. Köy evlerinin
ekserisinde lâmbalar kısılmış hayat durmuştu. Saat görünmez bir el tarafından
itiliyormuş gibi çabuk çabuk ilerliyordu. Adnan bir an evvel çadırına gitmek
mecburiyetinde idi.
"— Müsaadenle Suzy! Ben gideyim, yarın yine gelirim."
"— Biraz daha otur Adnan!"
"—Mümkün değil!., vakit geç..."
27Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Kızın güzel elleri Adnan'ın dalgalı koyu siyah saçiarı üzerinde dolaştı. Onu tatlı
tatlı okşadı. Olgun ve mütenâsib bir vücud çapkın bir tavırla gencin dizlerine çöktü,
ardından bir ses.
"— Biraz daha otur yavrum!.." dedi.
Adnan kararından vazgeçti. Bir müddet daha oturdu, bir müddet daha
seviştiler ve çocuk biraz daha yahudi kızına bağlanmış oldu.
"— Bir kadeh daha şarap içermişin Adnan?"
“— Durmadan içiyoruz Suzy. Üzüm şarabı, aşk şarabı. Çifte sarhoş oldum.
"— Kendi evindesin. Meraklanma sabah erken çadırlara yetişirsin!"
“— Olmaz şimdi gitmeliyim!.."
"— Birer kadeh daha içeiim de peki."
Birer kadeh daha İçtiler. Bu son kadeh efsunlu bir tütsü gibi gencin kafasını
bütün bütün sersemletti. Takati azaldı mukavemeti kesildi, ve geceyi fettan kızın
evinde geçirmeye razı oldu, mecbur kaldı. Dalgın ve kuvvetsiz bir sesle sordu:
"— Ben nerede yatacağım Suzy?"
"— Tenezzül edersen benim odamda, benim yatağımda..."
"— Sen nerede yatacaksın Suzy?"
"—Annemin odasında."
"— Demek burada değil?"
"— Bugün için değil..."
Yeni baştan gramofon çaldılar, tekrar şarap içtiler. Diz dize oturdular. Böylece
sabahın yaklaştığının farkına bile varmadılar. Bir aralık Adnan kolundaki saate baktı.
İki buçuk olmuştu.
"— Ben azıcık yatayım Suzy! Saat dörtte çadırlara gitmeliyim!"
"— Peki yavrum, ben seni uyandırırım."
* * *
Adnan yorgun bir uykudan gözünü açtığı zaman saat dördü geçiyordu. Suzy
uyku mahmurluğunun bütün güzeliği ve beyaz geceliğinin lâhuti letafetiyle başı
ucunda yüzünü ve saçlarını okşamakta idi.
"— Sabah oluyor Adnan, çadırlara gitmelisin."
Delikanlı çevik bir hareketle karyoladan fırladı. Sevgilisinin yüzünü gözünü
aksadı ve giyinmeye başladı. Çabucak hazırlandı acele vedalaştı.
"— Suzy allaha ısmarladık. Yine görüşelim."
"— Güle güle Adnan. Yarın yine beklerim."
"—Yarın akşam gelemem. Fakat akşam talimi bittikten sonra, seni kırda vadi
içindeki top ağacın altında beklerim."
"— Güle güle sevgilim..."
Alay yaveri çadırına döndüğü zaman alay karargâhında faaliyet yeni
başlamıştı. Sabahın alaca aydınlığı çadırlara aksetmiş, nöbetçiler değişmekte,
uykudan kalkmış olan asker sabah temizliğini yapmakta idi. Genç zabit geceyi vazife
başında geçirmiş gibi soyundu ve yeni baştan karyolasına uzandı. Biraz daha
28Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
dinlendi. Yüzünü yıkayıp kendisine çekidüzen verdiği zaman para çantasiyle evrak
cüzdanının yerlerini değiştirmiş olduğunu fark etti.
Ceketinin sağ cebindeki küçük portföyde bulunan annesinin ve kardeşlerinin
resimleri yerlerini değiştirmiş her zaman muntazam ve sıra ile yerleştirdiği bazı
evrakın intizamını kaybetmiş olduğunu gördü, hayret etti. Para çantasındaki
paralarını saydı tamamdı ve yerli yerinde idi. O halde, bu karışıklığı neye yükletmeli
idi. Genç zabit bu şayanı dikkat nokta üzerinde fazla durmadı, kimbilir sarhoşluk, dedi
ve dudak büküp geçti.
Halbuki casus kız, dalgın bir uykuya varan alay yaverinin bütün üstündeki
kâğıtları karıştırmış, gözden geçirmişti.
Ertesi akşam, asker tâlimden dönmüş çadırlarda karavana faaliyeti başlamıştı.
Adnan günlük vazifesini bitirmiş atına binmiş kırlarda koşuyordu. Top ağacı uzaktan
görünce fettan hayaleti de seçti. Bu uzaktan görünüşte çok derin bir güzellik vardı. Atı
dört nala sürdü. Kuvvetli bir cazibenin manyetizmasına kapılmış gibi idi. Gittikçe bu
beyaz gölgeye yaklaştı. Ve nihayet cennetten kaçmış bir peri kızı gözünün önünde
canlandı. Onunla karşı karşıya geldi. Birden atından atladı. Beyaz ellere sarıldı ve
dudaklardan Öptü, öptü, öptü. Artık hiç bir mümanaat görmüyordu. Birbirlerinin olmuş
gibi idiler.
"— Nasılsın Suzy?.."
"— İyiyim. Teşekkür ederim. Sen nasılsın Adnan!.."
"— Seni gördüğüm vakitler çok iyiyim Suzy..."
"—Bende öyle."
Konuşmalarını kısa kestiler. Sevişmelerini uzattılar. Ağızlarından ziyade
kalbleri ve heyecanlariyle konuşuyorlardı.
İki gencin bu şirin füsun diyarında bu lekesiz berrak sema altında bu güzel
bahar kokulu tenhalıklarda âşıkdaşlık etmelerinde görünüşte büyük bir kudsiyet vardı.
Hiç kimse hassaten bütün duyguları kamçılanmış coşkun bir genç, güzel ve
körpe bir kızdan ve bu aşk perdesinin arkasından bir cinayet ve bir tuzak gizlenmiş
olduğunu aklına getiremez, havsalasına sığdıramazdı.
Adnan'ın yüzü kıpkırmızı olmuş, gözleri ateş saçan bir cevvaliyyet içinde yan
süzülmüştü. Suzy bu ani fırsatı ganimet bildi:
"— Sevgini artık benden esirgemiyeceksin değil mi Adnan? Seni her gün
görmek istiyorum."
Bu akşam eve gelir misin?
"— Bugün gelemem Suzy. Karargâhta vazifem var. Fakat yarın kolordu
karargâhına gidip bazı emirler alacağım, akşam dönüşte sana uğrar bir kahveni
içerim."
"— O kadar kısa mı Adnan..."
"— Vazifem var Suzy, onu ihmal edemem."
- Tabî... Demek vazifen mühim?.."
"—Elbet..."
29Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"— Cephede bazı hazırlıklardan bahsediliyor, alayınızın bir tarafa gitmesinden
ve seni kaybetmekten korkuyorum Adnan."
"— Muharebe hali belli olmaz, hazırlıklar tabiidir."
"— Hangi taraftan bir taarruz ümit edersin?"
"— Onu büyük kumandanlar bilir, alay yaverleri işin bu kadarım bilemez."
"— Orası doğru askerin işi bizi alâkadar etmez, anlamayız da, biz yalnız
ordumuzun kazanmasına dua ederiz. Beni ise yalnız sen alâkadar edersin."
Bu sözleri söyliyen casus kızının takındığı masum ve samimî tavrın arkasında
gizlenen riya ve hıyanet asla sezilmiyordu. Oynadığı rolde birinci sınıf sinema
aktristleri kadar mahir ve muvaffaktı. Tekrarladı:
"— Demek yarım akşam dönüşte bir kahvemizi içecek kadar olsun bizi
sevindireceksin..."
"— Geleceğim Suzy..."
Öpüştüler, seviştiler, vedalaştılar ve ayrıldılar...
Bulutlu ve kasvetli bir havada alay yaveri, bütün birliklerin emir zabitleri gibi
kolordu karargâhından emir almıya gidiyordu, ingilizlerin büyük cephe üzerinde geniş
bir taarruza hazırlandıkları görülmüş, Türk kıtalarına lâzım gelen tertibat aldırılmış,
takviye kıtaatı celbedilmiş, siperler tahkim edilmişti. Ortalıkta fevkalâdelik görülüyordu.
Her İki taraftan birinin yapacağı bir taarruz hareketi kat'î neticeler için olacaktı.
İngiliz Ordusu'nun Gazze Cephesi'nde bir mağlûbiyeti Kanala kadar ric'atini
icap ettirdiği gibi Türk Ordusu'nun muvaffak olmaması da Gazze-Şeria hattını terk
etmesini icap edecekti. Ordular hazırlanmakta, süngüler bilenmekte idî...
Adnan alayına âid mahrem zarfı almış dört nala karargâha dönüyordu. Bu zarf
içinde tâlim alayının hangi kıtaata ne kadar yetişmiş asker vereceği ve büyük
taarruzda elinde kalacak usta efratla ne gibi vazifeler göreceği tafsüâtiyle yazılmıştı.
Her ordu emrinde olduğu gibi dost ve düşman kıtaata dâir de bir nebze malûmat
vardı.
İste bu mühim emirler ve talimatlar alay yaverinin koynunda bulunuyordu ve
genç zabit atını dörtnala karargâha sürüyordu.
Köyden geçerken sadece 39 numaralı evin önünde durdu. İçeri girmek
istemedi. Sözünü yerine getirmek için at üstünde selâmı kâfi gördü. Fakat bu
mümkün mü idi?
Sinirleri gevşeten ve insan azmini zaafa uğratan kadın şeytanlığı ve yahudi
fettanlığı bir genci vazifesinden alıkoyacak kadar müessir oldu. İnsan bir defa
kendisini bu akıntıya kaptırmamak idi. O girdaba kapıldıktan sonra kurtulmak mucize
kadar zordu.
"— Bir fincan!.. Tek fincan kahvemizi içecek kadar içeri giremez misin Adnan!"
"— Giremem Suzy! Bak sözümde durdum, geldim, şimdi isim var. Karargâha
yetişmeliyim. Vakit bulursam yine gelirim."
"— Yalvarırım sana, atını biraz daha terletirsin kaybettiğin vakti telâfi edersin,
gel, bir kahvemizi iç!... Sade o kadar."
"— Fakat ancak beş dakika Suzy..."
30Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"— Peki öyle olsun..."
Suzy'nin küçük odasına girdiler. İkisi de geçen defa olduğu gibi karyolanın
üstüne yan yana oturdular.
"— Haydi Suzy, kahve pişireceksen çabuk getir de geç kalmayayım.
Gitmeliyim."
Sahte âşık bu suale cevap vermedi. Adnan'ın omuzundan yakaladı,
dudaklarına yapıştı, derin derin, içli içli, doya doya öptü.
"—Biraz daha Adnan; bir parça daha!., sevgime hürmet et!.. Ve yine uzun
uzun öpmeler!.. Genç az sonra iki kadeh şarapla odaya döndü.
"— Kahve içecektik ya..."
"— Kahve de içeriz sevgilim, peşin bir kadeh şarap, yorgunluğunu alır..."
"—Peki Suzy."
Adnan Rişon le Ziyon şarabının lezzetini tatmış ve çok beğenmişti. Bir kadeh
içerse belki de dinlenir, ferahlanırdı.
"— Şerefine Suzy!.."
"— Şerefinize sevgilim!.."
"— Fakat benim başım çok dönüyor Suzy!.."
"— Biraz oda sıcak, biraz da sen yorgunsun Adnan..."
"— Hayır bildiğin gibi değil... Gayrı tabiî bir şey. Şarap fena halde dokundu."
"— Her zaman içtiğimiz şarap!.. Ben de beraber içtim. Bak bende hiçbir şey
yok..."
"— Hiç anlamıyorum, hiç!.. Başım çok dönüyor, midem bulamyor, bir ağırlık
duyuyorum..."
"— Azıcık karyolaya uzan!.. Başını soğuk su ile yıkayayım birşeyin kalmaz."
Çocuk istemiye istemiye boylu boyunca karyolaya uzandı. Casus kız ıslak
tülbentlerle gencin başım uğuyor onu uyutmıya çalışıyordu. Adnan sızmıştı. Ona
birkaç defa seslendi.
"— Adnan!.. Adnan yavrum!.. Adnan!.."
Ses yok. Ceketinin düğmelerini çözdü. Ses yok. Çıkardı, yine ses yok. Adnan
efsunlu bir uykuda idi.
İki beyaz ve yumuk el, Türk zabitinin ceketine uzandı ve sarı zarftaki evrakı
tomariyle aldı...
Suzy odadan ayrıldı. Birkaç dakika sonra aynı zarfı getirip yerine koydu ve
Adnan'ın başı ucuna gelerek elindeki şişeyi birkaç defa burnuna götürdü.
"— Adnan, Adnan!.. Kalk yavrum geç kalma işine gitmelisin..."
Başının sersemliği ve hissedilir derecede ağırlıkla Adnan gözlerini açtı.
"— Çok mu uyudum ben."
"— Hayır yarım saat kadar."
Hemen gitmeliyim, hemen!.. Giyindi. İtiyat şevkiyle göğsünü yokladı. Herşey
yerli yerinde idi. Başı çok ağrıyordu, fakat münakaşa edecek sıra ve zaman değildi.
3
Bir Allaha ısmarladıkla kendini bahçeye attı. Kızın babası Liberman O'nun atını
tutmakta idi. Adnan hayvanına atladı. Karargâha doğru dört nala sürdü...
* * *
Güneş ufuklardan sıyrılmış, aydınlık azalmıştı. Alacakaranlıkta vadiye saptı ve
atını yavaşlattı. Çimenli bir yoldan ağır ağır karargâha vardı. Cebinden zarfı çıkardı.
Kumandanın çadırına doğru ilerliyordu. İçine bir kurt, şüphe düşmüştü. Zarfa dikkatle
baktı ve bir değişiklik gözüne çarptı. Bu zarf açılmış ve sonradan kapanmışa
benziyordu. Gerçi bunu yeknazarda anlamak mümkün değildi, fakat öyleye benziyordu. O anda Adnan beyninden vurulmuşa döndü. Herşey gözünün önünde canlanır
gibi oldu... Demek son içtiği şarabın verdiği sersemlik beyhude değilmiş. Şimdi bu
şaraptan sonra daldığı ölüm uykusunu, etrafında dönen sahte aşk komedisini biraz
anlar gibi oldu... Kendi kendine yavaş bir sesle ve dişlerini gıcırdatarak mırıldandı:
"— Vay kahpe vay!,. Alacağın olsun!"
Alay kumandanı yaverinin getirdiği zarfı tetkik etmeden açtı. Esasen böyle bir
şeye şimdiye kadar ihtiyaç olmamıştı. Kolordular gelen emirlere, talimatlara göz
gezdirdi, ve asker yattıktan sonra birlik kumandanlarının çadırına çağırılmasını
emretti. Adnan bilmeyerek ve istemeyerek vazifesini sûistimal ettiğinin farkına
varılmadığına sevindi intikamını sabaha sakladı ve bölük kumandanlarını alay
kumandanının çadırına davet etti.
* * *
Cephelerde büyük hazırlıklar vardı..İngilizler Gazze-Telli-şeria hattında büyük
ve kati bir taarruza geçmek üzereydiler. Türk ordusu da bu vaziyete göre hazırlanmış,
yeni vazifeler almıştı. Cephe baştan başa harekete gelmiş, canlanmıştı...
Ordular yeni bir savaşa hazırlanmış, süngüler bilenmiş, askerler kavgaya
hazırlanmıştı.
* * *
Artık geceler gebe idi. Her sabah, büyük bir vak'a beklenmekteydi. Adnan o
sabah gözünü açtığı zaman, henüz bir şey olmamıştı.
İkindiye doğru müsaid bulduğu bir zamanda bir sabit fikrin tesiri altında ağır
ağır köye yollandı. Hem bazı noksanlarını satın alacak hem de yahudi kızından
hesap soracaktı.
Köye doğru giden derenin başına geldiği zaman elinde boş kum torbasile bir
askerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Bu, ilk defa Suzy'den ona mektup
getiren arap idi.
"— Efendim size bir mektup daha var."
"—Kimden?"
"— O kızdan."
Sert bir tavırla mektubu neferin elinden aldı ve okumağa başladı:
32Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Sevgili Adnan!..
Seni bu akşam behemmehal bekliyorum. Hiç olmazsa on dakika için gel,
fazla bekletmem. Sevgiler...
Genç Zabitin dişleri öfkeden birbirine geçmişti. Dik dik karşısındaki askere
baktı ve tekrarladı:
"— Hep sen mi görüyorsun bu kahpeyi?"
Sözünü bitirememişti. Dört nasırlı el, genç zabitin boğazına sarılmış, üç yahudi
bir arap bedbaht çocuğu yere yatırmıştı.
"—Alçaklar!.. Alçaklar!.."
Bu iki kelime gencin son sözleri oldu.
Hain casus kızının şehvet ateşinden kuvvet alan bu namertİer asil, genç,
kahraman Türk zabitine pusu kurarak onu namussuzca şehid etmişlerdi. Bu mübarek
şehidin mübarek cesedi Tayyibe İsminde başka bir yahudi köyünün çalılıklarına
gömülmüştü.
Sekizinci Ordu Divan Harbi hemen faaliyete geçti. Divan azaları ve alay
zabitleri geceli gündüzlü çalıştılar. En küçük izler üzerinde yürüdüler. Köye sık sık
giden neferleri sorguya çektiler. Alay zabitlerinden, alay yaverinin Suzy ile mü-
nasebetlerini öğrendiler ve bedbaht gencin cesedini Tayyibe Köyü'nün çalılıklarında
bulup çıkardılar.
Suzy yakalandı, onunla beraber her iki Yahudi köyünden yirmiye yakın mücrim
adaletin pençesine düştü. Casus kızın anası, babası da tevkif edildi. Katiller ve kaatil
arap bu işi Suzy'nin aşkına âlet olarak ve rekabet hırsile yaptıklarım itiraf ettiler.
Divanı Harb tahkikatının en şayanı dikkat noktasını bu esrarengiz cinayete yakayı ele
veren iki Yahudi teşkil ediyordu. Mozes ve Hermut adında bulunan bu iki adam
Hudeyra Köyü'nde bir dükkânda kırtasiye ve öteberi satmakta idiler. Bunlar
görünüşte ne iyi kalpli, ne sevimli adamlardı. Zabitlerin hepsi bu iki adamı sever ve
sayardı, bu adamlar çok zarif, tok gözlü, güler yüziü, tatlı sözlü ve son derece cana
yakın birer insan gibi gözüküyorlardı. Divanı Harp tahkikatı ve evlerinde yapılan
araştırmalar bu heriflerin ingiliz istihbaratında memur ihtiyat zabitleri olduklarını
meydana çıkardı. Bunlar, (Suzy Liberman’ın üç seneden beri bilhassa casusluk için
yetiştirildiği ve kızın müstesna güzelliğiyle kabiliyetinin kendilerine çok yaradığını
naçar itiraf ettiler.)
Diğer cususlar süt, yoğurt ve portakal satmak bahanesile seyyar hastaneler
civarında ve cephe gerilerinde dolaşarak topladıkları malûmatı Mozes'le Hermut'a
getirmekte idiler.
Suzy alay zabitanîyle münâsebet tesisin memur edilmiş ise de ancak Adnan'ı
gözüne kestirdiği ve belki onu biraz da sevmiş olduğu anlaşılıyordu.
33Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Hermut'ın bir iki defa kayıkla İngilizler tarafına gittiği ve birkaç defa da
"Zimmarin" deki casusluk merkezine gönderildiği meydana çıktı. Caniler hapse
tıkıldılar.
Suzy Divanı Harpteki ifadesinde hiçbir şey gizlemedi, inkâr etmedi. O sadece
Adnan'ın Öldürülmesinden habersiz görünüyordu.
"— Nasıl olur, sevdiğim genç ve güzel bir zabiti Öldürürüm. Hem onun ne
günahı var ki..."
Suzy:
"— Ben yanıldım, aldatıldım. Bu işe belki fena bir niyetle girmiştim fakat sonra
o genci sevdim. O'na ben kıyamaın, bu yalandır, iftiradır!.." diye tepirliyordu. Suzy bu
ifadede ölünceye kadar ısrar etti.
* * *
Suzy mahakeme edildiği Kalkilya Köyü'nün bir odasında hapis günlerini derin
ıstıraplar ve müthiş kâbuslar içinde geçiriyordu.
Burada ölümün soğuk çehresi ve Azrail'in korkunç hayalinden başka kendisine
arkadaş yoktu. Renginin pembeliği kayboldu. Güzelliğinin sihri azaldı ve işlediği
büyük cinayetin, oynadığı nankör ve cani rolün bütün siyahlığı ruhuna aksetmiş oldu.
Gençliği ve güzelliğine veda edecek, cibilliyetsizliğin ve küfranın cezasın çekecekti.
Şehvet, korku ve endişe ile karışık garip bir haleti ruhiye İçinde kıvranmakta ve
mukadder saati beklemekte idî.
Öldürttüğü genç delikanlının bedbaht hayali gece uykularında onu vicdan
azabının ölümden beter mengenesinde eziyor, kırıyordu. Geceler uzamış, uykusu
kısalmıştı. Kış gecelerinin tabiî uzunluğuna uğradığı felâketin azabı da yüklenince
rahat uyku kendisine büsbütün haranı olmuştu.
Ve o gün, saatlerce yatağında kıvranmış, korkulu rüyalar görmekten müthiş
kâbuslar geçirmekten çekiniyor gibi sabaha kadar gözünü yummamıştı.
Serin sabah rüzgârı sinirleri yatıştırdığı anda yorgunluğu galebe çalıp ta biraz
dalmış korkulu rüyalar âlemine dahil olmuştu. Bunlar rüya değil yakında aynen vaki
olacak kara mukadderattı.
Kapının önünde toplu ayak seslerinin gürültüsü onu henüz daldığı uykudan
uyandırdı. Bunlar onu kısas meydanına götürecek olan askerlerdi.
Kalbi yerinden kopacak gibi idi. Rengi bir anda simsiyah olmuştu. Bütün
vücudu köpek gibi titriyodu. Ne var demeğe vakit kalmadan tunç yüzlü bir nefer
heykel gibi karşısında belirdi. Ölümle karşı karşıya idi. Büyük günahının sıkleti onun
mecalsiz sırtına abanmıştı. Düşmana yetiştirdikleri malûmat yüzünden kanına
girdikleri masum askerelerin hayalleri kendisini boğacak gibi idi.
Şu karşısında dikilen asker ona sanki:
"— Arkadaşlarımın intikamını alacağız!.." diye haykırıyordu:
"— Kalk orospu kalk; ölüm seni bekliyor!.." diyordu.
34Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Bu yağız askerin merhametten ziyade nefret ve istikrahı ifade eden sesi işitildi:
"— Haydi giyin, hazır ol!..." dedi.
Casus kız bunun sebebini soracak, tafsilât isteyecek halde değildi. Ne cesareti
ne de canı kalmıştı. Dünya kapkara bir zindan olmuş başına göçmüştü.
Pek az sonra bu güzel vücudun yok olması muhakkaktı. Yahudi kızı kendini
kaybetti, olduğu yere yıkıldı.
* * *
Karabulutlu ve kasvetli bir sabah. Hafif yağmur çiseliyor. Cephede top
gürültüleri erken başlamıştı.
Tayyibe Köyü'nün Önünde, kaatillerin Adnan'ı gömdükeri çalılığın üzerine sıra
ile birçok kazıklar çakılmış. Bir takım asker intizar vaziyetinde bekliyorlar... Mücrimler
perişan bir kafile halinde ve süngü takmış askerlerin muhafazası altında cinayet
mahalline getirildiler.
Suzy'nin ipek saçları ıslanmış ve bedbaht bir intizamsızlıkla dağılmıştı.
Yüzünün pembeliği gitmiş sapsarı, simsiyah bir renk bu casus kızın bütün
güzelliğini silmiş, simasına ruhunun bütün çirkinliği ve hıyanetini aksettirmişti.
Ana, baba, kız yan yana birer kazığa bağladılar. Diğer katiller ve casuslar
onların sırasındaki kazıklara bağlandılar.
Divan-ı Harb'ın kararı okundu. Canilere bir dilekleri olup olmadığı soruldu. Bir
haham son duasını yaptı, canilerin gözleri bağlandı.
Ve yüzbaşı Hüsnü Bey'in gür sesi ıslak ve tenha vadide çınladı:
"—Ateşşşş!"
* * *
Mücrimler birer birer kıvrandılar. Suzy'nin ağzından tek söz çıktı: "Adnan!.."
Bu onun son sözü oidu.
Dokuz kurşun casus kızın dolgun ve sert memeleri üzerinden geçmiş bu alçak
facia perdesini kapamıştı...
35Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
HATIRALAR
5
Karakovi, 15 Ağustos 1911.
Bugün nasıl oldu, Viladimir, kapımızın önünden mağrur geçiyor. Kendisini çok
beğenmiş bu asilzade, yahudi evlerinin önünden geçmeği bile kendisine günah
sayardı. Tabiat, beni nasıl bu gencin cazibesine kaptırmış ise onu da pervane gibi
benim etrafımda dolaştırıyor. Önce, yahudilik bir ateşmis gibi kendisini yakacağından
korkuyor. Hiç unutmuyorum, geçen sene karşımızdaki parkta gezinirken yanıma sokulmuştu. Mektepte ırkımız aleyhinde söylediği sözleri düşünerek yüzümü biraz yan
tarafa çevirmiştim. Bundan alındı:
"— Pis yahudi!.." diyerek yanımdan hızla uzaklaştı.
Yarabbi bu insanlar neden bu kadar taş yürekli ve bize karşı merhametsiz!..
Babalarımızdan işittiğimiz hikâyeler kanımı donduruyor. Geçen sene, Varşova'da bir
kaç yahudinin kanına giren hâdiseyi düşünüyorum da aklım başımdan gidiyor. Bir
şüphe içimi kemiriyor. Acaba, bize yılanlar gibi, akrepler gibi tehlikeli ve pis mahluklar
gibi bakan bu insanların bu kadar devamlı ve inadlı düşmanlıklarında kendilerini haklı
gösterecek bir tarafı var mı? Hep iğneli fıçı hikâyeleri, hile ve ihtikâr ve karaborsanın
günahını bize yüklüyorlar. Kimbilir!.. Geçen gün babama sordum, bu iğneli fıçı masalları doğrumu diye... Tuhaf şey; yalandır, inanma, iftiradır bunlar demedi. Sadece:
"— Senin aklın henüz böyle şeylere ermez. Bana bir kahve pişir!.." dedi ve
beni başından savdı.
Neden aklım ermesin. Onsekiz yaşına geldim. Bu sene cimnazyomu
6
bitiriyorum. Evet bu da bir mesele. Fizik hocamız Jakovski bana o kadar düşman
gözüyle bakıyorki, hayret. Halbuki ben onu yahudi zannediyorum. Değilmiş. .Aksine
koyu bir yahudi düşmanı. Mektepteki bütün yahudi talebe onun dersinden top atıyor.
Ben ise, fiziğe o kadar iyi çalıştım ki, adeta bütün mektepte kolumu tutacak bana yeti-
şecek yok.
5
Merhum Cevat Rıfat Atilhan bu savaşın içinde casusluk ve ihanetlere de bizzat şahit
olmuştu. Birçok yahudi casusunun, bu arada Suzy Liberman'ın da yakalanmasını sağlamış ve
onun kurşuna dikilmesine yetecek delilleri de bulmuştu. Suzy Liberman'a ait bildiklerini aktardığı
bu kitaba merhum Cevat Rıfat daha sonra onun yakalanışı sırasında ele geçirdiği hatıratını da
ilâve etmiştir. Yahudiyi daha iyi tanımak için okuyuculara bir ibret vesikası olarak sunmuştur.
6
Cimnazyorn: Lise
36Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Gece ilerledi. Öyle yorgun ve uykusuzum ki, bugünün hislerini tamamiyle
defterime dökemîyeceğim. Sabaha kalsın.
21 Ağustos 1911
Tarih hocamız Viladislas bugün derste bir pot kırdı. Bana 1905 Rus-Japon
harbinde, Rus İmparatorluğunun mağlup olmasında yahudilerin büyük rolü varmış.
Bir Japon miralayının, meyhane açıp, mujiklerin her türlü taşkınlıklarına aldırmadan
kurduğu casusluk merkezine bütün yahudiler haber getiriyorlarmış. Herkesin
meyhaneci zannettiği bu adamın, Port-Artur Muharebesinde bir erkân-ı harb miralayı
olduğu meydana çıkmış... Fakat hocamız ne bu miralayın ismini söyledi, ne de
meyhanenin nerede olduğunu bildirdi. Ders esnasında goyimler
7
bana beni
yiyecekmiş gibi bakıyorlardı.
Ders biter bitmez sınıfta patırdı koptu. Şımarık zengin çocuklar Yahudilere
çatmağa başladılar. Pis yahudi, hain casuslar, partizanlar gibi sözlere kulaklarımız
çok alışık. Korkudan bahçeye çıkmadım. Mektebin idare âmirleri meydanda yok.
Goyimlerin çocukları ne rahat, ne serbest kavga ediyorlar. Ellerini tutan yok!.. Bir
gürültü koptu, çığlıklar yükseldi. Alber'in kafasına bir taş indi, yüzü gözü kanlar içinde.
Yahudi çocukları birer kenara büzülmüş, ötekiler aldırış bile etmiyorlar. Çocuk
kendiliğinden mektep doktorunun odasının yolunu tuttu. Şu çirkin şu merhametsiz
sözler kulakları tırmalıyor:
"— Oh olsun pis yahudi... İnsan kanı içer misiniz, çocuklarımızı diri diri öldürür
müsünüz? Gibi sözler işitiyoruz. İçimde garip istifhamlar düğümleniyor, acaba şu olup
bitenler, söylenenler, İthamlar doğru mu? Doğru ise çok feci! Yılanlar ve akrepler gibi
insanların bizden iğrenip, bizi ayakları altında çiğnemek istemeleri ne acı şey yarabbi!
Yok eğer bunlar haksız iseler, bize yapılan ithamlar bir kıskançlık, bir
taassubdan doğuyor ise, insanlar ne kadar merhametsiz ve alçak...
Zihnimi bir nokta kurcalıyor ve huzurumu alt üst ediyor. Geçen gece babam
bize şöyle nasihat ediyordu:
"— İyilik ve şefkat yalnız bizlere, yani İsrail oğullarına karşı yapılır. Goyim
köpeklerine karşı hiç bir insanlık ve ahlak ile mukayyed değilsiniz. Onların mallan,
canlan, ırzları helâldir. Talmutumuzda büyük haham Jakop Maymunides diyor ki:
"— Yahudi olmayan bir insan hayvandır"...
Ama neden? Acaba goyimler bunu biliyorlar mı? Eğer biliyorlarsa bize karşı
reva gördükleri muamelede haklı olamazlar mı?
Sonra babam ilâve etti:
"— Komşun eğer yahudi değilse ona yapacağın zarar ve ziyanla dinimize
büyük bir hizmet etmiş olursun..."
"—Niçin baba!." diyecek oldum, kıyamet koptu. Annem ve babam üzerime
yürüdüler...
7
Goyim: Yahudilerden gayri bütün insanlar.
37Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"— Sen böyle şeylerden ne anlarsın, sen yahudi değil misin? Bizim
hahamlarımız ne emrediyorsa, onları aynen ve hakikat olarak kabule mecbursun. Biz
"goy" değiliz. Biz Talmut'un emrinden çıkamayız. Çıkacak olursak bu canavarlar bizi
bir lokmada yutarlar!
Anamın ve babamın gözleri yuvalarından fırlamıştı, içimde müthiş bir korku,
bin zorlukla ve asabım bütün kudret ve kuvvetini kaybetmiş bir halde, kâbuslu bir
uykuya terk ettim kendimi...
Sabah yaklaşmakta idi. Belkide ben yeni uykuya dalmışım. Bir ara Viladimir, o
mahud mağrur bakışiyle, fakat bu defa bir parça mutebessim yatağının yanına
sokulmuştu. Kâhkülleri alnına düşmüş, yüzü penbeleşmiş, gözlerinin parlaklığı çok
artmıştı. Sanki:
"— O safsataları bırak, o yahudi martavallarından uzaklaş. Aşkın sıcak ve
mukaddes ağuşuna sığın!.." diyordu.
Birgün içinde insan bu kadar fazla güzelleşir, bu kadar değişir mi idi? Bana pis
yahudi diyen bu güzel asilzade şimdi ne kadar yakıcı, ne kadar insan ruhunu
değiştirici idi. Uzun parmaklı, yumuşak ve kibar ellerini saçlarımda gezdirdi. Kendimi,
dünyâdan uzaklaşmış, bam başka bir âlemde farzediyordum. Birbirine zıt hisler,
karma karışık ruh haleti içinde eziliyordum, belki de bu, bir ölüm hali İdi.
Viladimir'in elleri vücudumda dolaşıyordu. Bir ara o eller o kadar kabalaştı
hoyratlaştı ve sertleşti ki... Hududları aşmış en mahrem yerlerimi dolaşıyordu. Onun
şiddetinden bir denbire uyandım...
Aman yarabbi, bu bir rüya değil, bu korkunç ve iğrenç bir hakikat: Eğer şu
dakikada, halâ kulaklarımda çınlayan onun sesini, "pis yahudi" diyen sesini bir daha
işitsem ve hakikaten Viladimir'i görmüş olsa idim belki de onu kucaklar, bağrıma
basar, lâhuti bir âlemin boşluğuna kendimi terk eder, ona teslim olurdum. Din ve ırk
ayrılığı ne olursa olsun.
Hayır, hayır! Bu Viladîmir değil, benim öz babamdı. Rampa çıkan bir
şimendifer lokomotifi gibi soluyordu. Yüzünün rengi kaçmış, gözleri dönmüştü:
"— Baba ne yapıyorsun, çıldırdın mı, ben senin kızın değil miyim?"
"— Sus köpek!.. Senin böyle şeylere aklın ermez! Sesini çıkarırsan gebertirim
seni. Goyimlerin mağrur delikanlılarına gönül vereceğine, kendi zevklerimizi aramızda
paylaşalım. Talmut oku, hahamların tefsirlerini oku da adam ol!"
Yavaş yavaş, kudurmuş bir köpek gibi başı önünde, salyalı ağzını sile sile
yatak odasına çekildi gitti.
Bu ne müthiş kâbustu yarabbi!
Artık mektepte goyimlere eskisi gibi nefretle bakmıyorum. Aksine onların
bizden nefret etmeğe bakmıyorum. Aksine onların bizden nefret etmeğe haklı
olduklarını zannediyorum. Bütün insanlığın bizden iğrenmesi, bizden kaçması, bize
düşman olması her halde bütün bütün boş olmasa gerek...
12 Eylül 1911
Mektebin bahçesinde Viladimir'le yanyanayız. Gözlerimiz birbiriyle konuşuyor.
Onun parlak ve yakıcı gözlerinin ateşi içimi kavuruyor. Gururumu kırdım ve Dünya'ya
38Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
geldiğim günden beri beni tesiri altına alan hislerden sıyrılmak için nefsimi zorladım
ve gülümseyerek Viladimir'e sokuldum:
"— Bu nefretle bakış, bu bizden uzaklaşsın, bu yabancılık neden Viladimir?"
"— Yalnız sana değil, senin ırkına karşı biz böyleyiz. Az şeyler mi işittik
hakkınızda?.. Bunlarda ne kadar mübalâğa olsa, yine de bir hakikat vardır içinde..
Polonya'nın felâketi ne sebep sissiniz, insanlığın tümü sizden şikayetçi..."
"— Acaba? Fakat benim şahsen bu olup bitenlerde ne hissem olabilir ki?.."
"— Suzy! Senin yüzünde hiç de fena insana delâlet eden çizgiler yok. Yok
ama ne olsa terbiye aldığın muhitin telâkkileri altındasın. Yüzünde bir masumiyet, bir
cazibe ve müthiş sevimlilik var... İnsan zıt tesirler altında kalıyor. Gözlerimiz başka bir
lisan, hislerimiz başka bir lisan, mantıklarımız başka bir dil konuşuyor...
Teneffüs bitmiş, arkadaşlarımız dershanelere girmişti. Biz ikimiz sanki başka
bir âlemden dönüyor gibi şaşkın şaşkın sınıfa girdiğimiz zaman arkadaşlarımız
hayretler içinde bize bakıyorlardı. İkimizin de yüzü kızarmış, ikimizin de halinde bir
gayri tabiilik göze çarpıyordu.
16 Eylül 1911
Mektepten eve döndüğüm zaman, şimdiye kadar hiç yüzünü görmediğim bir
hahamı baş köşeye kurulmuş olarak buldum. Anam babam bu adamın karşısında iki
büklüm bir tazim ve ihtiram heykeli gibi büzülmüşlerdi. Ben de kemal-i hürmetle bir
yere iliştim. Uç İnsanın gözü üzerime dikilmişti.
Bu gözlerde öyle korkunç mânalar okunuyordu ki... Hele Hahamın bakışları...
Sanki, uğursuzluk canlanmış, bu adamın gözlerinde teşahhus etmişti. Bana neler
anlattı neler...
“— Şunu bil ki, yahudi olmayan her şahıs bizim düşmanımızdır. Onlarla
samimi münasebet kurulmaz. Onlarla alış veriş edilmez. Onlar insan yerine konmaz!
Onlar asırlarca milletimize zulüm etmişlerdir. Onlar birer hayvandır. Onların eti,
kemiği, ırzı, namusu, malı canı bize mubahtır. Bir yahudinin bir goyim ile dostluğu
dinimizin asla afvetmeyeceği büyük günahlardandır.
Ve bunları öyle bir eda, öyle meş'um çatal bir sesle söylüyordu ki; kendimi
âdeta "Moloh" ilâhın huzurunda zannettim. Korktum, tüylerim ürperdi. Her şeyi, her
şeyi hatta kendimi unuttum. O, mektep ve şu koca şehir bana dar gelmeğe başladı.
Acaba bu adam, daha doğrusu anam, babam benim Viladîmir'le olan münasebetimi
biliyorlar mı? Nereden bilecekler... Düne kadar bu oğlan beni ve milletimi tahkir
ediyordu. İlk defa, iki insan gibi birbirimizle konuştuk. Bu da garip bir şey... O gün
bende hasıl olan ruh haletini anlamışa benziyordu. Şuna inanıyorum ki, ruhlar âlemi
birbiriyle alâkalı bir tasnife tabidir. İnsanlar bu sayede birbirini seviyor, bu sayede
birbirini anlıyor, ve yahud aksine.
Bütün bu işittiklerim, bu tanımadığım hahamın hakîmâne ve âmîrane sözleri.
Peki ama bunlar ne kadar ibtidâî, ne kadar vahşi şeyler!.. Biz bu düşüncelerle mi
insanlara kendimizi sevdireceğiz, ortadan kaldıracağız. Başka bir şey daha var:
Acaba onlar çocuklarına milletlerine bizim hakkımızda neler söylüyorlar. Mektepte
çocukların bize kaatil yahudi, pis çıfıt demelerinin ilham kaynağı ne olabilir ki?..
39Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Sonra babamın halini düşünüyorum, yatağımın ucunda, insanlıktan çıkmış
korkunç haline ne mâna vereyim? Bu da mı Talmut'un emri? Sen bunlardan
anlamazsın, sen dinimizin inceliklerine ve sırlarına vakıf değilsin diye birde kendisini
haklı görmesi... Benim aklım bu muammaları bir türlü kavrayamıyor. Bir şey
anlamıyorum, anladığım tek şey ruhumun kökünden sarsılmış, maneviyatımın
bozulmuş olmasıdır, uykuda gezen insanlar gibi, canlı bir cenaze gibi dolaşıyorum.
Bakışlarım,görüşlerim, idrakim değişti. Bambaşka bir insan oldum. Şimdi iki ruhlu bir
insan gibiyim. Yoksa; çocukluğum, masumiyetim safiyetim ve hattâ aşkım yerini baş-
ka bir halet-i ruhiyeye mi devretti. Şimdi ben eskisinden bambaşka bir insan, bir
şahsiyet oldum.
Artık Viladimir'i de gözüm görmüyor. Sanki aşkımı, sevgimi bir daha
dirilmemek üzere görünmez bir el katletmiş, öldürmüş.
Bir kaç gün evvel, teneffüsde, bahçede benimle konuşan Viladimir de
birdenbire değişti. Yüzünü dönüp bana bakmıyor bile... Şimdi ben şuna inanıyorum:
İnsanlar çok defa iki ruh taşırlar. Bende mevcut bu iki ruhdan iyisi öldü, vücudum ve
benliğim ağır ağır kötülüğe kaçıyor. Bu ikincisi yani kötü ruh bende karar kılacak...
Nereye kadar ve ne kadar? Bir şey bilmiyorum, birşey!..
Evimizde de bir tatsızlık hüküm sürüyor. Babamın mânâsız bakışları,
mücrimlere mahsus çekingen tavrı ve hele hele iki günde bir evimize gelen o menhus
suratlı haham. Arada bir, aktörler gibi pozlar alarak ve kendisine çeki düzen vererek,
o iğrenç suratına bir ciddiyet takarak bana hitab etmesine tahammül edemeyeceğim.
“— Goyimlere karşı vazifeni iyi bilmelisin, Talmutu iyi anlamalısın kızım. Biz bu
sayede canavar gayrı yahudilerin zulmünden ve esaretinden kurtulacağız. Sadece bu
kadar değil... Biz, onları kendimize köle yapacağız. Malları, mülkleri bizim olacak!..
Dünyânın tek hâkimi olacağız. Binlerce senelik zulüm işkence ve esaretin acısını
onlardan çıkaracak, intikamımızı alacağız. İçimizde yahudi olmayanların cümlesine
karşı sönmez bir kin var. Sen bu kini zaman zaman körüklemelisin, onun alevi içini
ısıtmalı, sana bu mukaddes yolda yürümek İçin kuvvet vermelidir. İleride ana olduğun
zaman bu hissi çocuklarına aşıla!.."
Kendisine yeniden çeki düzen vererek, daha tok ve daha âmirâne bir sesle
şunları ilâve etti:
“— Yahudi olmayan her insan bir hayvandır, bir köpektir, onun malı, canı, ırzı
bize helâldir!"
Bu ne müthiş bir telkindi yarabbi Tevekkeli değil, insanlar bizden vebadan
kaçar gibi kaçıyor, bizden tiksiniyor, bizden nefret ediyorlar. Anne ve babanın bu
budala hahamın karşısındaki vaziyetlerini düşündükçe nefretim kat kat artıyor. O ne
tazim, o ne ihtiram. Bu çatal sakallı herifin içimi sızlatan, vicdanımı tazyik eden
câniyâne sözlerini birer hikmet gibi dinliyorlar. Ne yalan söyleyeyim bu böyle giderse,
bütün benliğime rağmen bende kendimi bu tesirlere kaptıracağımdan korkuyorum.
Yarabbi Sen niçin bizi böyle zelil, böyle hakir, böyle vicdansız, böyle canavar ruhlu
yarattın. Bizden olmıyanların samimiyetine, saflığına, ruhlarının asaletine bakıyorum
da kendimden iğreniyorum.
Bizim hahamın yumurtladığı herzelere bir bakın:
4
"Mektebinizdeki yahudî olmayan çocuklara fikirlerinizi aşılayınız. Onların
inandıkları dinlerin sahteliğini onlara telkin ediniz ve büîün bu dinlerin sahteliğini
onlara telkin ediniz ve bütün bu dinlerin bizden çalınmış ve şekilleri değiştirilmiş sahte
şeyler olduğunu söyleyin. Onların Peygamberlerini, hele İsa'yı gülünç bir şekle
sokarak onu alay mevzuu yapınız. Size birkaç hücum ederler, isyan ederler, küfür
ederler, belki de döğerler. Mukavemet ediniz sonunda yavaş yavaş ruhlarında bir
aşağılık duygusu doğar, mukavemetleri kesilir ve derin bir tereddüt ve şaşkınlık
çukuruna düşerler, ondan sonrası kolaydır. Güzelliğinizle, gururunuzla onları elde
ediniz. Onlan hissinizin esiri kılınız ve sonra bu hamuru istediğiniz gibi yuğurunuz.
Bizden olmayan bütün arkadaşlarınızın ahlâklarını ifsad ediniz, onlar bir parça
güzelliğinizden istifade etsinler. Tatlı bir gülüş, hafif bir müsamaha ile öylelerini
tuzağınıza düşürüp bizim mukaddes fikirlerimizi onlara telkin ediniz."
"Mekrebinizdeki zengin ve asilzadelere karşı fakir talebeyi kışkırtınız. Allah
insanları müsavi bir şekilde yaratmıştır. Aradaki farkları elinizde silâh olarak kullanınız.
İleride büyüdüğün vakit, ilahe kadar güzel bir kız olarak zenginlere, devlet adamlarına,
politikacılara sokularak onlara kendi fikirlerimizi telkin, üstünlüğümüzü kendilerinin
aşağılıklarını aşılayınız. Bütün bunları yapmak için her türlü hile, desise yalan ve
hattâ iftirayı dinimiz bize mubah kılıyor, hatta emrediyor. Biz; ancak kendi aramızda
birbirimize karşı son derece dürüst, faziletli ve ahlâklı olmak mecburiyetindeyiz. Bunun haricinde bizden olmayanları daima bir hayvan yerine koyarak her türlü
hareketler bize mubah ve hattâ farzdır."
Aman yarabbi! Hergün bu telkinler, bu aklımın almadığı, vicdanımın kabul
etmediği âdi hisler... Biz bunlarla mı, bu günah, bu gayrımeşru bu ahlâksız telkinlerle
mi dünyaya hakim olacağız. Bunlara ne hacet!.. Tevekkel değil, herkes bizden nefret
ediyor. Onlara bakıyorum, yani bizden olmayan, yahudi olmayanlara bakıyorum, ne
vakur, ne sakin, ne asil insanlar... Benim bunlar hakkında işittiklerimle hakikat arasında ne büyük, ne müthiş mesafe var. Günahda bu kadar ısrar, kötülük de, cinayette,
ahlâksızlıkta bu kadar inat. Haddin varsa bu fikrini anneme, babama ve o uğursuz
suratlı hahama aç!.. İnsanı parçalarlar vallahi!.. Bir hakikate daha vakıf oldum: İnsan,
ne kadar gayri tabii, ne kadar kötü ne kadar vicdansız olursa olsun bir fikrin devamı
bir surette kini karşısında bir vakte kadar mukavemet ediyor, sonra yavaş, yavaş
kendinden geçerek benliğini o fikirlerin tesirine terkediyor, morfinlenmiş büyülenmiş
bir halde akıp gidiyor. Artık bundan kendini sıyırmak mümkün değil!.. O kadar ki;
babamı, kudurmuş bir köpek gibi, şehvet sar'ası içinde yatağımın ucunda görmek bile
bana artık tabiî gelmeğe başladı. Onun çatlak sesi halâ kulaklarımda çınlıyor:
"— Senin buna aklın ermez. Talmutu oku!"
Evet babam evde bizi etrafına toplar ve nur şualarını dinleyiniz diye bize
Talmut okurdu. Bunlar nasıl nur şuaları, bunlar nasıl akıl almaz şeyler!.. Sınıf
arkadaşlarım bana kendi dinlerinden bâzı parçalar okudukları vakit, iliklerime kadar
titrediğimi hissediyorum. İsa ne büyük adam! Bize şeytanın oğulları demiş. Hiç te
yalan değil!.. Diyor ki: Birisi bir yanağına bir tokat vursa, ona öteki yanağını uzat.
Mütecaviz olma. Sulh sever ol!.. İnsanlar birbirinin kardeşi ve dünya fanidir.
Bu kadar ulvî ve asil ahlâk prensipleri yanında bizimkisi ne adar adî, ne kadar
çirkin, ne kadar kaba kalıyor. Fakat gel de bunu, bizim eve gelen çatal sakallı, çirkin
yüzlü hahama anlat. Haddin varsa tek itiraz et. İnsanı parçalarlar. Onlar kendi
41Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
safsatalarına o kadar inanmışlar ki... Acaba biraz olsun hakları var mı dersiniz? Belki,
fakat benim kafam almıyor!..
21 Teşrinevvel 1911
Aman yarabbi ne soğuk bir gün. Yağmur insanın iliklerine işleyor. Öğleden
sonra sulu ve cıvık bir kar yağıyor. Kasvetli bir gün!.. Esasen aylardan beri ruhum
karanlıklara gömülü. Kararsız, ümitsiz ve şaşkın bir haldeyim. Yoksa Viladimir'i, bu
bizden olmayan, bizden tiksinen hristiyan çocuğunu seviyor muyum, o da beni
seviyor mu? insanlardan niçin böyle türlü düşünceler ve saçma fikirlerle birbirine düş-
man kesiliyor, birbirinin inancı ve görüşü onları yekdiğerine düşman ediyor, yoksa
tabiatta mı var bu? O kadar kararsızım ki... İnsan denilen mahlûk, telkin denilen
canavarın tesiri altında, bu muhakkak. Eğer ben, bir yahudi ana, babadan Dünya'ya
gelmeyip te meselâ budist bir anadan doğmuş olsa idim, şimdi Dünya'yı bambaşka
görecek ve insanları sevecektim, insanlar da bizi sevecekti.
Canımın sıkıntısını gidermek için sinemaya gitmeye karar verdim.Viladimir hiç
bir filmi kaçırmaz. Fransiska Bertini'nin bir filmi var onu görmeğe gidiyorum...
...............
Ben talihe ve tesadüfe çok inanırım. Bu inancım bugün bir kat daha arttı.
Sinemaya bilet alıp hole girdiğim zaman Viladimir'i dolaşır gördüm. Bir masaya
oturdum. Çocuk epey tereddüt ve şaşkınlık geçirdi. Kalbden kalbe yol vardır derler.
Fakat bu yollar bazen saçma telkinler ve yanlış telakkiler yüzünden kapanıyor.
Viladimir önümden geçerken gayri ihtiyari durakladı, yüzü kızarmış ve hali değişmişti.
Benimle alakadar olmasa bu sekte girmezdi. Cesaretimi topladım, ona seslendim.
"— Viladimir, asilzadem!.. Tenezzül buyurup masaya oturmaz mısın?.."
İcabet etti ve sevindi bile. Bir müddet, hem de epey bir müddet sessiz kaldık.
Söze kim başlayacak ve ne konuşacaktı. Filmin başlamasına yirmi dakika var. Ben
bunun yirmi saat olmasını ne kadar İsterdim. Bu sessizliği Viladimir bozdu ve
düşüncelerimi allak bullak etti.
"— Filmden hoşlanırsın tabii!.. Suzy; Sen yaradılışta iyi kalbli bir kızsın.
Tabiatın eli, seni itina ile süslemiş. Müstesna bir güzelliğin var. Fakat sizin şu
insanlara olan düşmanlığınız, tarih boyunca insanlara reva gördüğünüz kötülük,
berbat ve sakin inançlarınız yok mu, bütün bunlar aramızda birer buz deryası gibi bizi
birbirimizden ayırıyor. Hakkınızda işittiğimiz korkunç hikayeler, senin bütün güzelliğini
siliyor, perdeliyor.” Ve sonra birdenbire sustu. Garsona iki portakal şurubu ısmarladı.
Aradan dakikalar geçti. Söz altında kalmak istemiyordum. Cesaretimi kıran şey,
bizden olmayan insanların hakkımızdaki kötü nazarları ve kötü düşünceleri idi. Buna
rağmen sükunetle kendisine cevap verdim:
"— Haksızlık ediyorsun Viladimir. Biz insanlara değil, insanlar bize asırlar
boyunca zulüm ettiler. Sürgünler, katliamlar ve hele bugün yapılan poğrumlar nedir,
yazık değil mi âciz bir ekalliyete zulüm?”
"— Bir noktayı düşün Suzy! Yeryüzünde milyonlarca insan yaşıyor. Bu beşer
topluluğun her şeyi bırakıp husûmet ve nefretini yalnız sizin üzerinizde toplamış
olması boş bir şey mi?”
Zil çaldı, kapular açıldı. İkimizin yeri ayrı ayrı idi, sözü yarıda keserek
birbirimizden ayrıldık. Bu ayrılışın son olduğuna dair içimde bazı hisler belirdi. Kimbilir?
42Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
19 Teşrinisani 1911
Babam eve çok telâşlı ve heyecanlı geldi. Annem sebebini sordu, öğrenemedi.
Nihayet yatma zamanı geldiği vakit bunu bize söyledi. Bâzı mojikler
Senpetersburg'un kenar mahallelerine taarruz ederek bir çok bîçâre yahudiyi
öldürmüşler. Küçük çapta bir pogrum. 'Babamın bize nasihati ve kat'î talimatı: Bu
hafta hiç sokağa çıkmayacak, alış verişi evin karşısındaki bakkaldan yapacağız. Bu
bir nevi mahbusiyet hali. Ama ne yapacaksın. Muhammed'i, Titos'ü, Buhtunnâsır,
Babil'i düşündükçe teselli buluyorum.
17 Kânunuevvel 1911
Bu gece yeni bir haberle, yahud müjde ile, daha doğrusu neticesi nereye
varacağı meçhul bir macera haberiyle sarsıldık. Sevindik, ürktük, oynayıp zıpladık ve
sonunda başımızı önümüze eğip düşünmeğe başladık. Yarı sevinç, yarı keder ve bir
sürü tereddüt içinde kendimizi yatağa attık.
Gece rüyalarımızda yeni ufuklar, yeni beldeler, ümitlerle dolu tatlı hayaller bize
gözüktü. Yoksa İsrail oğullarının rüyaları gerçekleşiyor mu? Adonay sen bilirsin
bunları!
Babam, anneme kat'î talimat verdi. Fazla eşyaları satın almak için yarın
evimize Rabinoviç gelecek. Yolda götüremiyeceğimiz bütün eşyayı ona vereceğiz.
Kıymetini kendisi takdir edecek.
Nereye gideceğiz? Adanmış topraklara! Roçild yol paramızı ve oradaki iaşe
ve evlerimizin parasını üdüyormuş. İnanılır şey değiî!:. Yeruşalim (Kudüs), ey
mukaddes belde! En nihayet sana kavuşuyoruz ha! Bu ne bahtiyarlık.
Babam diyor ki:
"—Orada Muhammed'in en sâdık ümmeti Araplar vardır, vahşi, hunhar ve
merhametsiz Araplar!.." Ve sonra ilâve ediyor, "bereket versin, şimdi Kudüs'ün sahibi
olan Türk İmparatorluğunun başında o müstebit padişah Abdülhamîd yok. Bundan
senelerce evvel bu mübarek topraklara göç eden ırkdaşlarımızı yurduna kabul
etmeyen, onların hakkını tanımayan, onları vapurlarda açlıktan öldüren Türk
hükümdarı. Babam ağzını köpürterek, gözleri yuvasından fırlamış bir halde anneme
adeta haykırıyor:
"— Irkımıza yapılan bu zulmün altında kalmadık. Bizim kardeşlerimiz, bizim
tükenmez hazinelerimiz bu padişahı devirdi. Yakın bir gelecekte Rus Çarı'nı da
devireceğiz, hanedanını yok edeceğiz. Mujiklerden, goyimlerden öcümüzü alacağız.
Ve hemen Tevrat'ın şu parçasını okudu:
"Ve İsrail kendisine âid olan her şeyle beraber göç etti, ve Bi'rissebâ'ya geldi
ve babası İshak'in Allah'ına kurbanlar kesti. Ve Allah'ın İsraile gece rüyalarında
şunları söyledi: Jakop, Jakop! Ve o dedi: İşte ben. Ve dedi: Ben Allah, babanın
Allahıyım, Mısır'a inmekten korkma! Çünkü orada seni büyük bir millet edeceğim."
Bir heyecan dalgası evimizi kapladı. Gece sabaha kadar uyumadık. Evde
hummalı bir hazırlık başladı. Arzı Mev'uda doğru hicret edeceğiz. Bizimle beraber
yedi yüze yakın ailenin de göçe iştirak edeceğini babam söyledi. Demek ki; asırlardan
beri hayal zannolunan devletimiz hakikat olacak!..
43Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Bir hafta bu heyecan, bu neşe ve buna karışan endişe içinde yaşadık.
Babamın büyük bir parası yok. Orada sakın bizi yokluk ve sefalet beklemesin. Üstelik
bilmediğimiz yerler, sıcak iklim. Fakat bu düşünceden kaçıyor, onu kendimize
saklıyoruz. Böyle bir tereddüd ve yahud kötümserliği babam hissetse bize
yapmayacağı yoktur.
1 Kânunsâni 1912
Bugün goyimlerin yıl başı. Dün gece ne çılgınca eğlendiler. Sokaklar onların
naralariyle çınladı. Sanki Senpetersburg'da hiç bir şeyler olmamış gibi!.. Bunu
düşündükçe bu kâbustan ebediyen kurtulamıyacağımızdan dolayı sonsuz bir sevinç
duyuyor, ümitlere kapılıyor, istikbale emniyetle bakıyoruz. Onbeş gün sokağa
çıkmadık. Babam diyor ki:
"— Artık önünüze kesin ufuklar açılıyor, hür ve serazat yaşayacağız! Böyle
havası bozulmuş, kalabalık bir goyim şehrinde değil, ufukları geniş, kalabalık bir
goyim şehrinde değil, ufukları geniş, havası bol, hayatı sakin ve yalnız
ırkdaşlarımızdan ibaret köyler, kasabacıklarda yaşayacağız.
Bizden evvel, bin zorlukla oralara göç edenlerin şimdi mes'ud bir hayat
sürdüklerini ve zengin olduklarım söylüyorlar... Adanmış topraklar hâlâ barbar
Türklerin bayrağı altında... Fakat Türkiye'de bir tek yahudinin burnunun kanadığı,
şimdiye kadar bir kimsenin hayatiyle oynandığı işidilmemiş. Üstelik Türkler'in son
derece müsamehakâr ve iyi insanlar olduğunu söylüyorlar!"
O halde niçin barbar diyoruz ki bunlara? Pogromun ismi işidilmemiş o diyarda.
Öyle olsaydı biz bu yeni maceraya atılır mı idik? Babam; sizin bu işlere aklınız ermez
diyor. Hakikaten de ermiyor.
20 Kânunsani 1912
Ne müthiş bîr soğuk var. Hazırlıklarımız bitti. Muhacir aileler Romanya'nın
Köstence şehrinde toplanacaklarmış. Yarın bize tahsis edilen trenle. Karakov'dan
hareket edeceğiz. Bu yarın ne kadar uzun geldi bize!.. Gece gözümüzü kırpmadık.
Sabahın erken saatlerinde, bir araba tutan eşyalarımızla istasyona geldik. Üçüncü
mevki vagonlara yerleştik ve bu vagonlar içinde gece yarısına kadar oturduk. Cemaat
ve avrupalı teşekküller bizi mükemmelen iaşe ettiler. Yahudi bir doktor ve iki de
hemşire bizimle geliyor. Gecenin zifiri karanlığı ve vagonların dondurucu soğuğu
içinde yol alıyoruz. Polonya topraklarındayız. Fakat şimdiden kendimize İsrail'in
ülkesinde farz ediyoruz.
22 Kânunsanî 1912
Köstence'deyiz. Irkdaşlarımız bizi çok mükemmel karşıladılar. Herbirimize
çeşitli hediyeler getirdiler. Karadeniz'de müthiş bir fırtına hüküm sürüyormuş. Şubat
ortasına kadar bu şehirdeyiz. Yerleştiğimiz misafirhaneye demir karyolalar koymuşlar,
yataklarımızı açtık. Yemekler hazır olarak geliyor, cümlemiz sonsuz neşe içinde
yiyoruz. Annem durgun ve düşünceli, babam çılgınca mes'ud!.. Vakitlerimiz muhtelif
aile reislerinin nutukları ve parlak vaadleriyle geçiyor. Komşumuz Antikacı Mojej
Şalaman umûma bir nutuk çekti:
"—İsrail'in Güneşi doğuyor. Asırlarca karabulutlar arkasında kalmış ve
ziyasından bizi mahrum etmiş olan Güneş, ufuklardan sıyrıldı şimdi kalblerimizi
yakıyor ve ziyasını İsrael Devletinin istikbali üzerine döküyor. Asırlar boyu zulüm ve
44Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
işkence çekmiş olan İsrail oğulları, cihan hükümdarlığının tahtıgâhına doğru yol alıyor.
Bu yol şimdiye kadar dikenler ve manialarla dolu idi. Fakat bütün bunlar ümitlerimizi
ve cesaretimizi kırmadı. İşte bugün geniş ve mes'ud bir yolun dönemindeyiz-
Sevinelim, oynayalım ve gülelim.”
Romanya'nın her tarafından heyetler halinde ırkdaşlarımız akın akın bizi
ziyarete geliyor ve bize müstakbel İsrael Devleti'nin Öncüleri, Sayhun Dağı'nın
fâtihlerisiniz, diyorlar. Gururumuz kabarıyor.
Zaman zaman arkama, maziye bakıyorum. Viladîmir'in parlak kumral saçları,
hâfeli yeşil gözleri ve polenez asilzadelerine mahsus vakur tavrı, sesindeki halâveti
hatırlamaktan kendimi alamıyorum. Acaba gideceğimiz yerde bundan alâsını
bulacakmıyız. Yoksa hakikaten bu yeni ufuk bize herşeyi unutturacak mı? Birbirine zıt
hisler, birbirini nakzeden mütalâalar ve çeşitli sinir buhranları içindeyim. Benden
başkaları böyle değil. Onlar yeni bir ülkenin fâtihi gibi gurur, neşe ve şevk içindeler.
1 Şubat 1912
Misafirhanede mühim bir hareket göze çarpıyor. Ayın on yedisinde bizi alacak
bir vapur Köstence'den Yafa'ya doğru yol alacakmış. Onyedi gün daha burdayız.
Babam, annem Bükreş'i gezmeye gittiler. Biz misafirhanede kaldık. Çarşı, pazarda
gezmek, sinemaya gitmek için bize Romen parası verdiler. Romanya çok zengin bir
memleket. Babam diyor ki;
Burada yarım milyonun üstünde bir ırkdaş topluluğu varmış. Ormancılık ve
ziraat Romanyalılar'ın servetlerinin kaynakları imiş. Ne iyi, ne iyi... Bu çam yarması
herifler çalışsın biz yiyelim. Biz diyorum ama, bizden kimler, onu bilmiyorum.
Babamın fukaralık ve zaruretinin ıstırabı içime çöktü. Her halde bunda da aklımızın
ermediği bir şey var.
16 Şubat 1912
Yolculuğa hazır ol emri verildi. Bir heyecan dalgası ruhlarımızı kapladı. Bu
gece hiç kimse uyku uyumadı dersem mübalağa etmiş olmam. Sabah o kadar uzadı;
Güneş o kadar nazlı ki!.. Bir türlü doğmak bilmiyor. Ama muhakkak doğacak, her
gecenin bir sabahı olacak. Hem de şimdi İsrail'in Güneşi doğuyor. İsrail'de sabah
oluyor. Goyimler kahrolsun! Viladimir sen de kahrol!
17 Şubat 1912
Şafak henüz sökmemişti. Herkes sefere hazır bir vaziyette idi. Eşyalarımız
toplanmıştı. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra saat onda da misafirhaneye gelen
arabalarla Köstence rıhtımına yanaşmış olan "Nor Doyçer Bremen" vapuruna
eşyalarımızı göndermeye başladık. Öğle yemeğini vapurda yedik. Alyans İsrailite
Üniversel ve Roçildler tarafından vapur biletlerimiz alınmış, iaşemiz temin edilmiş.
Hepimiz heyecan içinde idik. Saat üçte Bükreş baş hahamı gemiye geldi ve gemide
dinî merasim yapıldı. Cümlemiz vecd ve huşu içinde idik. Yeni uruklara, yeni istikbale
doğru yola çıkıyorduk. Yarın tarih, doğacak büyük İsrail Devleti'nin, bizi öncüleri diye
anacaktır:
Baş haham da bize bir nutuk çekti. Vapuru dolduran insanlar, sanki bir anda
taş kesilmişti. Aklımda kalan parçalar şu:
"İsrail çocukları!.. Asırlar boyu azab ve ıstırab İçinde yaşadınız. O kara günler
şimdi yerini mes'ud günlere terkediyor. Güneş doğuyor, ufuklar parlıyor Tevrat'ın bize
45Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
vaadettiği günler geliyor. Kavmimize adanmış olan topraklara gidiyorsunuz orada
müstakbel devletimizin kökünü teşkil edeceksiniz. Bu temeller üzerinde devletimiz
kurulacaktır. Önünüzde daha aşılacak maniler vardır. Onları da cesaretle ve gayretle
aşacaksınız. Yolunuz açık ve istikbaliniz mes'ut olsun."
Rıhtımı Romanya'nın ve hatta Avusturya ve Macaristan'ın her tarafından
gelmiş binlerce ırkdaşımız doldurmuştu. Onlar da vecd ve heyecan İçinde idiler.
Saat beşte, geminin acı acı düdüğü öttü ve yavaş yavaş limandan süzülmeye
başladık. İçlerimizden bir çoğu dualar okuyor, bir çoğu da rıhtımdaki insanları
selamlıyordu. Gece gemimiz, Karadeniz'in karanlık sularında sanki gâib olmuş gibi idi.
Çok sallanıyoruz. İçimizde deniz görmüş çok az insan var. Hepimiz perişan bir halde
kendimizi yataklarımıza attık.
2.BÖLÜM İÇİN TIKLA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder