TGB TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ TEHLİKELİ ÖRGÜTTÜR
BU ÖRGÜTLENMEYE DİKKAT!
TGB TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ ADI ALTINDA KURULAN ÖZELLİKLE GENÇLERDEN OLUŞAN BU BİRLİĞİN KİMLER TARAFINDAN OLUŞTURULDUĞU AZ ÇOK BELLİDİR BİLMEYENLER İÇİN ÖZELLİKLE GENÇLERİMİZ KANDIRILMAKTADIR, BU BİRLİK ERGENEKON VE ULUSALCILARIN FİNANSE ETTİĞİ TEHLİKELİ BİR ÖRGÜTTÜR, BUNLAR GENÇLERİ KULLANARAK HER TÜRLÜ UYANIKLIĞI VE SAHTECİLİĞİ YAPMAKTADIRLAR, GENÇLERİN BEYNİNİ KULLANA
RAK, SİSTEMATİK BİR ŞEKİLDE DEVLETE KAFA TUTMAK AMAÇLI, İSLAMIDA KULLANARAK SURİYEDEKİ OLAYLARA TERS BAKIŞLA BAKMAKTADIR.
ÖZELLİKLE HATAYDA CEREYAN EDEN OLAYLARIN BAŞ AKTÖRLERİ BUNLARDIR, AYAKLANMA ADI ALTINDA HERYERDE BOY GÖSTERMEYE BAŞLADILAR ÖZELLİKLE ÇOK TEHLİKELİ BİR ÖRGÜTÜN BÜYÜMESİ SÖZ KONUSUDUR , PKK İLE EŞDEĞER BİR ÖRGÜTLENME YAPILIYOR, FİNANSE EDİLİYOR ÖZELLİKLE HÜKÜMETİMİZ VE DEVLET BİRİMLERİMİZ BU ÖRGÜTLENMEYE KARŞI BİR GİRİŞİM YAPMAK ZORUNDALAR AKSİ TAKTİRDE ÖNLERİNE GEÇİLMEZ BİR DURUM SÖZ KONUSUDUR , BURDAN BÜTÜN GENÇELERİMİZE UYARIYORUZ.
BU ÖRGÜTE BU BİRLİĞE KANMASINLAR BUNLARIN AMACI İSLAMA HİZMET DEĞİL HEM DEVLETİ HEM İSLAMI YIKMAKTIR, DİKKATLİ OLUN İL İL BU BİRLİK ÇOĞALMAKTA HATTA GURBETÇİ GENÇLERİMİZE KADAR BU ÖRGÜT ANLAYIŞI TETİKLEMEKTEDİR, BURDAN UYARIYORUZ BİZİ DİKKATE ALIN, BU ÖRGÜTÜN ELE BAŞLARINA DİKKAT EDİN EN KISA ZAMANDA BUNUN ÖNÜNE GEÇİN AKSİ TAKTİRDE BİR OLAYDAN ÇIKACAK VAKA BÜYÜK BİR KAOSA YOL AÇABİLİR, BU BİRLİK ERGENEKONUN ÇOK TEHLİKELİ BİR OYUNUDUR BUNU HERYERE SÖYLEYİN GENÇLERİMİZ ALDANMASINLAR TÜRKİYEMİZ YİNE KARANLIKLARA GÖMÜLMESİN BU ÇAĞRIYI HERYERE PAYLAŞTIRIN AŞAĞIDA SİTELERDE FACE BOOK SAYFALARINDA BUNLARIN HANGİ AMAÇLA GÖREV YAPTIKLARINI BULACAKSINIZ
CFR VE ROCKEFELLER GERÇEĞİ KOMPLO TEORİSİMİ?
..Rockefeller de sözü devralarak başlıyor: "Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir.
İslamiyeti yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız.
Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce 4.000’lerde Orta Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk’tandırlar ve Avrupa’daki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir. Ayrıca Anadolu’da büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurlular’ın da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.
"Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik. Tam aksine binbir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk.
Aslında insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir."
Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı. İsrail devletinin kurucusu sayılan Theodor Herlz, o zamanki Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’e giderek, bizim ailemizin desteğiyle Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat padişah bize karşı çıktı. Bizim için Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı. Çünkü padişahlar genellikle Türk kadınları yerine, fethettikleri ülkelerden köle olarak getirdikleri başka din ve ırklara mensup kadınlarla evleniyorlardı. Tabii Hürrem Sultan gibi bu kadınlar zamanla ülke yönetiminde söz sahibi oldular ve kendileri gibi yabancı kökenli adamlarıyla bizim istediğimiz gibi, ülkeyi yıkıma götüren bir şekilde yönetmeye başladılar. Padişahlar ise devlet yönetiminin emin ellerde olduğu düşüncesiyle zevk ve sefaya dalmışlardı. Bu da Osmanlı’nın çöküş devrini başlattı. Mason örgütleri tarafından kışkırtılan insanların çıkardıkları isyanlarla topraklar kaybedilmeye başlandı. Hazine plansız harcamalarla tüketildi. Savaş sonunda hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı;
"Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu.
"Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.
İstanbul’daki sinagoglara yapılan saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.
Rockefeller böyle beni şaşkınlığa uğratmanın zevkiyle içkisini bir yudumda bitirerek sözlerini tamamladı.; Dünyada hiçbir yerde mafya ve kaçakçılık olayları bizim iznimiz olmadan yapılamaz.(!)
Bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler. Eğer yaşamak istiyorlarsa ömür boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5 milyar insan bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün zenginlikleri bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize atkılıyor. Biz gelişmiş ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken, üçüncü dünya ülkeleri, ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar ve olaylarla sefalete sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve zengin tabakları bizim emirlerimizi bekliyorlar. ...
TOHUM BANKASI GDO devleri ne planlıyor?"Bill Gates milyonlarını Kuzey Kutbu’nun 1,100 kilometre uzağındaki Arktik Okyanusu yakınlarındaki Barents Denizi’ndeki bir tohum bankasına yatırmaktadır. Svalbard, Norveç’in kendisine bağlı olduğunu iddia ettiği ve 1925’te uluslararası anlaşmalarla terk ettiği çıplak bir kaya parçasıdır.
Bu adada Rockefeller Vakfı, Monsanto Şirketi, Syngenta Vakfı, Norveç hükümeti ve diğerleriyle birlikte, “kıyamet günü tohum bankası” olarak adlandırılan bir projeye on milyonlarca dolar yatırmaktadır. Norveç’in Svalbard adalar grubunun bir parçası olan Spitsbergen adası üzerindeki Proje, resmi olarak, Svalbard Küresel Tohum Deposu olarak adlandırılmaktadır.
CGIAR, azami etkiyi yaratmak amacıyla Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, BM Kalkınma Programı ve Dünya Bankası’nı da işin içine soktu. Rockefeller Vakfı, ilk başta sahip olduğu kaynakları böylesine planlı bir biçimde güçlendirerek, 1970’lerin başlarında küresel tarım politikalarını biçimlendirecek bir konum elde etti. Ve bu politikaları biçimlendirdi.
Yeşil Devrim, dünya açlık sorununu Meksika, Hindistan ve Rockefeller’ın çalıştığı bir dizi seçilmiş ülkede çözme iddiasında bulundu. Rockefeller Vakfı agronomisti Norman Borlaug, aynı ödülü paylaşan Henry Kisinger’ın çabalarını andıran çabaları için Nobel Barış Ödülü aldı.
Gerçekte, yıllar geçtikçe ortaya çıkacağı üzere, Yeşil Devrim, yarım yüzyıl önce dünya petrol sanayini tekelleştirdiği gibi tekelleştirebileceği küresel bir tarımsal ticaret alanı yaratmak amacıyla ortaya atılmış olan parlak bir Rockefeller ailesi programıydı. Henry Kissinger’ın 1970’lerde ifade ettiği gibi: ‘Petrolü kontrol ederseniz ülkeyi kontrol edersiniz; ama yiyeceği kontrol ederseniz, halkı kontrol edersiniz”.
Tarımsal ticaret ve Rockefeller Yeşil Devrimi iç içe gelişti. Her ikisi de Rockefeller Vakfı tarafından birkaç yıl sonra bitkiler ve hayvanlarla ilgili genetik mühendisliğinin geliştirilmesi amacıyla yapılan araştırmaların finanse edilmesini içeren büyük bir stratejinin parçalarıydılar.
Rockefeller Vakfı ile ABD kökenli tarımsal ticaret şirketlerinin çıkarlarının önemli bir yönünü Yeşil Devrimin gelişmekte olan piyasalarda yeni melez tohumların yaygınlaşmasına dayanıyor olması olgusu oluşturuyordu.*** Melez tohumların yaşamsal özelliklerinden birisi yeniden üretim yeteneğine sahip olmamalarıydı. Melezler, çoğalmaya karşı içsel bir korunma mekanizmasına sahiptiler.*****
Melezlerin azalan verim özelliği çiftçilerin yüksek verim elde etmek için normalde her yıl!!!!! tohum satın alması anlamına geliyordu. Üstelik ikinci kuşağın daha düşük verim vermesi çoğunlukla tohum üreticileri tarafından üreticinin izni olmadan yapılan tohum ticaretini ortadan kaldırıyordu. Ticari ürün tohumlarının aracılar tarafından yeniden dağıtılmasını da engelliyordu. Büyük çokuluslu tohum şirketleri herhangi bir kuruma ait parental tohum soylarını kontrol edebildiklerinde, hiçbir rakip ya da çiftçi, melezi üretme yeteneğine sahip olmayacaktı. Melez tohum patentlerinin, DuPont’un Pioneer Hi-Bred ve Monsanto’nun Dekalb şirketleri önderliğindeki az sayıda küresel tohum şirketinin ellerinde yoğunlaşması daha sonraki GDO’lu tohum devriminin temellerini attılar..
Gerçekte, modern Amerikan tarımsal teknolojisinin, kimyasal gübrelerin ve ticari melez tohumların devreye sokulması, gelişmekte olan ülkelerdeki bütün yerel çiftçileri, özellikle de daha varlıklı olanları, yabancı, çoğunlukla da ABD kökenli tarımsal ticaret ve petro-kimya şirketlerinin girdilerine bağımlı hale getirdi. Bu onyıllarca sürecek olan, dikkatle planlanmış bir sürecin ilk adımıydı.
Rockefeller Vakfı ve daha sonra da Ford Vakfı ele ele, Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) ve CIA’nin dış siyaset hedeflerini Yeşil Devrim aracılığıyla biçimlendirdiler ve desteklediler.
Muazzam miktarlarda zararlı bitki ve böcek ilaçları da kullanıldı ki bu durum petrol ve kimya devleri için ek piyasalar yarattı. Bir analizcinin belirttiği gibi, aslında, Yeşil Devrim temelde bir kimya devrimiydi. Gelişmekte olan ülkelerin muazam miktarlardaki kimyasal gübre ve ilaçların karşılığını ödemeleri hiçbir noktada mümkün değildi. Dünya Bankası kredi ikramları ile Chase Bank ve diğer büyük New York bankalarının, ABD Hükümet garantileri tarafından desteklenen ""özel kredilerini"" almak zorunda kalacaklardı.
Başlangıçta çeşitli hükümet programları çiftçilere kimi krediler vererek bunların tohum ve gübre almalarını sağlamaya çalıştı. Bu tür programlara katılamayan çiftçiler özel sektörden borçlanmak zorunda kaldılar. Gayrı resmi kredilerin üstüne yüklenen tefeci faizleri nedeniyle birçok küçük çiftçi ilk başlarda gözlenen yüksek verimlerden bile yararlanamadı. Hasattan sonra, ürünlerinin tamamını olmasa bile büyük bir bölümünü kredi ve faizlerini ödemek için satmak zorunda kalıyorlardı. Tefecilere ve tüccarlara bağımlı hale geldiler ve çoğunlukla topraklarını kaybetiler. Hükümet kurumlarından alınan yumuşak krediler söz konusu olduğunda bile, geçimlik ürün üreticiliği, yerini nakit ürün üretimine bıraktı.
Rockefeller Vakfı’nın, Gates Vakfı ile birlikte bir yandan da Afrika’da Yeşil Devrim İttifakı isimli bir projeye de milyonlar yatırmakta olması, durumu özellikle ilginç kılmaktadır.
Kendisine verdiği isimle AGRA, yine “Gen Devrimini” yaratmış olan aynı Rockefeller Vakfı’nın dâhil olduğu bir ittifaktır. AGRA Yönetim Kuruluna baktığımızda bu durumu göreceğiz.
Yönetim Kurulu başkanı olarak eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ı görüyoruz. Kofi Annan, 2007 Haziran ayında Güney Afrika’nın Cape Town kentindeki bir Dünya Ekonomik Forumu etkinliğinde yaptığı kabul konuşmasında, “Bu meydan okumayı Rockefeller Vakfı’na, Bill & Melinda Gates Vakfı’na ve Afrika kampanyamızı destekleyen tüm kurumlara şükranlarımla kabul ediyorum” demişti.
Gezegenin tohum çeşitliliğinin tamamı üzerinde böylesine korkunç bir tröst sahibi olan bu insanlar kimdir? GCDT, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve CGIAR’ın bir yan örgütü olan Uluslararası Biyoçeşitlilik (Bioversity International- eski Uluslararası Bitki Genetik Araştırma Enstitüsü-International Plant Genetic Research Institute) tarafından kurulmuştur.
Rockefeller ve Gates Vakıflarına ek olarak GDO devleri DuPont-Pioneer Hi-Bred, İsviçre kökenli Syngenta, CGIAR Dışişleri Bakanlığının enerjik GDO destekçisi kalkınma yardımı kurumu USAID de bulunmaktadır. Aslında Svalbard’daki küresel tohum çeşitliliği deposunda, insan türünün barındığı tavuk kümesi, GDO ve nüfus azaltımı alanlarında faaliyet gösteren bütün eski yaşlı tilkilere emanet edilmiş gibi görünmektedir...
Şimdi tehlikenin merkezine ve Bill Gates ile Rockefeller Vakfı’nın Svalbard projesinde içkin olan suiistimal potansiyeline gelmiş bulunuyoruz. Pirinç, mısır, buğday ve soya fasülyesi benzeri yem bitkileri gibi dünyanın en önemli geçimlik ürünleri için geliştirilen patentlenmiş tohumlar nihayetinde korkunç bir biyolojik savaş türü için kullanılabilir mi?
2001 yılında Kaliforniya’daki küçük bir biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, yiyen erkeklerin menilerini kısırlaştıran bir**sperm öldürücü** içeren genetik mühendislik ürünü bir mısırın geliştirildiğini açıkladı.Planın ikinci beklentisi; Armageddon ... Olası bir savaşa hazırlık!..
NİKOLA TESLA BELGESELİ 1-2-3 BÖLÜM
1.BÖLÜM
Nikola Tesla Belgeseli - Bölüm 1 from hexiles on Vimeo.
2.BÖLÜM
Nikola Tesla Belgeseli - Bölüm 2 from hexiles on Vimeo.
3.BÖLÜM
Nikola Tesla Belgeseli - Bölüm 3 from hexiles on Vimeo.
Nikola Tesla Belgeseli - Bölüm 1 from hexiles on Vimeo.
2.BÖLÜM
Nikola Tesla Belgeseli - Bölüm 2 from hexiles on Vimeo.
3.BÖLÜM
Nikola Tesla Belgeseli - Bölüm 3 from hexiles on Vimeo.
12 EYLÜLÜN İŞGENCE REÇETESİ
12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden tam 32 yıl geçti. O dönem cezaevlerinde yapılan işkence yöntemlerine ilişkin ilginç ayrıntılar çıkıyor.
Cezaevinde kalanlara, doktorların hastalarına reçete yazdığı gibi 'işkence reçetesi' yazıldığı ortaya çıktı. Kağıtlara yazılan işkence reçetesinde ise cezaevinde kalanlara günlük uygulanacak işkenceler anlatılıyor. İşkence reçetesinde 'Gözleri bağlı kalacak. Ayakta duracak. Uyumayacak, yemek yemeyecek. Kimseyle görüşmeyecek. Tuvalete gitmeyecek' gibi işkence yöntemleri yazılıyor.
İşkence reçetesi uygulananlardan biri de 12 Eylül'de 11 yıl hapis yatan Hasan İlter. Cihan HaberAjansı (Cihan)'a konuşan İlter, kendisine yazılan 'işkence reçeteleri' başta olmak üzere cezaevine ait kimliklerini hala saklıyor. Ceza değiştiği zaman işkence reçetelerinin de değiştiğini anlatan İlter, sorguya aldıklarında suçları kabul etmediklerinde 'elektrik verme, çarmıha germe, üzeri ıslatıp pencereleri açma, joplama' gibi işkence yapıldığını söyledi.
Hemen her gün gardiyanlar tarafından sorguya çıkıp çıkmayacaklarının sorulduğunu dile getiren İlter, "Çeşitli ceza yöntemleri vardı. Mesela oturacak, bir öğün yemek yiyecek, uyumayacak gibi. Bir iki lokmayı saklıyorlardı, askerler gidince getirip bize veriyorlardı. Ölmeyecek kadar yemek yiyorduk. İşkenceye hazır hale gelince tekrar yukarıya çıkarıyorlardı." dedi. Uyuduğunuz zaman yüzlerce jop vurulduğunu anlatan İlter, bir defa uyuduğunda ölümüne dövüldüğünü ifade etti.
"KENAN EVREN VE TAHSİN ŞAHİNKAYA'NIN ÖLMELERİ BEKLENİYOR"
12 Eylül davasının ise hiç yürümediğini belirten İlter, şöyle devam etti: "Başladığımız noktada bekliyoruz. Aradan 6 ay geçti, bir arpa boyu kat edemedik. Ümitlerimiz kırılmaya başladı. İlk başta bu yargılamaya karşı çıkanlar, 'Sembolik bir yargılama olacak, ceza almayacaklar' diyorlardı. Biz de 'Hayır, sembolik olmaz. Devletin savcısı sembolik soruşturma açmaz, mahkeme sembolik dava açmaz' diyorduk. Ama geldiğimiz noktada ümitlerimiz kırılmaya başladı. Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın ölmelerini bekliyorlar. Öldükleri zaman dava düşecek ve 'hadi geçmiş olsun, ne şiş yansın ne kebap'. Onu bekliyorlar diye düşünüyorum. Ama onların kolay öleceğini düşünmüyorum. İşte '6 ay 1 yıl içinde ölür bunlar. Mahkemeyi uzatalım' gibi bir düşünce olduğunu zannediyorum ama bu hesapları doğru çıkmaz."
Kaynak: CİHAN
2013 MAYISINDAN GELEN - OKU VE UYAN
Yazıyı hem okuyup hem fon müziğini dinlemek istiyorsan playa bas
BU YAZI (UYANDIRMA PROJESİ) FACEBOOK SAYFASINA AİTTİR,
DÜZENLEME VE JENERİK MÜZİK KEYZAMAN GROUP TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR
UYANDIRMA PROJESİ FACEBOOK SAYFASI İÇİN TIKLA
BÖLÜM-1
Türkiyede ‘’Elif’’dergahı denilen dergahın ‘’mim’’kapısı denilen
kısmından geçtik ve büyükçe bir salonun ortasında hilal şeklinde oturan
öğrencilerin yıldızı gibi bir noktada sessizce kafasını eğmiş
dua eden bir hocaefendi yada bir manevi zatı gördük.Sessizce bizde ikinci
hilalin tamamlayıcısı gibi arka kısma kurulduk.Herkes neyi bekliyordu
bilmiyordum.Bu hoca ve bu insanlar kimdi onu da bilmiyordum.Daha önce hiç
görmediğim insanlar.
Ardından başlarındaki heybetli hoca:’’Yedinci yol ulu bir yoldur
kardeşlerim.Bir kimsenin havada uçtuğunu,denizde yürüdüğünü görseniz
bunun Allah teala için hiçbir önemi yoktur.Önemli olan takvadır.Hakkı
yerine getirme durumudur kişinin.Şimdi buraya bir kişi gelecek.Siz sakın
hallere aldanmayın.İşin nasıl olduğunu irdelemeyin.Siz söyleyeceklerini
dinleyin.’’Dedi.
Tabi ben gördüklerime inanamazken bu olay oradakilerin alıştığı bir
şeymiş gibi normaldi.Sadece bana anormal geliyorsa,sözlerini de benim
içim söylemiş olmalıydı.Çünkü ben ilk defa
katıldım.Unutmamalıydım.Düşündüm ve
dedim ki:saat 01:30…17 temmuz 2012…unutma bu tarihi hakan.
Birden hilalin ortasına bazı yerleri çizik,botunun birisinin altı kalkmış
ve parmakları kanamış olduğu görülen,yüzbaşı olduğu 3 yıldızından belli
olan ,vurgulu konuşan bir asker geldi.Bu asker sanki bu manevi zatın
eriymiş gibi o ne sorarsa ona cevap veriyordu.
Hocaefendi sordu:’’Ne oldu anlat bakalım komutan
!Yo yo yo yo yo yo…bu olamaz!olamaz bu!bir çeşit büyümü yapılıyor len
sana!kendine gel!olamaz!oluyor işte.hepsi gerçek olum.Nedir bu kapı mı
açıldı?nedir yani kara delik mi oluştu?Olamaz?iyide şeytanın yaptığı
,Allahın sevmediği şeytanın yaptığı oluyor da sevdiği bir kuluna neden
nasip etmesin.Hem kendi de demedi mi bunların hiçbir önemi yok diye.
Hocaefendi bize:’’ 2013 yılının mayısından geldi komutan ‘’dedi.Komutan
anlatmaya başladı.‘’Efendim her şey sizin dediğiniz gibi oldu.Ramazan
ayında ordumuz çok iyi bir şekilde pkklıları püskürtse de saldırıp şehit
verdirmeye devam ettiler.Barzani kürt devleti istiyordu.Her ne kadar
Türkiyeye ben size tabiyim mesajı verse de geceleri evinin önüne İsrail
ajanlarının jipleri geliyordu.Türklerin korkuttuğu barzaniye İsrail
ekipleri güven ve cesaret veriyordu.Tabi savaştan öncede bdp denilen ama
hiçbiri islam dininden olmayan grup,2012 ve 2013 Kürtlerin yılı olacak
diye sansasyonel eylemler ve mitingler yapmaya başladı.sizin daha öncede
dediğiniz gibi esedden sonra işi Türkiyeye getirme operasyonunu
başlattılar.pkk saldırıları artıyor fakat ordumuzun onlara karşıda
cengaver mücadelesi devam ediyordu.abd bir taraftan Türkiyeye el altından
kürt devletini tanı pkkyı bitirelim mesajı verirken ,İsrail kürt
devletini tanı güney kıbrısta ve ülkemde pkklı eğitiyorum diyordu.İran
ise suriyeyi savunma sevdasından dostunu düşmanını seçemez oldu.rusya
kendi üs bölgesinin derdine düştü.’’dedi
.
Hocaefndi:’’pekala komutan!siz neden bu haldesiniz anlatın bakalım.!dedi.
Komutan:Türkiye sonunda suriyeye girdi.çok şiddetli çarpışmalar olurken
içimizde özellikle bdp denilen parti ve muhaliflerle bir ksım medya
basbasbağırıyordu.Çünkü Türkiyenin kuzey ırak bölgesine de girmesinden
korkuluyordu.iran birden saf değiştirdi.burada Türk ordusuna karşı
mücadeleye girişmedi.bu,tüm dünyayı şaşırtan bir manevraydı.iranın
uyutulduğunu zannediyordu herkes.Biz suriyede savaşırken İsrail
uçaklarından bir kısmıyla da savaşmaya başladık.çünkü o bölgede bize
karşı esede destek veriyorlardı.İsrailin kurulacak devlet projesine
mükemmel derecede darbe indirmiştik.150 savaş uçağı birden harekete
geçmişti.çok şiddetli çarpışmalar oluyor,şehit haberleri geliyor,fakat
Türk ordusu dağı taşı deliyordu.Hem ülke olarak hem ordu olarak sanki bin
yıllk bir sinirle oradaydık.abd ,birden Türkiyeye operasyonu durdurun
demeye başladı.İsrail uçakları bizim bir savaş gemimizi darmadağın
etti.Bizimkilerin gözü döndüğü için israile bomba yağdırmaya başladık.
Ürdün ,mısır,Arabistan ve tüm Müslümanlar Türkiye için savaşma adına
cephe açmıştı.Abd de işin içine girdi.oradaki rus üssünü Türk bayraklı
f16 larla bombalayıp uçak gemilerine döndürdü.bunlar özel olarak
hazırlanmış f16 lardı sanırım.Ruslar durumu kısa zamanda farketti ve
oyuna gelmedi.Abd uçak gemisine gönderdikleri füzelerle ortalığı tam bir
cehenneme çevrdiler.İsrail ankaraya 3 nükleer füze gönderdi 2 si ankaraya
düştü.çünkü bizde balistik füze önleyici savunma sistemi yoktu.israilin
savaşa girmesiyle birden,bizden olmayan yani kürt olmayan bir çok
Güneydoğulu sokakları ana baba gününe çevirdi.her yer bdp ve pkklılarla
kaynıyordu.aynı anda 100 karakola ve emniyet merkezine saldırı haberleri
de geliyordu.iran ise daha işin içinde değildi.pakistana koridor açmıştı
bize yardım etmesi için.İsrailin attığı atom bombasına karşılık
gecikmedi.
tel avivde İki nükleer patlama oldu.iran bunu fırsat bilip yüzlerce
füzeyi israile yolladı.bine yakın abd uçağı ise rusya üzerindeydi.Çinden
ve koreden abd üzerine yol alan bine yakın füze gönderildiği
söylendi.ermeniler de doğudan bize savaş açtı.fakat sizin öneriniz
üzerine çok daha önceden KAFA KOPARAN tim dediğimiz askerlerimiz
güneydoğu ve doğudaki isyancıları fena faka bastırdı.Gemilerle ve
uçaklarla İsrail üzerine inecek komando ve askerlerimiz,aşırı derecede
sinirliydi.birbirleriyle konuşurken ‘’en az beş tane öldürmeden
ölmeyeceğim diyorlardı.400 e yakın nükleeri olduğu söylenen İsrail,bir
anda cehenneme dönmüştü.Bizim ankaramız ise yok oldu.
Ben yerin 450 metre altında ,patlamadan 10 gün sonra dışarı çıkıp
generalin verdiğini istanbula ulaştırmak üzere çıktım.ürettiğimiz
haberleşme sistemi sayesinde elektriğe ihtiyacımız kalmadı.her yere
ulaşıyorduk.Sonra Avrupa ve amerikadan Türkiyeye 960 bin askerin işgal
planı devreye girdi.asıl çatışma şimdi olacaktı.
2012 nin kasımın da başladı tüm bunlar.960 bin kişilk bu orduya karşı da
bu yüzyılın destanını yazdık.pişman ettik.ancak bizden milyonlar öldü.çok
feci psikolojik savaş yaptılar.çok tacizler oldu.’’dedi.
Hocaefendi:Peki bin yıldır islama hizmet etmiş bu devlete nankörlük yapan
ve BEN TÜRKİYEYE KATILIYORUM DİYEMEYEN BARZANİYE ne oldu dedi.
Komutan:’’efendimiz sizin dediğiniz gibi oldu.kafir olarak öldü.o ve
ekibini yok eden füze kemiklerini bile toza çevirdi.bdplilerden,sırtını
israile ve abdye dayanarak kendini çok güvende hissedenler,KAFA KOPARAN
timi tarafından çok feci öldürüldü.nankörlüğün sonuydu.Keşke barıştan
yana olan TÜRKİYEYE BU COĞRAFYALARI TESLİM ETSEYDİLER.İsrail bile durumun
bu derece olacağını bilseydi tüm ortaduğuda nifak için çalışmazdı
heralde.’’dedi.
Hocaefendi:Evladım.Hak ile batıl mutlaka ayrılacak.’’dediği an her şey
kayboldu.Kendi kendime hayal mi görüyorum diye çok söylendim.tam bu
sırada hocaefendi bana:‘’hangi hülyalara daldın derviş!Söyle bakalım adın
nedir senin?’’dedi.
Ben biraz kekeledikten sonra hakan efendim dedim.Yüzbaşı hakan!Sonra
kendi kendime :’’aman Allahım!olamaz.kendimi nasıl tanımamıştım.yüzüm,
gözüm siyah…kan içinde…işte o bendim.o hakan bendim.Aman ALLAHIM
OLAMAZ!bu,bu,bu nasıl olur?
BÖLÜM 2
Yaklaşık bir saat sonra kendime geldiğimde bayılmış olduğumu
farkettim.Hocaefendinin odasına yatırmışlardı beni.Başımda tarif
edemediğim bir ağrı vardı.Ağlamaya başladım durduk yere.Birisi hz
muhammedin aşkını içime yüklemişti sanki.Taş gibi bir kalbe sahip olan
birisi olarak bu nasıl olmuştu.Sanki göğe yükselip inmiştim.İçim:
’’Ya rasülullah,ya rasülullah!Seni çok se
viyorum.Müslümanların yanında ol!Ya rasülullah!Kabede Müslümanlara namaz
kıldırırken yanımda ol.Ya resulullah!Ne olur sarılayım sana bir
kere!derken Hz Muhammed sallallahü aleyhi vesellem karşımda durdu ve
heybetli bakışları arasında kılıcını çekip bana verdi
ve:‘’Al bakalım bu kılıcı güzel ordunun komutanı!’’dedi.
Derviş!DİYE BİR SES GELDİ.ben uyanmamışmıydım.Allahım rüyamda resulullahı
görüyordum.
Hocaefendi bana:’’ne gördün anlat bakalım derviş.Yoksa herkese kolay
kolay nasip olmayan bir rüyaymıy dı bu?dedi.
Ben hafif kalkıp duvara yaslandım.Ne konuşacağımı bilemiyordum.hocaefendi
bana sayıkladığımı söyledi.Galiba sayıklarken rüyamda kimi görmüş
olduğumu anlamıştı.Size anlatmak istiyorum dedim.Rüyamı tamamen
anlatmıştım.Daha önce hayatımda hiç tatmadığım ve karşılaşmadığım bir
duygu ve enerjiyle karşılaştığımı söyledim.Bu enerji bu sevgi onun benim
yanımda olduğu hissi öyle bir şeydi ki,sadece 10 kişi bana dünyayı
fethetmek için yetebilirdi.Sırlarla dolmuştu içim bir anda.
Hocaefendi:’’Evladım!Selahaddini eyyübi adlı yüce komutan ,devamlı hayat
bin kays el harrani hazretlerinin yanına gider duasını
alırdı.o,selahaddine:Dua ordusu olmadan kılıç ordusu olmaz
selahaddinim.Bizi ziyarete devam edesin inşallah der ve kendi de arkasına
aldığı erenlerle savaş meydanında harp ederdi.Selahaddini eyyübi savaş
meydanındaki harbine başlamadan önce:
‘’Sizin içkiye ve dünyaya sıkı sıkıya bağlı olan askerleriniz gibi benim
de ölümü onların istediği şeyden daha fazla isteyen askerlerim
var.’diyordu.Senin gördüğün rüyada RASÜLULLAH sana kılıcını vermiş.Yani
sen Müslümanların komutanı olacaksın.askeri kanat senden sorulacak.Ama
elimizden geldiği kadar savaşın çıkmaması için mücadele vereceğiz.olanca
gücümüzle barış için uğraşacağız.Gerçektende bugün Amerika denen devletin
içine sızmış şeytani ve Siyonist yapı,Türkiyeyle çok yoğun bir şekilde bu
devleti kızıştırmak istese de manevi erenler fırsat vermiyor.Oradaki
sağduyulu insanları da uyarmak ve islamı tanıtmak bizim vazifemiz.Rusyada
da Almanyada da Türkiyede de var bu yapı.Dünyanın tüm banka
,medya,istihbarat,ordu sistemlerine sızmış.Her ülkeden en az beş tane en
büyük zenginleri kendisine çelik halatlarla bağlamış.İranda farklı bir
rol ve görevde bizde farklı abd de farklı rusyada farklı…Bize gelen
haberlerde ‘’Cinleri kullanıp mars adlı gezegenden dünyaya
saldırtacakları ‘’ŞEKLİNDE BİR OYUN KURGULADIKLARI DA
SÖYLENİYOR.Yaptıkları her oyun başlarında patlayacaktır inşallah.ortaya
çıkarılan her oyunları bitmeye mahkumdur.’’dedi.
Efendim siz galiba ölüm kardeşliği yada illüminati denen gruptan
bahsediyorsunuz?diye soru şeklinde bir karşılık verdim.Derviş,biz seni
çağırdığımızda buraya getirileceksin.Burayı kimse bilmez.Allah izin
vermediği müddetçede kimse bulamaz.Ben onların hepsine akıl veren sionist
3 kahinden ve onları da yöneten şeyden bahsediyorum.Tek amaçları var.Uzay
dinini getirmek için bir ön temizliğin şart olduğuna inanmaları…Kasım
ayına kadar gelişmeler ,oyunlar,senaryolar çok hız kazanacak.Abdye yardım
ettiğiniz gibi irana da rusyaya yardım edin.Biz burada Türkiyeye el
atacağız.bu nifak yapılar medyamızda,vakıflar adı altında şehirlerde
oldukça bu ülkede provakasyonlar,fitneler durmayacaktır.Tüm ordu
kademelerine ve devlet kademelerine senin gibi seçtiğimiz
erenlerimizle,mesajlarımızı gönderiyoruz..
-Suriyede esed denilen o şahıs sonrası Türkiyenin hakim olmayacağı bir
yapının oraya sürülmesi sonucu BU SAVAŞ PATLAK VERECEK.abd,kürdistan
denilen hayalinden ,İsrail arzı mevud denilen olaydan vazgeçmezse bu
savaşın olacağı hükme bağlanacak.Orada ne olursa olsun Türkiyenin
hükümran olduğu mısırdaki gibi bir yapı şart.Abd şunu bilmeli.Okyanus
ötesinden gelip de burada suriye denilen bir devleti kurma görevi onun
işi değil.Kim oyuna getiriyor abd yi.Eyaletleri sürekli iflas
ediyor.Gidişatı hiç de iyi değil.Kasım seçimleriyle tüm savaş unsurları
kullandırılacak abdye.abdnin savaş makinalarıyla ülkeler yerle bir
edilirken,abd de yerle bir edilecek.Böylece İsrail denen siyonist
yapı,bir taş da çok fazla kuş vurmuş olacak.Türkiyenin olağanüstü çalışma
dönemidir bu dönem.Gerisi Allaha kalmıştır derviş!Manevi levhalara
yazılmıştır.En güçlü manevi erenler bizdedir ve çıkacaktır.Osmanlıda
bizim içimizde ekmek verdiğimiz torunlar,bugün kalkmış bize kafa
tutuyor.Türkiyenin korkacak hiçbir şeyi kalmamıştır.Tüm Ortadoğu ve
Kafkaslara hakim olmak için tam vaktidir.
Hocaefendi:-Hakanım.Sana ,vakti gelince 300 bin yetişmiş ve gözü pek ordu
verilecek.Bu saatten sonrada hiç bırakılmayacaksın.Gözümüz hep üzerinde
gönlümüz hep senledir.Resülullahı unutma!’’dedi.
Ardından bana bir bardak su uzattı.Suda hafif pembelik vardı.içtim
.İçtikten sonra kafam dönmeye başladı.Kendimi askeri bir helikopterin
içinde uçarken buldum.Karşımda bir asker duruyordu.O hemen kendine çeki
düzen verdi ve:Komutanım bu suyu içmeniz söylendi diyerek bana bir pet
şişe su verdi.Galiba içine girdiğim yapının ,şuan görülmesini
istememişlerdi.Ne olur ne olmaz diye.Çünkü eğer görseydim,beni bulan
birisi akıl okuma yöntemiyle oranın resmini çıkarabilirdi.Böyle daha
iyiydi.Hiç bir fikrim yoktu.Gördüğüm tek şey o kapı üzerindeki mim harfi
ve girişteki ışıklarla süslü elif dergahı yazılı oymaydı.Kendi kendime
çok az bir süren var hakan!dedim.Bana nasıl yardım edilecekti acaba.En
azından benim kendi kafamda oluşturduğum bir yapı mevcuttu.ORDUMUZDA
ASLA,İSRAİLDEKİ AĞLAMA DUVARINA GİDİP İBADET EDEN BİR GENERAL
BULUNMAMALI!eğer büyük bir savaş olursa,bu ,arkadan hançerlenmem anlamına
gelebilir.ancak elimden geldiği kadar da barış için uğraşmalıyım.BARIŞ
İÇİN UĞRAŞMANIN EN ETKİLİ YOLU,SAVAŞ İÇİN UĞRAŞANLARI,NİFAK SEBEBLERİNİ,3
KAHİN TEŞKİLATINI YOK ETMEK…
BÖLÜM-3-
‘’Helikopter içinde yarı sarhoş bir vaziyette üsse gelmiştim.Aşağı
indikten sonra önce bir genleştim.Hala böyle şeylerin olduğuna
inanamıyordum.Hala rüyada olduğumu düşünüyordum.Odama giderken aklıma
arkadaşım Mehmet Aktürkün yanımda olmadığı geldi.Beni oraya gözlerimi
bağlatıp ,bana sürpriz yapacağını söyleyerek götürmüştü ama benim için
sürpriz değil bir şok olmuştu bu.
Odama girer girmez yanımda benimle gelen ,tanımadığım genç asker, bir
isteğim olup olmadığını sordu.Ben olmadığını söyledim.Ardından üssün
personel için olan bölümünde olacağını bir isteğim olduğu zaman kendisini
çağırabileceğimi söyledi ve komut verip gitti.Bu askerde nerden çıkmıştı
böyle?Anlam veremediğim olayların içine istemeden mi sürükleniyordum
yoksa?Hep kendime,kontrolün bende olduğuna dair güvensem de ,içimde
,artık kontrolün benden çıktığına dair acayip bir his olduğunu
sezinliyordum.
-Hemen üzerimdekileri çıkardım.Geçtim koltuğuma oturdum.Ayaklarımı
masamın üzerine uzattım .Tam o sırada penceremden bakarken bir f16’nın
indiğini gördüm.Ellerimi saçlarıma götürdüm ve saçlarımı sağa sola
kıvırmaya başladım.Tavana baktım uzunca bir müddet.Bedenimin içindeki şey
her neyse artık ruh mu enerji mi çıkmak istiyordu tam yüreğimin orta
yerinden.Bu enerji,bu heyecan,bu sıkıntı,bu
kararsızlık,kontrolsüzlük…Derken dikkat etmediğim bir şey olduğunu gördüm
masamın üzerinde.Bordo renkli bir zarf…zarfın ağzı ay yıldızlı balmumu
gibi kırmızı bir şeyle kapatılmıştı.Elimle zarfa zarar vermeden zarfı
açtım.Çok heyecanlandım birden.Olaylar durdurak bilmeyecek galiba
dedim.Zarfın arkasında ve önünde başka hiçbir şey yoktu.İçinden tek
yapraklık kağıdı çıkardım ve bana mısın demeden okumaya başladım.Şunlar
yazıyordu:
‘’P’’TİM KOMUTANINDAN…Saygılar Hakan BEY!Bundan sonra size,belli bir
vakte kadar eğitimimiz bu şekilde verilecek.Elektronik yok…Bizim
görevlendirdiğimiz askerimiz odanıza bırakacak ve gidecek.Odanız kapalı
da olsa biz açıp koyacak ve tekrar kapatacağız.Eğitim sonunda yine farklı
bir şekilde sizi yanımıza getireceğiz.Bu kısa açıklamadan sonra hemen
başlamak istiyorum.
Bundan bir yıl önce ,ekibimizin 114 OLAY 114 ÇÖZÜM adlı
kitabını,internete bilinçli olarak verip,düşmanlarımıza ,yaptığınız ve
yapacağınız her hamleyi biliyoruz!Yaparsanız karşılığında olacakları ,ve
ödeyeceğiniz bedelleri hesap ederek işe koyulun mesajını vermek
istedik.Tabi bu kitabın sadece bir kısmını sızdırarak da halkımızdan çoğu
insanın da hazırlanmasını sağladık.Başımızdaki manevi erenle 2002 de
kurduk bu timi.Ne yazıyordu bu kitabın verdiğimiz bölümlerinde:-Tüm
ortadoğunun karıştırılma sebebinin meselenin suriye getirilmesi için
yapıldığı,birden suriyeye karşı bir şey yapılacak olsaydı bayağı dikkat
çekeceği…-Meselenin suriyeye getirilme sebebinin ise Türkiyeyi zor
durumda bırakmak olacağı ve suriyeye abnin uçak gemisinin tüm bu
sebebleri bahane ederek geleceği…-Suriye meselesi bittikten sonra
güneydoğuda karışıklık çıkarılacağı ve bu yoğun karışıklıklara sert önlem
alan Türk devletinin batı ve İsrail basınında TÜRKLER KÜRTLERİ
KATLEDİYOR!şeklinde verileceği…-İsyancı ve pkklıların katledilmesine
rağmen ,batı ve israilin Kürtler katlediliyor diyerek isyancılara yoğun
silah yardımı yapacağı…-Belli bir zaman aralığından sonra Ağrıdan Adanaya
kadar bir yay çizilip buralara 960 bin askerin gireceği…-Erzurumun
direnmesine rağmen oraya yardım edilemeyeceği…-bdp denilen partililerin
her yerde provakasyona yardım edecekleri,güneyde 150 karakolun aynı anda
basılacağı…-uçaklarla füzelerle atom bombalarıyla deprem silahları ve
biolojik silahlarla çok yönlü bir saldırıya maruz kalacağımızı,İsrail
askerlerinin öldürdükleri Türk komutanları ve tacizlerini medya ve
internete verip psikolojik savaşı en üst düzeye çıkaracakları…-Başbakanı
kaçırıp,cumhurbaşkanını yok edeceklerini…-İstanbul dışında her yeri
harabeye çevireceklerini,istanbulda ise:
-YENİLMEZ DENİLEN TÜRKLERİ YENDİK.ŞİMDİ DE DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE ÖZEL
HAZIRLANMIŞ FÜZEMİZLE ŞEYTANIN YUVASI KABEYİ vuracağız
diyeceklerini…-Ulukışla denilen yerde Türk ordusunun tarih yazıp 250 bin
askeri yok edeceğini…-bu sürece gidilirken içerdeki muhalefetin ihanetini
ve kurumlarımıza sızmış olanların hainliklerini…Ve daha bir çok şeyi
yazdık.Bu olayları verdik ama tabiki çözümlerini vermedik.Her şey bizim
istediğimiz gibi gidiyor.Türk devleti bushun devrilmesinde önemli bir rol
oynadı.Obamaya da destek çıkıyor ve çıkmalı da zaten.GERÇEK İNCİL her an
piyasaya çıkarılabilir.Abd ile Türkiyeyi savaştırma senaryosu her safhada
devam etsede sürekli oyunlar bozulmakta…Bizim verdiklerimizin bir
kısmının onlar tarafından da görülmesi,içlerine düştükleri oyunu
anlamalarına neden oldu.ama tabiki bu yetmeyecektir.Şuan aynı oyunu
suriye üzerinden yine abdyi kullanarak yapmaya çalışsalar da başarılı
olamayacaklar.Bilmen gereken şey şu:Türkiyede her ne zaman bir yazar yada
bakan mason locaları dosyasını açsa,diğer gün şehit haberleri
geliyor.ardından gündem değişiyor.İstihbarat açığından komutan hatasından
vs vs vs bahsediliyor.Kimse içimizdeki hainlerin pkk sızmalarında ne
kadar etkiye sahip olabileceğini sorgulamıyor.Bu localar koca bir devleti
yıktı.Koca bir hakanı devirdi.90 bin askeri kurşun atmadan yok ettiren
komutanlarını tarihe kahraman olarak geçirdi.
-Atatürkü zehirledi ,sirozdan öldü diye beyinlere kazıdı.Bush
devrilmeseydi bizim manevi liderimizin yazdıkları adım adım
gerçekleşecekti.ABDnin içindeki lobiler sebebiyle gerçekleşme ihtimali
yada sinsice gerçekleşme ihtimali halen mevcut.Basına bak!hep ölen
şehitlerimizi veriyor.zayiata uğrayan ve Türkiyeyi karıştırmak için gelen
pkklılardan hiç bahsetmediği gibi bahsederken de ‘’ASLINDA ÖLDÜRME YOK
HEPSİ YALAN DİYE BAHSEDİYOR.’’işte bu,zaten bizim manevi liderimizin
önceden haber verdiği iç hainler grubunun yapacağı konulara
giriyor.Timimizden özel bir komutan sinirli ve eli kanlı bir şekilde
geldi Şemdinli dağından.Anlaşılan o ki tek başına 8 tanesini
öldürmüş.ancak sinirinin sebebi tabiki öldürme değil.Sorduğumda verdiği
cevap dikkat çekici
:KOMUTANIM!DÖRDÜ İSRAİLLİ,ÜÇÜ ERMENİ ve birisi de Suriyeli!Görüyorsun
değil mi manzarayı hakan BEY!Peki devletimiz bunu bağıra bağıra neden
söylemiyor?Neden bunun reklamını yapamıyor?Neden bdplilerin ,muhalefet
olarak görülen partilerin,medyadan bir grubun,özellikle mason localarının
bu işe katkısı ortadayken bu şer odaklarını tüm halka açıklamıyor.On gün
boyunca durmadan…Siz açıklamazsanız onlar tabiki kürt kardeşlerimizi
kullanacaklardır.İÇİMİZDE DIŞ MİHRAKLARA YARDIM EDEN HAİNLER OLMADIKÇA
DÜŞMAN BU ÜLKEDE KAOS ÇIKARAMAZ.
Biz o kitapta Atatürkün chpsi olduğunu savunan partininde 21 aralığa
yakın dönemde başka devletlere hizmet için kaos yanlısı olacağını
söylemiştik.Her şeyi daha net görüyorsun değil mi ?Ancak benim sana
söyleyeceğim tüm bunlardan farklı…asıl konumuz bu değil.Yalnızca giriş
yaptım.Asıl konumuz sana verilecek olan Tabuttadır.
ONDA GERÇEK İNCİL,MUSANIN ASASI,SÜLEYMANIN KİTABI,DAVUDUN GERÇEK MÜHRÜ
var.Bir de vakti gelince giyeceğin hırka!Senin yetkin üst seviye
artırıldı.unutma!bizden haberin yok.Tüm akdeniz ve güneydoğu bölgesini
özel harekat ve bordo üssü yapacaksın.Tüm kurumlardaki teknolojik
seviyeyi hızlandırıp artıracaksın.Bizim iran –suriyedeki yeni oluşum ve
ırakla barış içinde gelişecek durumumuzu İsrail hiç istemeyecektir.Durum
böyle olduğunda abd yi bile dinlemeden irana saldırıp,iranın da bizim
içimizdeki füze kalkanını vurmasıyla bizi de zorla işin içine sokmaya
çalışacaktır.Olur da füze kalkanımız vurulursa Türkiye buna kesinlikle
karşılık vermemelidir.Unutma! en zor ve en son ana kadar biz bu şekilde
haberleşeceğiz.Komuta sen de olacak.Olurda olacakları önlersek Türkiye bu
coğrafyada çok büyük bir güç olarak barışı da ikame eden bir güç
olacaktır.N e rusyayla ne iranla aramız kötü olmayacak.
KABENİN BİLE YÖNETİMİNİ TEKRAR DEVRALACAKTIR.olurda İsrail de halk,
yönetimi değiştirmek için ayaklanırsa,bu durumda israilin Osmanlıdaki
Yahudiler gibi içimizde barış içinde yaşamaması için hiçbir neden
yoktur.Bu zor ihtimal dahi söz konusudur.Manevi liderimiz tüm ırakın ve
suriyenin Türkiye merkezli yönetileceğini ,ancak bunun fitne örgütüne
darbeler indirerek olacağını söylemektedir.ALLAH YEGANE HAKİM OLANDIR!P
TİMİ KOMUTANI…
En az 15 dakika kımıldamadan,felçli gibi kalakalmıştım.Benim daha önceden
bildiğim gayb yani Her şeyi Allah tealanın bileceği hususu ne
olacaktı?Biri benimle kafa mı buluyordu?Artık kendi başıma da araştırma
yapmalıydım.Denilen her şeyin harfi harfine doğru olabilecği ihtimali
yanında,ya birisi beni kötü bir gruba alıyorsa diye düşünmeye başladım.YO
YO YO YO….bu mümkün olamaz!dedim kendi kendime.Hocaefndi,arkadaşım Mehmet
AKTÜRK,bu olanlar…Bu zarf benim için ilk denemeydi.Ya kendi üssüme bunu
bildirecektim,ki o zaman güvenilmez olurdum,ya da bu sır böyle bir yere
kadar devam edecekti.İyi de niye ben?Ben olmak istemiyorum!Ben olmak
istemiyorum!
DEVAM EDECEK !
BU YAZI (UYANDIRMA PROJESİ) FACEBOOK SAYFASINA AİTTİR,
DÜZENLEME VE JENERİK MÜZİK KEYZAMAN GROUP TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR
UYANDIRMA PROJESİ FACEBOOK SAYFASI İÇİN TIKLA
BÖLÜM-1
Türkiyede ‘’Elif’’dergahı denilen dergahın ‘’mim’’kapısı denilen
kısmından geçtik ve büyükçe bir salonun ortasında hilal şeklinde oturan
öğrencilerin yıldızı gibi bir noktada sessizce kafasını eğmiş
dua eden bir hocaefendi yada bir manevi zatı gördük.Sessizce bizde ikinci
hilalin tamamlayıcısı gibi arka kısma kurulduk.Herkes neyi bekliyordu
bilmiyordum.Bu hoca ve bu insanlar kimdi onu da bilmiyordum.Daha önce hiç
görmediğim insanlar.
Ardından başlarındaki heybetli hoca:’’Yedinci yol ulu bir yoldur
kardeşlerim.Bir kimsenin havada uçtuğunu,denizde yürüdüğünü görseniz
bunun Allah teala için hiçbir önemi yoktur.Önemli olan takvadır.Hakkı
yerine getirme durumudur kişinin.Şimdi buraya bir kişi gelecek.Siz sakın
hallere aldanmayın.İşin nasıl olduğunu irdelemeyin.Siz söyleyeceklerini
dinleyin.’’Dedi.
Tabi ben gördüklerime inanamazken bu olay oradakilerin alıştığı bir
şeymiş gibi normaldi.Sadece bana anormal geliyorsa,sözlerini de benim
içim söylemiş olmalıydı.Çünkü ben ilk defa
katıldım.Unutmamalıydım.Düşündüm ve
dedim ki:saat 01:30…17 temmuz 2012…unutma bu tarihi hakan.
Birden hilalin ortasına bazı yerleri çizik,botunun birisinin altı kalkmış
ve parmakları kanamış olduğu görülen,yüzbaşı olduğu 3 yıldızından belli
olan ,vurgulu konuşan bir asker geldi.Bu asker sanki bu manevi zatın
eriymiş gibi o ne sorarsa ona cevap veriyordu.
Hocaefendi sordu:’’Ne oldu anlat bakalım komutan
!Yo yo yo yo yo yo…bu olamaz!olamaz bu!bir çeşit büyümü yapılıyor len
sana!kendine gel!olamaz!oluyor işte.hepsi gerçek olum.Nedir bu kapı mı
açıldı?nedir yani kara delik mi oluştu?Olamaz?iyide şeytanın yaptığı
,Allahın sevmediği şeytanın yaptığı oluyor da sevdiği bir kuluna neden
nasip etmesin.Hem kendi de demedi mi bunların hiçbir önemi yok diye.
Hocaefendi bize:’’ 2013 yılının mayısından geldi komutan ‘’dedi.Komutan
anlatmaya başladı.‘’Efendim her şey sizin dediğiniz gibi oldu.Ramazan
ayında ordumuz çok iyi bir şekilde pkklıları püskürtse de saldırıp şehit
verdirmeye devam ettiler.Barzani kürt devleti istiyordu.Her ne kadar
Türkiyeye ben size tabiyim mesajı verse de geceleri evinin önüne İsrail
ajanlarının jipleri geliyordu.Türklerin korkuttuğu barzaniye İsrail
ekipleri güven ve cesaret veriyordu.Tabi savaştan öncede bdp denilen ama
hiçbiri islam dininden olmayan grup,2012 ve 2013 Kürtlerin yılı olacak
diye sansasyonel eylemler ve mitingler yapmaya başladı.sizin daha öncede
dediğiniz gibi esedden sonra işi Türkiyeye getirme operasyonunu
başlattılar.pkk saldırıları artıyor fakat ordumuzun onlara karşıda
cengaver mücadelesi devam ediyordu.abd bir taraftan Türkiyeye el altından
kürt devletini tanı pkkyı bitirelim mesajı verirken ,İsrail kürt
devletini tanı güney kıbrısta ve ülkemde pkklı eğitiyorum diyordu.İran
ise suriyeyi savunma sevdasından dostunu düşmanını seçemez oldu.rusya
kendi üs bölgesinin derdine düştü.’’dedi
.
Hocaefndi:’’pekala komutan!siz neden bu haldesiniz anlatın bakalım.!dedi.
Komutan:Türkiye sonunda suriyeye girdi.çok şiddetli çarpışmalar olurken
içimizde özellikle bdp denilen parti ve muhaliflerle bir ksım medya
basbasbağırıyordu.Çünkü Türkiyenin kuzey ırak bölgesine de girmesinden
korkuluyordu.iran birden saf değiştirdi.burada Türk ordusuna karşı
mücadeleye girişmedi.bu,tüm dünyayı şaşırtan bir manevraydı.iranın
uyutulduğunu zannediyordu herkes.Biz suriyede savaşırken İsrail
uçaklarından bir kısmıyla da savaşmaya başladık.çünkü o bölgede bize
karşı esede destek veriyorlardı.İsrailin kurulacak devlet projesine
mükemmel derecede darbe indirmiştik.150 savaş uçağı birden harekete
geçmişti.çok şiddetli çarpışmalar oluyor,şehit haberleri geliyor,fakat
Türk ordusu dağı taşı deliyordu.Hem ülke olarak hem ordu olarak sanki bin
yıllk bir sinirle oradaydık.abd ,birden Türkiyeye operasyonu durdurun
demeye başladı.İsrail uçakları bizim bir savaş gemimizi darmadağın
etti.Bizimkilerin gözü döndüğü için israile bomba yağdırmaya başladık.
Ürdün ,mısır,Arabistan ve tüm Müslümanlar Türkiye için savaşma adına
cephe açmıştı.Abd de işin içine girdi.oradaki rus üssünü Türk bayraklı
f16 larla bombalayıp uçak gemilerine döndürdü.bunlar özel olarak
hazırlanmış f16 lardı sanırım.Ruslar durumu kısa zamanda farketti ve
oyuna gelmedi.Abd uçak gemisine gönderdikleri füzelerle ortalığı tam bir
cehenneme çevrdiler.İsrail ankaraya 3 nükleer füze gönderdi 2 si ankaraya
düştü.çünkü bizde balistik füze önleyici savunma sistemi yoktu.israilin
savaşa girmesiyle birden,bizden olmayan yani kürt olmayan bir çok
Güneydoğulu sokakları ana baba gününe çevirdi.her yer bdp ve pkklılarla
kaynıyordu.aynı anda 100 karakola ve emniyet merkezine saldırı haberleri
de geliyordu.iran ise daha işin içinde değildi.pakistana koridor açmıştı
bize yardım etmesi için.İsrailin attığı atom bombasına karşılık
gecikmedi.
tel avivde İki nükleer patlama oldu.iran bunu fırsat bilip yüzlerce
füzeyi israile yolladı.bine yakın abd uçağı ise rusya üzerindeydi.Çinden
ve koreden abd üzerine yol alan bine yakın füze gönderildiği
söylendi.ermeniler de doğudan bize savaş açtı.fakat sizin öneriniz
üzerine çok daha önceden KAFA KOPARAN tim dediğimiz askerlerimiz
güneydoğu ve doğudaki isyancıları fena faka bastırdı.Gemilerle ve
uçaklarla İsrail üzerine inecek komando ve askerlerimiz,aşırı derecede
sinirliydi.birbirleriyle konuşurken ‘’en az beş tane öldürmeden
ölmeyeceğim diyorlardı.400 e yakın nükleeri olduğu söylenen İsrail,bir
anda cehenneme dönmüştü.Bizim ankaramız ise yok oldu.
Ben yerin 450 metre altında ,patlamadan 10 gün sonra dışarı çıkıp
generalin verdiğini istanbula ulaştırmak üzere çıktım.ürettiğimiz
haberleşme sistemi sayesinde elektriğe ihtiyacımız kalmadı.her yere
ulaşıyorduk.Sonra Avrupa ve amerikadan Türkiyeye 960 bin askerin işgal
planı devreye girdi.asıl çatışma şimdi olacaktı.
2012 nin kasımın da başladı tüm bunlar.960 bin kişilk bu orduya karşı da
bu yüzyılın destanını yazdık.pişman ettik.ancak bizden milyonlar öldü.çok
feci psikolojik savaş yaptılar.çok tacizler oldu.’’dedi.
Hocaefendi:Peki bin yıldır islama hizmet etmiş bu devlete nankörlük yapan
ve BEN TÜRKİYEYE KATILIYORUM DİYEMEYEN BARZANİYE ne oldu dedi.
Komutan:’’efendimiz sizin dediğiniz gibi oldu.kafir olarak öldü.o ve
ekibini yok eden füze kemiklerini bile toza çevirdi.bdplilerden,sırtını
israile ve abdye dayanarak kendini çok güvende hissedenler,KAFA KOPARAN
timi tarafından çok feci öldürüldü.nankörlüğün sonuydu.Keşke barıştan
yana olan TÜRKİYEYE BU COĞRAFYALARI TESLİM ETSEYDİLER.İsrail bile durumun
bu derece olacağını bilseydi tüm ortaduğuda nifak için çalışmazdı
heralde.’’dedi.
Hocaefendi:Evladım.Hak ile batıl mutlaka ayrılacak.’’dediği an her şey
kayboldu.Kendi kendime hayal mi görüyorum diye çok söylendim.tam bu
sırada hocaefendi bana:‘’hangi hülyalara daldın derviş!Söyle bakalım adın
nedir senin?’’dedi.
Ben biraz kekeledikten sonra hakan efendim dedim.Yüzbaşı hakan!Sonra
kendi kendime :’’aman Allahım!olamaz.kendimi nasıl tanımamıştım.yüzüm,
gözüm siyah…kan içinde…işte o bendim.o hakan bendim.Aman ALLAHIM
OLAMAZ!bu,bu,bu nasıl olur?
BÖLÜM 2
Yaklaşık bir saat sonra kendime geldiğimde bayılmış olduğumu
farkettim.Hocaefendinin odasına yatırmışlardı beni.Başımda tarif
edemediğim bir ağrı vardı.Ağlamaya başladım durduk yere.Birisi hz
muhammedin aşkını içime yüklemişti sanki.Taş gibi bir kalbe sahip olan
birisi olarak bu nasıl olmuştu.Sanki göğe yükselip inmiştim.İçim:
’’Ya rasülullah,ya rasülullah!Seni çok se
viyorum.Müslümanların yanında ol!Ya rasülullah!Kabede Müslümanlara namaz
kıldırırken yanımda ol.Ya resulullah!Ne olur sarılayım sana bir
kere!derken Hz Muhammed sallallahü aleyhi vesellem karşımda durdu ve
heybetli bakışları arasında kılıcını çekip bana verdi
ve:‘’Al bakalım bu kılıcı güzel ordunun komutanı!’’dedi.
Derviş!DİYE BİR SES GELDİ.ben uyanmamışmıydım.Allahım rüyamda resulullahı
görüyordum.
Hocaefendi bana:’’ne gördün anlat bakalım derviş.Yoksa herkese kolay
kolay nasip olmayan bir rüyaymıy dı bu?dedi.
Ben hafif kalkıp duvara yaslandım.Ne konuşacağımı bilemiyordum.hocaefendi
bana sayıkladığımı söyledi.Galiba sayıklarken rüyamda kimi görmüş
olduğumu anlamıştı.Size anlatmak istiyorum dedim.Rüyamı tamamen
anlatmıştım.Daha önce hayatımda hiç tatmadığım ve karşılaşmadığım bir
duygu ve enerjiyle karşılaştığımı söyledim.Bu enerji bu sevgi onun benim
yanımda olduğu hissi öyle bir şeydi ki,sadece 10 kişi bana dünyayı
fethetmek için yetebilirdi.Sırlarla dolmuştu içim bir anda.
Hocaefendi:’’Evladım!Selahaddini eyyübi adlı yüce komutan ,devamlı hayat
bin kays el harrani hazretlerinin yanına gider duasını
alırdı.o,selahaddine:Dua ordusu olmadan kılıç ordusu olmaz
selahaddinim.Bizi ziyarete devam edesin inşallah der ve kendi de arkasına
aldığı erenlerle savaş meydanında harp ederdi.Selahaddini eyyübi savaş
meydanındaki harbine başlamadan önce:
‘’Sizin içkiye ve dünyaya sıkı sıkıya bağlı olan askerleriniz gibi benim
de ölümü onların istediği şeyden daha fazla isteyen askerlerim
var.’diyordu.Senin gördüğün rüyada RASÜLULLAH sana kılıcını vermiş.Yani
sen Müslümanların komutanı olacaksın.askeri kanat senden sorulacak.Ama
elimizden geldiği kadar savaşın çıkmaması için mücadele vereceğiz.olanca
gücümüzle barış için uğraşacağız.Gerçektende bugün Amerika denen devletin
içine sızmış şeytani ve Siyonist yapı,Türkiyeyle çok yoğun bir şekilde bu
devleti kızıştırmak istese de manevi erenler fırsat vermiyor.Oradaki
sağduyulu insanları da uyarmak ve islamı tanıtmak bizim vazifemiz.Rusyada
da Almanyada da Türkiyede de var bu yapı.Dünyanın tüm banka
,medya,istihbarat,ordu sistemlerine sızmış.Her ülkeden en az beş tane en
büyük zenginleri kendisine çelik halatlarla bağlamış.İranda farklı bir
rol ve görevde bizde farklı abd de farklı rusyada farklı…Bize gelen
haberlerde ‘’Cinleri kullanıp mars adlı gezegenden dünyaya
saldırtacakları ‘’ŞEKLİNDE BİR OYUN KURGULADIKLARI DA
SÖYLENİYOR.Yaptıkları her oyun başlarında patlayacaktır inşallah.ortaya
çıkarılan her oyunları bitmeye mahkumdur.’’dedi.
Efendim siz galiba ölüm kardeşliği yada illüminati denen gruptan
bahsediyorsunuz?diye soru şeklinde bir karşılık verdim.Derviş,biz seni
çağırdığımızda buraya getirileceksin.Burayı kimse bilmez.Allah izin
vermediği müddetçede kimse bulamaz.Ben onların hepsine akıl veren sionist
3 kahinden ve onları da yöneten şeyden bahsediyorum.Tek amaçları var.Uzay
dinini getirmek için bir ön temizliğin şart olduğuna inanmaları…Kasım
ayına kadar gelişmeler ,oyunlar,senaryolar çok hız kazanacak.Abdye yardım
ettiğiniz gibi irana da rusyaya yardım edin.Biz burada Türkiyeye el
atacağız.bu nifak yapılar medyamızda,vakıflar adı altında şehirlerde
oldukça bu ülkede provakasyonlar,fitneler durmayacaktır.Tüm ordu
kademelerine ve devlet kademelerine senin gibi seçtiğimiz
erenlerimizle,mesajlarımızı gönderiyoruz..
-Suriyede esed denilen o şahıs sonrası Türkiyenin hakim olmayacağı bir
yapının oraya sürülmesi sonucu BU SAVAŞ PATLAK VERECEK.abd,kürdistan
denilen hayalinden ,İsrail arzı mevud denilen olaydan vazgeçmezse bu
savaşın olacağı hükme bağlanacak.Orada ne olursa olsun Türkiyenin
hükümran olduğu mısırdaki gibi bir yapı şart.Abd şunu bilmeli.Okyanus
ötesinden gelip de burada suriye denilen bir devleti kurma görevi onun
işi değil.Kim oyuna getiriyor abd yi.Eyaletleri sürekli iflas
ediyor.Gidişatı hiç de iyi değil.Kasım seçimleriyle tüm savaş unsurları
kullandırılacak abdye.abdnin savaş makinalarıyla ülkeler yerle bir
edilirken,abd de yerle bir edilecek.Böylece İsrail denen siyonist
yapı,bir taş da çok fazla kuş vurmuş olacak.Türkiyenin olağanüstü çalışma
dönemidir bu dönem.Gerisi Allaha kalmıştır derviş!Manevi levhalara
yazılmıştır.En güçlü manevi erenler bizdedir ve çıkacaktır.Osmanlıda
bizim içimizde ekmek verdiğimiz torunlar,bugün kalkmış bize kafa
tutuyor.Türkiyenin korkacak hiçbir şeyi kalmamıştır.Tüm Ortadoğu ve
Kafkaslara hakim olmak için tam vaktidir.
Hocaefendi:-Hakanım.Sana ,vakti gelince 300 bin yetişmiş ve gözü pek ordu
verilecek.Bu saatten sonrada hiç bırakılmayacaksın.Gözümüz hep üzerinde
gönlümüz hep senledir.Resülullahı unutma!’’dedi.
Ardından bana bir bardak su uzattı.Suda hafif pembelik vardı.içtim
.İçtikten sonra kafam dönmeye başladı.Kendimi askeri bir helikopterin
içinde uçarken buldum.Karşımda bir asker duruyordu.O hemen kendine çeki
düzen verdi ve:Komutanım bu suyu içmeniz söylendi diyerek bana bir pet
şişe su verdi.Galiba içine girdiğim yapının ,şuan görülmesini
istememişlerdi.Ne olur ne olmaz diye.Çünkü eğer görseydim,beni bulan
birisi akıl okuma yöntemiyle oranın resmini çıkarabilirdi.Böyle daha
iyiydi.Hiç bir fikrim yoktu.Gördüğüm tek şey o kapı üzerindeki mim harfi
ve girişteki ışıklarla süslü elif dergahı yazılı oymaydı.Kendi kendime
çok az bir süren var hakan!dedim.Bana nasıl yardım edilecekti acaba.En
azından benim kendi kafamda oluşturduğum bir yapı mevcuttu.ORDUMUZDA
ASLA,İSRAİLDEKİ AĞLAMA DUVARINA GİDİP İBADET EDEN BİR GENERAL
BULUNMAMALI!eğer büyük bir savaş olursa,bu ,arkadan hançerlenmem anlamına
gelebilir.ancak elimden geldiği kadar da barış için uğraşmalıyım.BARIŞ
İÇİN UĞRAŞMANIN EN ETKİLİ YOLU,SAVAŞ İÇİN UĞRAŞANLARI,NİFAK SEBEBLERİNİ,3
KAHİN TEŞKİLATINI YOK ETMEK…
BÖLÜM-3-
‘’Helikopter içinde yarı sarhoş bir vaziyette üsse gelmiştim.Aşağı
indikten sonra önce bir genleştim.Hala böyle şeylerin olduğuna
inanamıyordum.Hala rüyada olduğumu düşünüyordum.Odama giderken aklıma
arkadaşım Mehmet Aktürkün yanımda olmadığı geldi.Beni oraya gözlerimi
bağlatıp ,bana sürpriz yapacağını söyleyerek götürmüştü ama benim için
sürpriz değil bir şok olmuştu bu.
Odama girer girmez yanımda benimle gelen ,tanımadığım genç asker, bir
isteğim olup olmadığını sordu.Ben olmadığını söyledim.Ardından üssün
personel için olan bölümünde olacağını bir isteğim olduğu zaman kendisini
çağırabileceğimi söyledi ve komut verip gitti.Bu askerde nerden çıkmıştı
böyle?Anlam veremediğim olayların içine istemeden mi sürükleniyordum
yoksa?Hep kendime,kontrolün bende olduğuna dair güvensem de ,içimde
,artık kontrolün benden çıktığına dair acayip bir his olduğunu
sezinliyordum.
-Hemen üzerimdekileri çıkardım.Geçtim koltuğuma oturdum.Ayaklarımı
masamın üzerine uzattım .Tam o sırada penceremden bakarken bir f16’nın
indiğini gördüm.Ellerimi saçlarıma götürdüm ve saçlarımı sağa sola
kıvırmaya başladım.Tavana baktım uzunca bir müddet.Bedenimin içindeki şey
her neyse artık ruh mu enerji mi çıkmak istiyordu tam yüreğimin orta
yerinden.Bu enerji,bu heyecan,bu sıkıntı,bu
kararsızlık,kontrolsüzlük…Derken dikkat etmediğim bir şey olduğunu gördüm
masamın üzerinde.Bordo renkli bir zarf…zarfın ağzı ay yıldızlı balmumu
gibi kırmızı bir şeyle kapatılmıştı.Elimle zarfa zarar vermeden zarfı
açtım.Çok heyecanlandım birden.Olaylar durdurak bilmeyecek galiba
dedim.Zarfın arkasında ve önünde başka hiçbir şey yoktu.İçinden tek
yapraklık kağıdı çıkardım ve bana mısın demeden okumaya başladım.Şunlar
yazıyordu:
‘’P’’TİM KOMUTANINDAN…Saygılar Hakan BEY!Bundan sonra size,belli bir
vakte kadar eğitimimiz bu şekilde verilecek.Elektronik yok…Bizim
görevlendirdiğimiz askerimiz odanıza bırakacak ve gidecek.Odanız kapalı
da olsa biz açıp koyacak ve tekrar kapatacağız.Eğitim sonunda yine farklı
bir şekilde sizi yanımıza getireceğiz.Bu kısa açıklamadan sonra hemen
başlamak istiyorum.
Bundan bir yıl önce ,ekibimizin 114 OLAY 114 ÇÖZÜM adlı
kitabını,internete bilinçli olarak verip,düşmanlarımıza ,yaptığınız ve
yapacağınız her hamleyi biliyoruz!Yaparsanız karşılığında olacakları ,ve
ödeyeceğiniz bedelleri hesap ederek işe koyulun mesajını vermek
istedik.Tabi bu kitabın sadece bir kısmını sızdırarak da halkımızdan çoğu
insanın da hazırlanmasını sağladık.Başımızdaki manevi erenle 2002 de
kurduk bu timi.Ne yazıyordu bu kitabın verdiğimiz bölümlerinde:-Tüm
ortadoğunun karıştırılma sebebinin meselenin suriye getirilmesi için
yapıldığı,birden suriyeye karşı bir şey yapılacak olsaydı bayağı dikkat
çekeceği…-Meselenin suriyeye getirilme sebebinin ise Türkiyeyi zor
durumda bırakmak olacağı ve suriyeye abnin uçak gemisinin tüm bu
sebebleri bahane ederek geleceği…-Suriye meselesi bittikten sonra
güneydoğuda karışıklık çıkarılacağı ve bu yoğun karışıklıklara sert önlem
alan Türk devletinin batı ve İsrail basınında TÜRKLER KÜRTLERİ
KATLEDİYOR!şeklinde verileceği…-İsyancı ve pkklıların katledilmesine
rağmen ,batı ve israilin Kürtler katlediliyor diyerek isyancılara yoğun
silah yardımı yapacağı…-Belli bir zaman aralığından sonra Ağrıdan Adanaya
kadar bir yay çizilip buralara 960 bin askerin gireceği…-Erzurumun
direnmesine rağmen oraya yardım edilemeyeceği…-bdp denilen partililerin
her yerde provakasyona yardım edecekleri,güneyde 150 karakolun aynı anda
basılacağı…-uçaklarla füzelerle atom bombalarıyla deprem silahları ve
biolojik silahlarla çok yönlü bir saldırıya maruz kalacağımızı,İsrail
askerlerinin öldürdükleri Türk komutanları ve tacizlerini medya ve
internete verip psikolojik savaşı en üst düzeye çıkaracakları…-Başbakanı
kaçırıp,cumhurbaşkanını yok edeceklerini…-İstanbul dışında her yeri
harabeye çevireceklerini,istanbulda ise:
-YENİLMEZ DENİLEN TÜRKLERİ YENDİK.ŞİMDİ DE DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE ÖZEL
HAZIRLANMIŞ FÜZEMİZLE ŞEYTANIN YUVASI KABEYİ vuracağız
diyeceklerini…-Ulukışla denilen yerde Türk ordusunun tarih yazıp 250 bin
askeri yok edeceğini…-bu sürece gidilirken içerdeki muhalefetin ihanetini
ve kurumlarımıza sızmış olanların hainliklerini…Ve daha bir çok şeyi
yazdık.Bu olayları verdik ama tabiki çözümlerini vermedik.Her şey bizim
istediğimiz gibi gidiyor.Türk devleti bushun devrilmesinde önemli bir rol
oynadı.Obamaya da destek çıkıyor ve çıkmalı da zaten.GERÇEK İNCİL her an
piyasaya çıkarılabilir.Abd ile Türkiyeyi savaştırma senaryosu her safhada
devam etsede sürekli oyunlar bozulmakta…Bizim verdiklerimizin bir
kısmının onlar tarafından da görülmesi,içlerine düştükleri oyunu
anlamalarına neden oldu.ama tabiki bu yetmeyecektir.Şuan aynı oyunu
suriye üzerinden yine abdyi kullanarak yapmaya çalışsalar da başarılı
olamayacaklar.Bilmen gereken şey şu:Türkiyede her ne zaman bir yazar yada
bakan mason locaları dosyasını açsa,diğer gün şehit haberleri
geliyor.ardından gündem değişiyor.İstihbarat açığından komutan hatasından
vs vs vs bahsediliyor.Kimse içimizdeki hainlerin pkk sızmalarında ne
kadar etkiye sahip olabileceğini sorgulamıyor.Bu localar koca bir devleti
yıktı.Koca bir hakanı devirdi.90 bin askeri kurşun atmadan yok ettiren
komutanlarını tarihe kahraman olarak geçirdi.
-Atatürkü zehirledi ,sirozdan öldü diye beyinlere kazıdı.Bush
devrilmeseydi bizim manevi liderimizin yazdıkları adım adım
gerçekleşecekti.ABDnin içindeki lobiler sebebiyle gerçekleşme ihtimali
yada sinsice gerçekleşme ihtimali halen mevcut.Basına bak!hep ölen
şehitlerimizi veriyor.zayiata uğrayan ve Türkiyeyi karıştırmak için gelen
pkklılardan hiç bahsetmediği gibi bahsederken de ‘’ASLINDA ÖLDÜRME YOK
HEPSİ YALAN DİYE BAHSEDİYOR.’’işte bu,zaten bizim manevi liderimizin
önceden haber verdiği iç hainler grubunun yapacağı konulara
giriyor.Timimizden özel bir komutan sinirli ve eli kanlı bir şekilde
geldi Şemdinli dağından.Anlaşılan o ki tek başına 8 tanesini
öldürmüş.ancak sinirinin sebebi tabiki öldürme değil.Sorduğumda verdiği
cevap dikkat çekici
:KOMUTANIM!DÖRDÜ İSRAİLLİ,ÜÇÜ ERMENİ ve birisi de Suriyeli!Görüyorsun
değil mi manzarayı hakan BEY!Peki devletimiz bunu bağıra bağıra neden
söylemiyor?Neden bunun reklamını yapamıyor?Neden bdplilerin ,muhalefet
olarak görülen partilerin,medyadan bir grubun,özellikle mason localarının
bu işe katkısı ortadayken bu şer odaklarını tüm halka açıklamıyor.On gün
boyunca durmadan…Siz açıklamazsanız onlar tabiki kürt kardeşlerimizi
kullanacaklardır.İÇİMİZDE DIŞ MİHRAKLARA YARDIM EDEN HAİNLER OLMADIKÇA
DÜŞMAN BU ÜLKEDE KAOS ÇIKARAMAZ.
Biz o kitapta Atatürkün chpsi olduğunu savunan partininde 21 aralığa
yakın dönemde başka devletlere hizmet için kaos yanlısı olacağını
söylemiştik.Her şeyi daha net görüyorsun değil mi ?Ancak benim sana
söyleyeceğim tüm bunlardan farklı…asıl konumuz bu değil.Yalnızca giriş
yaptım.Asıl konumuz sana verilecek olan Tabuttadır.
ONDA GERÇEK İNCİL,MUSANIN ASASI,SÜLEYMANIN KİTABI,DAVUDUN GERÇEK MÜHRÜ
var.Bir de vakti gelince giyeceğin hırka!Senin yetkin üst seviye
artırıldı.unutma!bizden haberin yok.Tüm akdeniz ve güneydoğu bölgesini
özel harekat ve bordo üssü yapacaksın.Tüm kurumlardaki teknolojik
seviyeyi hızlandırıp artıracaksın.Bizim iran –suriyedeki yeni oluşum ve
ırakla barış içinde gelişecek durumumuzu İsrail hiç istemeyecektir.Durum
böyle olduğunda abd yi bile dinlemeden irana saldırıp,iranın da bizim
içimizdeki füze kalkanını vurmasıyla bizi de zorla işin içine sokmaya
çalışacaktır.Olur da füze kalkanımız vurulursa Türkiye buna kesinlikle
karşılık vermemelidir.Unutma! en zor ve en son ana kadar biz bu şekilde
haberleşeceğiz.Komuta sen de olacak.Olurda olacakları önlersek Türkiye bu
coğrafyada çok büyük bir güç olarak barışı da ikame eden bir güç
olacaktır.N e rusyayla ne iranla aramız kötü olmayacak.
KABENİN BİLE YÖNETİMİNİ TEKRAR DEVRALACAKTIR.olurda İsrail de halk,
yönetimi değiştirmek için ayaklanırsa,bu durumda israilin Osmanlıdaki
Yahudiler gibi içimizde barış içinde yaşamaması için hiçbir neden
yoktur.Bu zor ihtimal dahi söz konusudur.Manevi liderimiz tüm ırakın ve
suriyenin Türkiye merkezli yönetileceğini ,ancak bunun fitne örgütüne
darbeler indirerek olacağını söylemektedir.ALLAH YEGANE HAKİM OLANDIR!P
TİMİ KOMUTANI…
En az 15 dakika kımıldamadan,felçli gibi kalakalmıştım.Benim daha önceden
bildiğim gayb yani Her şeyi Allah tealanın bileceği hususu ne
olacaktı?Biri benimle kafa mı buluyordu?Artık kendi başıma da araştırma
yapmalıydım.Denilen her şeyin harfi harfine doğru olabilecği ihtimali
yanında,ya birisi beni kötü bir gruba alıyorsa diye düşünmeye başladım.YO
YO YO YO….bu mümkün olamaz!dedim kendi kendime.Hocaefndi,arkadaşım Mehmet
AKTÜRK,bu olanlar…Bu zarf benim için ilk denemeydi.Ya kendi üssüme bunu
bildirecektim,ki o zaman güvenilmez olurdum,ya da bu sır böyle bir yere
kadar devam edecekti.İyi de niye ben?Ben olmak istemiyorum!Ben olmak
istemiyorum!
DEVAM EDECEK !
HİTLER'İ HANGİ TÜRK ÖRGÜTÜ İKTİDARA GETİRDİ?
AYTUNÇ ALTINDAL İLE HİTLER VE DİĞER RİTÜEL İNANIŞLAR RÖPORTAJI
Aytunç Altındal kimdir?
1945 yılında İstanbul’da doğdu. Bugüne kadar 16’i telif 11’içeviri 27 kitabı, 400’den fazla da makalesi yurtiçi ve yurtdışında yayınlandı. 1977 senesinden itibaren ise Fransa Sorbon Üniversitesi Fransızca Eğitim bölümünde tahsil gördü. 1983’de İsviçre’de Modus Vivendi Kültür Merkezi’ni kurarak 10 yıl yönetti. 1989 yılında Rusya’da Kültür Danışmanlığı görevini yaptı. 1993’te Uluslararası Avrupa Düşünce Çalışmaları Topluluğu Bilimsel Kuruluna üye oldu. 1995’te merkezi New York’ta bulunan Carnagie Cuncil on Ethics and International Affairs örgütüne davet edilen, ilk ve tek Türk Konuşmacı oldu. Aynı sene, New York’ta Birleşmiş Milletler bağlantılı İnsan Yaşamından Sorumlu Ruhani ve Siyasi Liderler Global Forumu’nda Uluslararası Danışman üyesi oldu. Ünlü Fizikçi Isaac Newton’un bugüne kadar hiç bilinmeyen bir kitabını da yayınlayan Altındal, Uğur Mumcu’nun “Sakıncasız” adlı eserinin de yapımcılığını üstlendi.
Sizin ilgi alanınız, araştırmalarınız çok ilgi çekici, dikkat çekici. Herkesin çaktırmadan, bir şekilde ilgilendiği ama genelde bunu sakladığı konular. Biz sizinle konuşmaya Aryanlardan mı başlasak?
-Gizli örgütlerden başlayalım değil mi? Gizli örgüt diyorum, komplo teorisi anlaşılıyor, öyle anlaşılmasında da fayda var. Gizli örgüt derken kastedilen gizlilik ne demek asıl bunu bilmek lazım. Demek ki bir örgütlenme var ama gizlenmesi gerekli. Bu örgütlenmeleri ikiye ayırmak gerekir; bir secret societies (gizli topluluklar) var bir de ocult societies (gizlici/okült topluluklar) var. Gizli topluluk dediğimizde akla ilk gelen Masonlar ama okült dediğimiz zaman anlatılan daha farklı. O da gizli demek fakat anlatılan başka bir husus. Nedir o? Daima baskı yapan bir güç bulunuyor. O güç, senin yaptığın çalışma. Senin yaptığın çalışmayı kendisine aykırı karşı olarak kabul eden bir baskı unsuru var. Dolayısıyla sen yaptığın çalışmaları gizlemek zorunda kalıyorsun ve onlara bir takım şifreler veriyorsun, bir takım sembollerle anlatıyorsun. Yani bir takım kodlamaların dışına çıkıp onları sadece senin üyelerinin anlayabileceği bir iletişim şekliyle anlatıyorsun. Bu mecburen oluyor çünkü ortada ciddi bir baskı unsuru var. Bu devlet olabilir, bir dini kurum olabilir, askeri kurum olabilir, bir sosyal kurum olabilir. Sonuçta, ortada baskı yapan bir unsur var ve diyor ki “Senin yaptığın çalışmalardan hoşnut değilim, bunları kendime karşı tehdit olarak algılıyorum. Senin amacın beni yok etmek, dolayısıyla sen beni yok etmeden ben seni yok edeceğim.”
İktidar meselesine dönüşüyor yani?
İktidarın değişik bir şekli bu. Sadece iktidarın al ver meselesi de değil, “Ben, senin varlığına karşıyım. Seni ‘var’ kabul etmiyorum, yani sen yeryüzünde, kozmosta var olmamalısın” diyor. Okült topluluk dediğimizde arşimizm, hermetizm ile bağlantılı ezoterik çalışmalar yapılıyor. Bunu kendilerine tehdit gören kurumlar okültlerin çalışmalarına batıl diyorlar. Aslında kullanılan kelimeler aynı fakat o kelimeye yüklenmiş olan anlamlar farklı. Farklı olduğu için de ben, senin varlığını kabul etmiyorum. Bir de gizli topluluklar var. Kuruluşları itibarı ile yapılanmaları daha çok menfaat üzerine kurulu, bir araştırma yok. Bir şey yapıyor gözüküyoruz ve diyoruz ki “Bizim elimizde çok büyük bir sır var ve bunu kimseye söylemeyiz.” Ve en gizli sır, aslında hiç var olmayan sırdır. Demek ki bir tanesi okült ve gizli bilimlerle uğraşan insanlar ki bunların kimi filozof, kimi kimyager, kimi doktor vesaireymiş geçmişte. Paracelsus mesela, gelmiş geçmiş en ünlü okültistlerden, arşimistlerden biri. Daha 16.yy’de kan bilimi kurmuş, kan ile ilgili araştırmalar yapmış. Günümüzde kan biliminde yeni bir buluş yapana Paracelsus madalyası veriliyor. Ama Paracelsus’un adının anılması 1540’dan 1992’ye kadar yasaktı.
1992’de ne oldu da değişti?
1970'li yıllardan itibaren Paracelsus’la ilgili çok fazla yayın yapıldı. Bunlar da yasağın kalkmasına yardım etti.
İade-i itibar oldu yani.
Aynen öyle. Mesela Agrippa, mesela Picco Della Mirandola... Bunların hepsi dev adamlar ama kilise onları yasaklamış yani aforoz edilmişler. Çok önemli bir başka adam daha var ama üstündeki aforoz 2012 senesinde bile devam ediyor. O da Martin Luther. Martin Luther’in adını anmak da yasak. 1512’den itibaren kiliseye eleştiriler getirmiş ve kilise aforoz etmiş. Aforoz ne demek?
Ölemez, gömülemez, evlenemez... Sosyal hayatta var olamaz yani.
Bazı hayat kanalları, bazı kişilerin daha zeki olmalarını getirmiş. Tabiatın yaptığı bir iş. Yani mavi kanlılık-asalet-soyluluk, zeka ile bağlantılı bir şey. Beyaz olmaya bağlı değil.
Tavan yaptığı dönem 1415, çalışmalarının bastırılması. 16. yy ve gerçekte 17. yy’ı çok etkileyen ve sonrasında günümüz dünyasını da şekillendiren 30 Yıl Savaşları var. 30 Yıl Savaşları Avrupa’da 1618-1648’de yaşandı. Aryanlara da buradan gireceğiz. Otuz Yıl Savaşları’nın sonu sırasında yaklaşık yirmi milyon Alman Protestan öldürüldü. Öldürenlerin başında tabii Katolik Kilisesi var. Kilise, insanları Katolik ordulara kestirdi. Sefalet o boyuttaydı ki Almanya’da meşhur Heiderberg’de çengellerde asılı insan butları satılıyordu. Açlıktan kırılıyorlar, sefalet, perişanlık... Ardından 1648’de bugün dünyaya yön veren Vestfalya Antlaşması imzalandı. Vestfalya Antlaşması’nın 14. maddesinde diyor ki; bundan sonra Avrupa’da seküler değerlere göre yasalar yürüyecek diyor. Bu arada kaldırdığı bir başka önemli yasa var; 'Sizin dininiz, sizin yönettiğiniz topraklarda geçerlidir.' O zamana kadar durum şöyleydi; ben Katolik bir prenssem, bana bağlı olan herkes Katolik olmak zorunda. Protestan olduğu takdirde onu öldürme hakkım vardı. 1648’de dediler ki artık adamın Katolik olmak mecburiyeti yok, fakat “Ben, Protestan olacağım” diyorsa pılısını pırtısını toplayıp Protestan bir yere gitmesi lazım. Dolayısıyla Avrupa’da müthiş bir iç göç yaşandı. Ortadan kalkan ikinci, çok daha önemli ve sizleri de ilgilendiren bir şey, o zamana kadar Katolik Kilisesi’nin sinyorlara tanıdığı bir hak vardı, bu hakkın ismi 'jus primae noctis' yani ilk gece hakkı. Ben bir prensim, benim prensliğim içindeki köylerde yer alan kızların bekareti benim. Evlenecek olsalar da önce benimle veya benim seçeceğim bir şövalye veya papaz ile yatmak durumunda, daha sonra müstakbel kocası ile evlenebilir. Bu sebepten ilk doğan çocukların isimleri genellikle John olur ve onlar hep papaz olurlar. Kocaları ancak ikinci çocuğun kendilerinden olduğundan emin olabilirmiş. John isminin seçilmesinin sebebi Protestanlar... Jus primae noctis de kalktı Vestfalya ile beraber. İşte bu dönemden sonra bir yandan gizli topluluklar, bir yandan da Avrupa’dan kaçan bazı bilim adamları İngiltere’de masonluğu başlattı. Tüm bunların arasında Türkiye’de de daha 15. yy’den gelen Rosi Cross var, Gül ve Haç... 1912-14’e kadar burada, İstanbul ve İzmir’deydi en son Rosi Cross merkezi.
Gizli toplulukların varlığı biliniyor, tanınıyor, var olmasında hiç bir sorun yok ama okült toplulukların var olması bir tehlike mi?
Evet, ama gizli topluluklar de bulundukları çember veya koydukları kurallar çerçevesinde var. Onu geçtiği zaman o da yok. Bizim esas vurgu yapmamız gereken yer şöyle, okültte bilimsel araştırma var, bir üretim var. Gizli topluluklar ise bir menfaat teşkilatı gibi. Tarihte yaklaşık 1200 kadar gizli topluluklar var ama çok az okült topluluk var. Bir inanç var, bir de iman var. Bu okültistler inançlı kişiler ama imanlı değiller. Kitabım ‘Bir Türk Casusunun Mektupları’nda aradaki temel farkları görürsünüz. Bir de iman var, imancılar da dinciler oluyor.
Sorgulayıp araştıranlar ve sorgulamadan alanlar.
Evet, bu dogma yani iman. Bir örnekle açıklayalım: İsa, bakireden doğdu diyelim, evet veya hayır. Diyorsan ki “Çocuk bakireden nasıl doğar, olur mu böyle bir iş?” Karşındaki, günümüzde tabanca, o zaman da kılıcı koyuyor masaya ve sen kabul etmek zorunda kalıyorsun. İşte bu iman, sorgulamadan kabul etmek. Ama inançta öyle değil. Olabilir de olamaz da. Kuşku var. Okültiste kuşku var.
Bu kuşku zaten okültisin varoluşunu tehdit haline getiriyor.
Kuşku olmadan bilim yapamıyorsun tabii. Ama bu insan da inançlı, sadece “Bende iman yok.” diyor. İman sahipleri ise akla karşı, din dediğimiz olayın kendisi irrasyoneldir. Yani akla ihtiyacı yoktur. Dinde sen kalkıp da “Bu iş benim aklıma uydu, uymadı” diyemezsin. Denileni ya kabul edersin ya da etmezsin. Etmezsen sonuçlarına katlanırsın. Okültte kuşku olacak, şimdi size bir deney yapayım (havadan çakmağı masaya bırakır ve sorar) Ne oldu?
Düştü.
Düşmek fiilini görüyor musun? Bir cisim uzayda hareket ediyor. Şimdi sen buna diyorsun ki “Yerçekimi olduğu için bu düştü” Ben de “Hayır, atmosfer bunu aşağı itti” diyorum. İşte bu kuşkudan yola çıkıyorum ve bunlar görünmeyen ile uğraşıyorlar, göze görünmeyenle. Size başka bir deney. (Çakmağı gösterir) Burada öyle bir olay var ki, o yoksa bu çakmak da yok. Göze gözükmüyor, insanın tasarımı ve emeği var. Dikkat, insanın kendisi yok, emeği var. Mesele bu, görünmeyen bu işte. Bu görünmeyen ile uğraştığın takdirde sana komplo teorisyeni de derler, okültist de derler, başın da yanar. Bu görünmeyen ile uğraşmaya okültizm deniyor. Gizli toplulukların ‘görünmeyen’leri siyasi manipülasyondur. Okült toplulukların ‘görünmeyen’leri olayların ardındaki görünmeyendir. 1648’deki Vestfalya Antlaşması’ndan itibaren kurulan topluluklar arasında tabii ki Aryanlar var. Eskiden Tötonlar var. Onlardan itibaren gelen Almanlar var. Almanlar Avrupa’nın en vahşi kabilesidir. Marks ve Engels’in anlattıklarına göre, 11. yy’de hala kanibalizmle yaşayan topluluklar yani hala yamyam olarak insan eti yiyorlar. Avrupa’nın en geç medeniyete giren toplumu, medeniyetten kastımız Hristiyanlık. Meşhur 1. Haçlı Seferi sırasında, Almanlar Hristiyanlığa geçeli daha 60 sene olmuştu. Almanlar Kudüs’e girdiği zaman, açlıktan kırıldılar ve kilise onlara dedi ki “Yahudi eti haramdır, yenmez. Müslümanlar temizdir, onların çocuklarını ve karılarını yiyebilirsiniz.” ve oturup yediler. Bunların hepsinin çıkışı Aryanlar olarak biliniyor. Tapınak Şövalyeleri dediğimiz grubun 1200’lerde etkili olmasıyla beraber başlayan unsurlar.
Tapınak Şövalyeleri gizli topluluğa mı giriyor burada?
Bazı hayat kanalları, bazı kişilerin daha zeki olmalarını getirmiş. Tabiatın yaptığı bir iş. Yani mavi kanlılık-asalet-soyluluk, zeka ile bağlantılı bir şey. Beyaz olmaya bağlı değil.
Tapınak Şövalyeleri gizli topluluk idi, Rosie Cross (Gül ve Haç) okült, Masonluk gizli topluluk. Böyle yüzlerce örgüt var ve tabii uluslararası bağlantıları da var. Kilisenin de bunlara karşı koydukları var. Mesela Gül ve Haç’a karşı Cizvitler var. Onlar da çok bilgililer kendi dinlerinde. “Benedictin”ler var, bugünkü papanın da dahil olduğu gruplar. Bizde ki Nurculuk oradan örnek alınmıştır, .
Peki Aryanlarla mavi kanın ilgisi nedir?
Mavi kan dediğimiz hadise asalet, soyluluk vs...
Orta Çağ’da asiller güneşe çıkmıyor, zaten beyaz tenliler, ciltlerinde damarları görünüyor bu yüzden mavi kan asaleti temsil eder gibi bir açıklama da var.
Irklar teorisi var, bunlar faşizan görüşler. Diyorlar ki Afrika ırkı çok yorgun bir ırk dolayısıyla herhangi bir yaratıcı faaliyette bulunmaları mümkün değil. Sarı ırk başka, kırmızı ırk başka, köylü desen zaten onun kapasitesi sınırlı. Peki bir tek ne kalıyor? Biz Avrupalıyız ya, kendimizi nasıl en üstün göstereceğiz? Biz beyaz ırklıyız, sarışın, mavi gözlü, bambaşka insanlarız ve ırk olarak da bütün medeniyet bizden sorulur çünkü biz ilerletiyoruz insanlığı. Bilim bizde, teknoloji bizde, sanat, güzellik... Mesela güzellikte de bir Orta Doğulu kadının güzelliği örnek değil. Onun (Avrupalı’nın) koyduğu kurallar. Bugün Türkiye’de bile erkekler hala 'Aaa sarışın kadın vay' diyor mesela, niye? Çünkü öyle bir şablon var ortada. Fiziksel güzelliği bile tekeline almışlar!
Beyaz tenin diğerlerine üstün gelmesi bir Avrupalı planı olarak görülebilir mi?
Tabii, sadece Avrupalıların uydurması. Plan değil hatta süblimasyon, yüceltme.
Ama bu durumun Hindistan’da da bir karşılığı var çok daha öncesinden gelen. Hindistan’daki kast sistemi binlerce yıl öncesine dayanıyor ve bu sistemde yukarı çıkıldıkça ten rengi açılıyor, ten rengi ne kadar açıksa o kadar üsttesin demek.
Ben bir şeyi empoze edeyim size, örneğin “Dört bacaklı olmak dünyanın en büyük değeridir.” Buna alışırsan ister Alaska’da, ister Meksika’da, ister Amazon’da böyle genel geçer bakış açın bu olur ama bir tek gerçek var. O gerçek fark da şu; insan kanında element olarak altın var. Bu altın miktarı ne kadar yüksekse mavi kan o kadar yukarıda demektir çünkü kandaki altın, zekayı yükseltiyor.
Platon’un dediği gibi...
Evet, demek ki kan ile bağlantılı bir olay bu. Kur’an’da da var “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” Bazı hayat kanalları, bazı kişilerin daha zeki olmalarını getirmiş. Tabiatın yaptığı bir iş. Yani mavi kanlılık-asalet-soyluluk, zeka ile bağlantılı bir şey. Beyaz olmaya bağlı değil. İsa mesela, onun adına kurulmuş bir din var, 2000 senedir sürmüş başka bir kurum yok. En güçlü ideoloji 70 sene. İşte Sovyetler Birliği, komünizm yetmiş senede çöktü. Demek ki ideolojik olursa yürümüyor ama spiritüel olursa yürüyor. Üç tane din var, Yahudilik üç bin sene, Hristiyanlık 2000 sene, İslamiyet yuvarlak diyelim 1450 sene. 1450 sene bir şeyi sürdürmek kolay mı? İnsanlar bir evliliği sürdüremiyorlar, nasıl oluyor da insanlar 1450 sene, 2000 sene, 3000 senedir bir kurumu sürdürmüş? Dolayısıyla mutlaka beyaz olacaksın ve beyaz olduğun zaman da büyük buluşlar yaparsın olayı hikaye. Buluşların çoğunu yapanlar beyaz tenli falan değildi. Demek ki kan ile bağlantılı. Yani kimin kanında altın elementi yüksekse zeka o kadar yüksek. Dolayısıyla o şahıs seçkin gruba giriyor. Mutlaka mavi gözlü, beyaz, sarışın olması gerekmiyor. Mavi kan derken kastedilen bu.
Bazı hayat kanalları, bazı kişilerin daha zeki olmalarını getirmiş. Tabiatın yaptığı bir iş. Yani mavi kanlılık-asalet-soyluluk, zeka ile bağlantılı bir şey. Beyaz olmaya bağlı değil.
Mesela tarihte diyorlar, onlar söylüyor bunu, on tane krallık var diyorlar. On krallıktan ikisi Türklere ait olan krallıklar; Avar ve Hun Krallıkları. Dünya bu on krallığın etrafında döner, dünyayı bunlar yönetir. Hala öyledir derler, çünkü 2000 senedir böyle bu.
Bu on krallık hangileri?
Burbonlar var, Franklar var, mesela Almanlar yok onların arasında, Süevler var, Gepitler var vs. Şimdi biz onları tanımıyoruz halbuki onlar var. Mesela desem ki sana Suevya Kralı Gondalus desem, “O kim?” dersin. Halbuki Avrupa’yı ilk defa coğrafi bölümlere sokmuş bir adam. Bir örnek,
Katalan neresi biliyor musun?
Katalunya Bölgesi, İspanya’nın doğusu, Fransa’nın güneyi.
Halbuki kim biliyor musun? Hattiler ve Alanların birleşmesi.
Hattiler dediğimiz Hititler mi?
Hitit, Eti. Eski Hititlerin babası sayılan Hattiler ile meşhur Alanlar.
Konuştukları dil Latince bir dil mi?
Gallik konuşuyorlar. Galya orası çünkü. Şimdi Katalan deyip geçiyoruz biz. Halbuki Alan soyu var, Alanlardan gelen bir damar ile Hititlerin babası olan Hattilerden gelen bir kolun İspanya’da birleşmesidir Katalan. Etki alanlarında bugün çok bilinen bir yer var, başkentleri, meşhur şampanyanın çıktığı yer; Champagne bölgesi. Orada 500 yıl yaşıyorlar ve sonra kendilerini tüketiyorlar.
Hitler ve mavi kana dönecek olursak...
Benim Hitler üzerine bir kitabım çıktı Türkiye’de “Bilinmeyen Hitler” diye. İngiltere’de “Behind the Mask of Hitler” (Hitler’in Maskesinin Ardında) diye çıktı o ve orada da burada da oldukça ilgi gördü.
-Mavi kanın tam olarak nerden geldiğini öğrenebilir miyiz?
-Mavi kan, Mısır’dan gelmektedir. Mısır’da başlayan bir gelenek.
-Hermetik gelenekle ilgisi var o zaman.
Bazı hayat kanalları, bazı kişilerin daha zeki olmalarını getirmiş. Tabiatın yaptığı bir iş. Yani mavi kanlılık-asalet-soyluluk, zeka ile bağlantılı bir şey. Beyaz olmaya bağlı değil.
Evet, hermetizm ile bağlantısı var dolayısıyla mavi kan diye bilinen hadise, zeka ile bağlantılı. Yani çok yüksek zeka düzeyine sahip olan kişiler mavi kanlıdır. Renk ve cinsiyet önemli değildir sadece altın elementinin yüksek olması lazım. Avrupa bunu kendine monopolize etmiş “Beyaz ırk, üstün ırktır” diyerek. İşin bu tarafı safsata. Dünyanın her köşesinde mavi kanlı insan olabilir. O kanın özelliklerinden biri çok yavaş akmasıdır, çok koyu olması. Bu mavi kanlı insanlar içinde de çok değişikler var, elitin eliti. Onlar da Cabiriler. Onların çok şaşıracağınız bir özelliği vardır, kan grupları periyodik olarak değişir.
Geometri de hayatın algılanışı için çok önemli. Mustafa Kemal’in de yazdığı bir geometri kitabı var. Geometri Plato’dan bu yana devlet yönetiminde çok etkili. Toplumların oluşturulmasında geometri belirleyici bir unsur olmuş katmanlar olarak. Şimdi Hitler olayına gelirsek, Hitler’in iş başına getirilişi bir gizli örgüt vesilesiyle olmuştur. Bu gizli örgütün kurulduğu yer burası, yani Teşvikiye’dir. Rudolf von Sebottendorff diye bir baron kuruyor.
Kitabınızda bahsettiğiniz Bektaşi değil mi?
Bektaşi ve mason. Herkes bu adamın 1945’te intihar ettiğini sanıyordu ama Türkiye’nin istihbarat teşkilatlarında ölümüyle ilgili dosyalar vardı. Hatta bu dosyalara ulaşabilmek için bir dönem başbakan danışmanlığı yaptım. Aslında 1957’ye kadar yaşamış bir adam ve tam bir Nazi, Nazi partisinin de kurucusu. Hitler’in partisinin esas kurucularından biri. O zaman Hitler yok orada. Baron Rudolf von Sebottendorff diye bir adam. Bu adamın hazırladığı bir program çerçevesinde yürümüş işler, sonra Hitler’le bozuşmuş, sonra da casus olmuş. Gerçekte kendisi öyle mavi kanlı baron da değil. Bir elektrik teknisyeniyken İstanbul’daki bir baron Alman aile evlatlık ediniyor, bu şekilde baron oluyor.
Hitler’in kendi 1.60 boyuna ve kahve rengi saçına, gözüne bakmadan, 2 metre boyunda, sarışın, mavi gözlü bir ırk yaratma çabasında olduğu, bunun için yer altı laboratuvarları kurduğu ve daha o zamanlarda genetik çalışmalar yaptığı söylenir. Hitler’in mavi kanın orijinlerini araştırmak için Orta Asya’ya da bir grup araştırmacı ekip gönderdiği söylenir.
Doğrudur ve bunu Mustafa Kemal de yapmıştır. O dönemde ortaya atılmış tezler var, bunlar teozofik görüşler diye bilinir. Kurucusu Madam Blavatsky isimli bir Rus hanım. Dediğine göre dünyayı yöneten bir takım bilgeler var. Bunlar Nepal’de, Tibet’te, gizli bir dağda yaşıyorlar. Yaşadıkları yerin ismi Şambala.
Şambala inanışı vardır, Şambala bileklikleri vardır. Biraz bahseder misiniz Şambala’dan?
Şambala, mavi kanlıların yaşadığı yer.
Şambala bilekliklerini takınca ne oluyor?
Hiçbir şey olmuyor, bir enerji artışı ama gerçek Şambala’da bileklikler yerine esas olan taşlar vardır ve bunlar kozmik taşlardır. Yani meteorlarla dünyaya düşen taşlar. Mesela granit yeryüzüne ait bir taş ama bir de rodonit var, o dışarıdan gelen bir taş. Kur’an’da Hadid Suresi var orada “Size demiri indirdik ölçümler yapabilesiniz diye” diyor. Demir de yeryüzünün ürettiği bir olay değil. Şambala’da esas olan bu kozmik taşların yaydığı enerjidir. İnsanda iki tür enerji vardır, biri yukarıdan aşağı iner öteki de yatay eksende olandır. Kadınlarda tam göğüs altında,
erkeklerde boyun hizasındadır. Bu yatay enerji eğer ayak bileklerine kadar düşerse şahısta her türlü bunalım, depresyon, intihar görülür. Taşlardan bazıları ki bunlar çizelgelerden çıkar, periyodiktir.
Madem dünyadan değil, dışarıdan geliyor bu taşların kaynağı sınırlı değil mi?
Sınırlı, şöyle sınırlı; bu taşların içinde insanlar için olabilen 99 tane var. Bu 99 taştan bir tanesi hayatının şu döneminde yatay enerjini yükseltmeye yarar. Sen o taşı alıyorsun, kullanıyorsun. Onun enerjisi sendeki enerjiyi yükseltiyor. Yükselttiği zaman görevini tamamlıyor ve o zaman taş kendi kendini kaybediyor, gidiyor senin elinden. Ya düşüyor, ya
çatlıyor, ya kayboluyor. Demek ki Şambala, taşların görünmeyen taraflarıyla ilgilenir. Bu taşın üzerinde görünmez bir güç var, bu taş iyi geliyor da şu taş iyi gelmiyor değil mi?
Hitler’in Orta Asya’daki araştırmaları da burayı bulmak için mi?
Bazı hayat kanalları, bazı kişilerin daha zeki olmalarını getirmiş. Tabiatın yaptığı bir iş. Yani mavi kanlılık-asalet-soyluluk, zeka ile bağlantılı bir şey. Beyaz olmaya bağlı değil.
Şambala’yı bulmak için. Hitler, Thule Örgütü’nün üyelerinden birini Japonya’da büyükelçi olarak atıyor. Onun verdiği bilgiler çerçevesinde Hitler’in yolladığı ekip Şambala’yı bulmaya gidiyor. Meşhur Swastika sembolü var Şambala’nın 3000 senelik sembolüdür aslında.
Yalnız bu, ters Şambala. Hitler’e sembolü ters çevirmesini söylüyorlar çünkü düzgün olan şekli “hayatın yeniden üretilmesi” demek. Biz ise, diyorlar, hayatı mahvetmek istiyoruz. Bu “destruction” (yıkım) Swastika’sı. Biz evvela yıkacağız ve yeni insanı yaratacağız diyorlar, “yeni insan.” Şambala, bizim geleneğimizde Mu Kıtası olarak var, Mustafa Kemal de burayı araştırmak için Hindistan ve Tibet’e üç kişilik bir heyet
yolluyor. Topladıkları bilgiler ve Mustafa Kemal’in yazdığı notlar Ankara’da Anıtkabir’de “Mu Notları” diye sergileniyor şu an, gidip orada görebilirsiniz.
Türklerde peki mavi kan var mı?
Türk dediğin?
Kırım Hanlığı mesela?
Kırım Hanlığı'nda bir şey yok ama gene Türkik olarak bilinen gruplarda var. Birçok insanın beğenmediği, vahşi ruhlu dediği Hunlarda var. Mavi kan, zekayla ve wisdom'la bağlantılı. Wisdom nedir?
Bilgelik.
Bilgelik, yani daha doğrusu hikmet. Dolayısıyla wisdom yani bilgeleşebilme özelliği Türkik soylarda var. En çok da şamanlarda, şamanizmde var. Şaman diye bir adam var kabilede, elinde hayvan derisinden bir def var, ona vuruyor. Bunun bilimsel açıklaması nasıl?
Defe vurduğunda titreşimler yayılıyor.
O tütreşimler dünyanın etrafını saran görünmez radyo dalgalarını titretiyor. Dolayısıyla defe vurduğu anda telefon gibi orayla bağlantı kuruyor. En yüksek oranda bağlantı kurabilenler şamanlar, en düşük Afrikalılar. Şamanlar arasında da gene Türkik gruplardan olan Yakut şamanları en yüksek oranda bağlantı kurabilenler.
Bulundukları coğrafyanın ilgisi var mı? Çünkü Asya'nın kuzeyindeler, manyetik kutba yakınlar.
Onlar kurabiliyor, Avrupa en düşük çünkü Avrupa dümdüz bir yer. Finlandiya'dan bir taş yuvarlasan Alplere kadar hiçbir şey olmadan gelir.
Londra’nın bu elektromanyetik dalgaların kesişiminde ciddi bir yeri olduğu söylenir?
Esas büyük kesişme İstanbul'un. İstanbul çok esrarengiz bir şehir.
Sadece stratejik başkent değil o zaman?
Çok değişik bir yer. Boğaz'ın yukarıda yansıması var enteresan bir şekilde, dolayısıyla İstanbul çok enteresan bir yerdir. İstanbul'da bazı bölgeler, bazı yerler vardır, oralardaki enerjiler çok değişiktir. İki tane örnek söyleyeyim size, Yerebatan Sarayı. Hala duruyor, sarnıç. Yarısı kapalıydı eskiden, duvar zannederdi herkes halbuki karton plakla kapanmıştı. 1950'lerde bile Druidler gelir ritüeller yaparlardı o kısımda. O gün kapalı olurdu orası. Druidler çok önemli bir topluluktur ve başı İngiltere Kraliçesi’dir.
Günümüzde hala aynı mı?
Bazı hayat kanalları, bazı kişilerin daha zeki olmalarını getirmiş. Tabiatın yaptığı bir iş. Yani mavi kanlılık-asalet-soyluluk, zeka ile bağlantılı bir şey. Beyaz olmaya bağlı değil.
Tabii tabii, geleneksel olarak o şeftir.
İngiltere Kraliçesi geliyor mu peki?
Geldi tabii. Druidler çok önemli bir grup. Bunları okumanız ya da görmeniz gereken bir kitap, Frazer diye biri var onun kitabı "Golden Bough" yani altın dal. Benim soyadım da oradan gelir. Bu altın dal, Druidlerin en üst sembolüdür. Bu ökse otu, elit olmayı sembolize eden bir bitkidir. Ayrıca sarnıçta, Medusa başı sütunları vardır. Biri ters, biri yan durur çünkü orada bir "şeytani güç" olduğu hissedilmiş ve Medusa'yı oraya ters olarak koymuşlar.
Enerjiyi ters çevirmek için?
O sütuna üstün çıplak olarak sarıldığın zaman titremeye başlardın. Soğuktan değil, oradan gelen enerjiden dolayı. Şimdi onun etrafını çevirdiler ki kimse girmesin.
Ama gidip dokunabiliyorsunuz, açık hala.
Dokunursun, o değil. Eskiden suya girip sarılabiliyordun. Şimdi etrafına parmaklık koymuşlar. Mesela bir Yuşa Tepesi var Beykoz'da, bir de Karaköy'de Yeraltı Cami. Camiye aşağı doğru iniyorsun, Tespih Cami diye de bilinir.
Cami olması için mi yapılmış yoksa başka bir şey de sıkıntı olmasın diye cami görünümü mü verilmiş?
Kilise olarak yapılmış, bir ayazma sonra camiye çevrilmiş. Bir tane daha vardı İstanbul'da, Tahta Cami'ydi, tahtadan yapılmış bir cami. Tam
Karaköy'de meydanın oradaydı, onu yıktılar mahsustan, kaldırdılar. 7 tane böyle yer vardı İstanbul'da.
İstanbul'un Bizans zamanından kalma tılsımlı sütunları var. Onların da bu enerjinin yoğunlaştığı yerlere özellikle dikildiği söylenebilir mi?
Bunlar tılsımlı sütunlar değil, onlar şehir efsanesi. Mesela Yahya Efendi Türbesi var Beşiktaş'ta. Yahya Efendi'nin türbesine girdiğin zaman hiç bir ses duyamazsın dışarıdan halbuki arabalar geçiyor, büyük gürültü var ama orada ses kesiliyor. Bunlar özel, tabiatın enerjisinin yoğunlaştığı yerler.
Aryanlara dair en eski bulgular ne zamandan kalma?
En eski dedikleri öyle mühim bir şey değil, sadece 6. yy’den itibaren. Çok daha geride, çok daha güçlü gruplar gelmişler.
Şambala inanışıyla da bağlantılı olarak soracağım bunu, dünyada kendiliğinden olmayan ama uzaydan gelen taşlar varsa uzaydan gelen başka etkileşimler de olduğu ve bu gizli örgütlerin bunlarla bağlantısı olduğunu söylememiz yanlış olur mu?
Bazıları iddia ediyorlar. Gerçek olanlar hiç bir zaman söylemezler bunu.
Gerçekten gizli örgütün varlığını nereden bilebiliriz?
Hangisi? Okült mü?
Okült. Biz nereden bilebiliriz bu kadar gizlilerse?
Bazı hayat kanalları, bazı kişilerin daha zeki olmalarını getirmiş. Tabiatın yaptığı bir iş. Yani mavi kanlılık-asalet-soyluluk, zeka ile bağlantılı bir şey. Beyaz olmaya bağlı değil.
Seni seçerler.
Seçerler ama komplo teorisi deyip geçmek bile onların varlığından haberdar olup bahsetmek anlamına geliyor. Onun bir parçası olan zaten çıkıp da söylemez, olmayan nereden biliyor da konuşuyor?
Biz bilmiyoruz, bunlarla ilgili yayınlar var, zaman zaman öldürülmüş olmaları var. Tarihte bunların kaydı olduğu için "Aaa bunlar da varmış" diyoruz.
Çok bilinen sembollerden biraz bahsedelim.
Mesela Swastika çok bilinen bir sembol. Başka?
Beş yapraklı gül.
Rosy Cross'tan yani Gül ve Haç’tan beri olan bir sembol.
Tapınak Şövalyelerinde de var.
Hepsinde var. Gül kokusu itibariyle çekici bir sembol ama gülün 12 değişik anlamı vardır. Aynı zamanda Meryem Ana’dır.
12 de sembolizmde çok önemli bir sayı, bütünü sembolize eder. 12 burç...
12 burç yok 13 burç var. Kova burcu, 1. següney, 2. següney diye ikiye ayrılır. Şubat yani, 1. bölümde doğan kadınlar dünyanın en şehvetli, en manipülatif kadınlarıdır. 2. bölümde doğanlar sadece parayla ilgilidirler.
Erkekler?
Kovanın erkeği hiç bir işe yaramaz, Akrep'in erkeği de öyledir. Yengeç erkeği çok evcimendir, koruyucudur.
Bir de üçgen var. İlluminati ile anılıyor günümüzde. Ancak İlluminati meselesi “Filanca şarkıcı klibinde bacağını kıvırdı, üçgen oldu, aa bak İlluminati” gibi basit bir durum olmasa gerek?
Üçgen nedir? Bir geometrik form. O geometrik form da kadın ve erkeği sembolize ediyor dolayısıyla Janus'tur. Janus, çift yüzlü Roma tanrısıdır. Üçgen, aslında bir trinite yani teslistir. Tanrı var, ruh var, beden var. İslam dininde böyle değil, Budizm'de ikili, Tanrı yok, sadece ruh ve beden var. Dörtlü sistemler de var. Asıl olması gereken ise 5'li sistem. Beşli bir sistem, daha çok bilimsel olandır. Bir örnek verelim, madde var, hareket var, mekan var ve zaman var. Bu dört kategori Aristo'dan beri gelmektedir. 5. ne olabilir acaba? Mevcudiyet. Varoluş değil, mevcudiyet.
Mevcudiyet bunları bir arada tutan ve mümkün kılan mı?
Kolyenizdeki sembol ne mesela?
Fatma'nın eli deniyor.
Bazı hayat kanalları, bazı kişilerin daha zeki olmalarını getirmiş. Tabiatın yaptığı bir iş. Yani mavi kanlılık-asalet-soyluluk, zeka ile bağlantılı bir şey. Beyaz olmaya bağlı değil.
Bu elin ortasında bir göz var, ne demek o? Gözünün gördüğüne el ulaşmak istiyor. Dolayısıyladır ki en önemli iki unsur; bir, entelektüel çaba, göz, bilgilenme gözle başlıyor; diğeri de manuel, kol gücü. Bu ikisi olmadan insanoğlu olamaz. Burada size iki kavram yazacağım. Quidity, ne'lik hali. Bunun cevabı da hexeity, bu'luk hali. Ne'lik hali presence'ını soruyor, mev-cu-di-yet. Bu ise existence, var oluş. Yani onun hem bir presence'ı var, o görünmeyen. Biz hissediyoruz onu, Tanrı böyle bir şey. Bir de var oluş şekli var, yani bir ağaç görüyoruz. O da onun bu'luk hali. İşte bu varoluş ve mevcudiyet arasındaki bağlantı ve fark bütün kainatı ve hayatı yapan şeydir. İşte okültçüler presence ile ilgilenir yani olayın mevcudiyetiyle ilgilenir.
Bütüncül bir yaklaşım mı?
Bütün demeyelim, sadece mevcudiyet. Çünkü bütün dendiğinde bir de parça çıkar ortaya. Parçası yok. İşte bu meşhur şey vardı ya Tanrı parçacığı diye. Atom parçalanmasından ne buldular? Bir mevcudiyet hissettiler. Yani kuarkın içindeki beşinci unsur. Oysa 13. yy’de Hamadani diye bir adam demiş ki “Tanrı'nın kıvılcımı var ve onun sayesinde hepimiz varız.” O günün şartlarında adamın yapabildiği bu. Bugün sen parçacık diyorsun, 13. yy’de adam kıvılcım demiş.
Dünya üzerindeki mitolojiler ve dinlerin anlattığı hikayelerin birbirine ne kadar paralel olduğunu göz önüne alırsak hepsinin bir tane kökeni varmış, oradan insanların dağılmasıyla birlikte gittikleri coğrafyalara uydurmuşlar bunu diyebilir miyiz?
Öyle yanlış olur. Çünkü insanoğlunun bir özelliği var, her olaya bir başlangıç arıyor. İnsanın kafasında zaman diye bir kavram var halbuki mutlak zaman diye bir şey yoktur. Olan sadece olmayan bir zamanın mevcudiyeti, onun için denir ki Tanrı evvel ve ahirdir. Bu da Kaldelilerin 3000 yıl önce fark ettiği bir şey. Öyleyse mitler, efsaneler hepsi hikaye anlatıcılardan çıkmıştır, evvela hikaye anlatıcıları var. Onun sayesinde tarih algısı başlamıştır.
O zaman daha öncesine de gitmemiz lazım çünkü bilinen en eski hikaye Gılgamış Destanı’nda Kral Gılgamış’ın sonsuza dek yaşamak isteyen bir adam olduğunu düşünürsek zaman kavramı daha da eskiye gider.
Çünkü insanoğlunun özelliği ölümün bilincinde olması, hayvanların öyle değil. Dolayısıyla zaman konseptine sahip değiller.
Ölümle yaşam arasındaki birincil fark nefes alıp almamaksa, buna göre şekilleniyorsa spiritüel dünyayı algılayış, biraz nefesten bahseder misiniz?
Nefes demiyorlar ona da nefs, rua. Stoacıların 4 prensip kuralı var, diyorlar ki hava, su, toprak ve ateş olmadan hiçbir şey olmaz. Orada bir eksik var, 5. element dediğimiz şey yani mevcudiyeti kavramak lazım. Burada monoteist dinler öne geçiyorlar çünkü seni göze görünmez bir güce inandırıyor. Nefes dediğimiz hadise ise bildiğimiz nefes değil, kastettiğimiz şey rua. Rua, canlılık halidir. Hiç bitmeyen bir hal. Ben öldüğüm zaman bedenim değişiyor, vücudum canlılığını devam ettiriyor. Bu değişim hali de değişmeyen tek şey oluyor. Onun için “varoluş” diyoruz çünkü sabitlenemiyor.
TÜRKİYEYE TUZAK ! YAHUDİ CASUSU SUZY LİBERMAN- 2. BÖLÜM
18 Şubat 1912
Bugünün şafağı söküyor. Tarihî İstanbul Boğazı'na yaklaşıyoruz.
Karadeniz'den, Akdeniz'e geçmek üzereyiz. Saat dokuza doğru karalar gözükmeğe
başladı ve saat onda Boğaz'a girmek üzereyiz.
Karantina memurları bizi Boğaz'ın medhalinde karşıladı.
Gemi sarı bir bayrak çekmişti. Şimdi Ruslar'ın Çarıgrat dedikleri meşhur
Konstantînipolos'un tarihi sularındayız. Durmadan geçeceğiz. Gemi şehre
yaklaşırken herkes sağ tarafa üşüştü. Rabinoviç diyor ki:
"— Şu tepeyi görüyorsunuz. Orası aşılmaz, geçilmez bir kartal yuvası idi.
Orası Türk Padişahı Abdülhamîd'in oturduğu yerdi. Arz Mev'ud'da bize yer ve hak
tanımayan, ırkdaşlarımız bu sulardan geçerken onları memleketine kabul etmeyen,
mukaddes topraklara gitmemize izin vermeyen müstebid hükümdar. Onu kavmimiz
tahtından indirdi, intikamımızı aldı.
Tarihî şehri geride bıraktık, Marmara Denizi'nde sefer ediyoruz. Gemimiz
erzak ve su almak için ancak iki saat limanda durdu.
Geceyi Marmara Denizi'nde geçiriyoruz. Hava sâkinleşti. Geç vakit uykuya
daldık. Sabah olduğu zaman kendimizi sıcak denizde bulduk. Gemide yeknasak bir
hayat var. İştihamız fevkâlade, yiyip, içip neşe içinde vakit geçiriyoruz.
20 Şubat 1912
Beyrut limamndayız. Arkasını Lübnan dağlarına yaslamış olan bu şehrin
uzaktan manzarası çok güzel. Kimseyi şehre çıkarmadılar. Üç saat kadar limanda
kaldık ve akşam saat beşte hareketle cenuba doğru yol alıyoruz. Geçtiğimiz sahiller
çok tatlı. Karanlık basıncaya kadar etrafı seyrettik, yemek yedik ve yattık.
Rüyalarımızda hep büyük devletimizin hayalini, David saltanatım ve Salamon
ihtişamının yaldızlı günlerini düşündük.
Sanki koskoca bir denizde kaybolmuş gibiyiz. Gökyüzü ile denizden başka bir
şey göremiyoruz. İçimizden taşan heyecan dalgalan, sabırsızlık duvarlarına çarpa,
çarpa varlığımızı hırpaladı, geceyi zor geçidik ve sabahı dar ettik. Uykularımız
intizamını kaybetti.
22 Şubat 1912
46Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Şu, hayaliyle gençliğimizi doldurduğumuz, ruhlarımızla yaşattığımız Karmel
Bağları, ta uzaklardan bize kucak açmış, bizi bağrına basacak gibi olanca azamet ve
heybetiyle karşımıza dikildi. Bir çok hikâyelerini ve efsanelerini dinlediğimiz Karmel...
Yeruşalemî, Akdeniz'in mavi sularından kıskanıyor ve goyimlerin nazarlarından
saklıyor gibi deryalara perde çekmiş yüce dağlar!.. Gemi süratie Hayfa limanına
yaklaşıyor. Saat tam on iki... Hayfa limanındayız.
Gemi uzakta demir attı. Bize daha evvel Hayfa'ya çıkacağımızı söylemişlerdi.
Gemi içinde bir hareket yok. Karantina memuru geldi, gitti. Vapurda hafif dedikodular
başladı. Türkler bizi karaya çıkarmayacaklar. Yaşlılar ve aklı erenler diyor ki:
"— Ne münasebet; şimdi artık yahudi düşmanı Sultan Abdülhamid idare
başında değil... Uniyyon'e Progre (İttihat ve Terakki demek) partisi iş başında. Onlar
bize söz vermişler. Böyle kara düşüncelere kapılmağa lüzum yok."
Saat üçte, Vapura Hayfa hahamı riyasetinde bir heyet geldi, bizi selâmladılar
ve hepimize hediyeler getirdiler. Bol yiyecek de verdiler. Hayfa hahamı, gizlemeğe
muktedir olmadığı bir heyecanla ve yüksek bir sesle şunları söyledi:
Arz-ı Mev'ud'a hoş geldiniz! Atalar diyarındasınız. Birgün buraları yine
Davidin ve Salamonun göz kamaştırıcı ihtişamına kavuşacaktır. Sizler bu büyük
idealimizin müjdecileri ve öncülerisiniz. Yahova yardımcınız olsun!"
Sevinçten ağlayanlar, bayılanlar, vecd ve heyecan içinde kendinden geçenler!..
Ve derin bir ölüm sükûtu!.. Akşam nasıl oldu bilmiyoruz. Sahiller dindaş ve
ırkdaşlarımızla dolu!.. Akşam sekizde gemi demir aldı, ağır ağır cenuba doğru sü-
zülmeğe başladı. Kıyılardan çılgın sesler geliyor. Bir müddet sonra yine karanlıklara
gömüldük. Herkes güvertede. Gece geç vakitlere kadar vapurun muttarid sesi ve
denizin hafif dalgalı hışırtıları.
Şafak sökerken Yafa uzaktan, sislere bürünmüş, duvağını açmak istemeyen
nazlı bir gelin gibi yarı süzgün didarını göstermeğe başladı. Tam saat ikide liman
önündeyiz. Yafa oldukça büyük bir şehir!.. Kayıkçıları insanı hayrete düşürecek kadar
mesleklerinde maharet sahibi. Evvelâ ihtiyarlar ve çocuklar kayıklara bindirildi ve
sonra biz karaya çıktık. Yafa hahamı, yahudî cemaati ve Türk hükümetinin bir
mümessili, bizi karşılıyorlar. Yafa sanki bir mahşer yerine dönmüştü. Programlardan,
goyimlerden uzakta İsraii'n topraklarında, Arz-ı Mev'ud'dayız. Yerlere kapanıp
toprağı öpenler, birbirlerinin boyunlarına sarılıp öpüşenler, ağlaşanlar, sevinçten
çılgına dönmüş insanlar.
Acaba biz, hakikaten büyük İsrail Devleti'nin öncülerimiyiz? Bunu düşünmek
bile insanın aklını başından almağa kâfi!.. Kendimizi kaybetmiş, âdeta uyur gezer
insanlar gibiyiz. Kaba ve mutaassıb kendini beğenmiş Polonyalılarda, kaatil
Ruslar'dan şimdi artık uzaklardayız. Kendi topraklarımızdayız. David'in yaşadığı,
Salamon'un saltanat sürdüğü diyardayız. Demek ki; rüyalarımız hakikat oluyor.
Hepimiz karaya çıktığımız vakit, bizi Rocildler'imizin vekili Vavzman karşıladı.
Cümlemize:
"— Hoş geldiniz!.." dedi ve Almanca olarak şunları ilâve etti:
47Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"— Artık kendi evinizdesiniz. Irkımıza mahsus bir çalışkanlıkla buraları imar
edip cennete çevireceksiniz. Size her türlü yardım yapılacaktır. Buraları ecdadımıza
lâyık bir ümran ve medeniyete kavuşacaktır!"
* * *
Sıra sıra dizilmiş arabalar. Bizden evvel yerleşmiş yahudi köylülülerinin tekmil
vasıtaları şehrin kenarında bizleri bekliyordu. Daha evvelden hazırlanmış bir listeye
göre arabalara yerleştirildik. Bir ilkçağ kervanı gibi yola düzüldük. Led'den geçerek
geceyi yirmi kilometre kadar Yafa'dan uzakta. Ramla Kasabası'nda geçirdik. Burada
o gece için kiralanmış odalar ve çadırlarda sabahı ettik. Gece güzel yemekler ve
erken saatlerde yollara çıktık. Bize tahsis edilen Hudeyra Mevkiine gidiyoruz.
8
Burası
gayet tatlı manzarası olan yeşilliklerle çevrilir bir yer...
Bu araziyi Roçild Araplar'dan satın almış. Bir ilkçağ kervanı gibi, neş ve saadet
içinde köye geldiğimiz vakit, bir zamanlar bu mukaddes topraklardan Bâbil'e
sürülmüş masum İsrail oğulları sanki bir ba'sü badelmevt'e mazhar olarak kafile
halinde geri dönmüş gibi idik.
Roçild'in vekili Kudüs baş hahamı ve etraftan gelmiş bir çok ırkdaşlarımızın hazır
bulunduğu bir törenle köyümüzün temellerini attık, dualar ettik, sevinç göz yaşları
döktük. Bu göz yaşları, sanki Yeruşalem'deki ağlama duvarlarında asırlarca
gözlerden boşanan matem nehirlerinin makûs ve mes'ud bir tecellisi idi. Çoluk, çocuk,
genç, ihtiyar hepimiz göz yaşları döküyor ve saadetten çılgına dönmüş bulunuyorduk. Roçild'in vekili Almanca olarak bize şu nutku çekti:
"İsrail oğullarının kahraman öncüleri!.. Aziz dindaşlarım ve ırkdaşlarım!.."
Asırlar boyu, Yahudi olmayan milletlerin zulüm ve işkenceleri altında
ezilmiş ve çok ıstırab çekmiş olan milletimiz, gayesine ağır fakat kat'î adımlarla
ilerliyor ve yaklaşıyor. Uğrunda üç bin seneden beri inatla savaştığımız mukaddes gayeye varmak üzere olduğumuza inanınız. Sizler, buraya Salamon ve
David saltanatının yeniden ihyası için geldiniz. Dünya'nın dört bucağında
bulunan ırkdaşlarımız da yakında hep burada toplanacak, hayallerimiz hakikat
olacak ve David'in şanlı bayrağı, bu bize adanmış topraklarda tekrar
dalgalanacaktır.
Sîze kat'îyet ve emniyetle temin ederim kî ırkımız ve milletimiz en geç bîr
çeyrek asır içinde bu toprakların, bu ülkenin, hatta hatta Nil'den Fırat'a kadar
uzanan büyük İsrail Devletinin şanlı, şerefli sahibi olacaktır.
Irkımız; Allah'ın mümtaz millet olarak yarattığı kavmimizi, hâiz olduğu
üstün zekâ ve kıymetli vasıflar sayesinde gayesine çabuk ulaşacaktır.
Siz, burada, bu köyde büyük ve müstakbel İsrail Devleti'nin temellerini
atıyorsunuz. Bu temellerin çok kuvvetli olması ve bu temeller üzerinde güçlü ve
azametli İsrail Devleti'nin, çabuk kurulması için elinizden gelen gayreti
8
Bu isim; Talmut'taki Hodorâ'dan müştaktır. Farisiler için mukaddes ve mevhum bir topraktır.
Araplar bu ismi Hudeyra'ya çevirmişlerdir.
48Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
esirgemeyeceğinize eminim. Sizler burada birleşip kök tutuncaya kadar, bizler
ve yeryüzündeki ittihadımız ve teşkilâtımız elinden gelen her türlü yardımı
yapacaktır.
Gece, gündüz çalışınız, ekiniz, biçiniz, iktisat ediniz, zengin olunuz,
vazifesinizi yapınız. Gün yaklaşıyor, ufuklar ışıldıyor ortalık aydınlanıyor. Yarın
kopacak büyük bir fırtına
9
goyimleri yere serecek, bitap düşürecek ve o zaman
hiç kimse, hiç bir kuvvet bizi yolumuzdan alıkoyamayacaktır. Buna inanınız,
azminize güveniniz ve bu hedefe sağlam ve cesur adımlarla ilerleyiniz.
Muhakkak muzaffer olacaksınız, mutlaka muzaffer olacağız!"
Göz yaşları ve ihtiyarların feryatları arasında dinlediğimiz bu hitabe bize, sanki
Salamon'un muhteşem mabedinde akisler yaratıyor, hissini vermekte idi. Varşova ve
Karakovi'den, bu mukaddes topraklara gelmek ve burada asırlarca milletimizin
gönlünde yaşattığı bir mefkureyi gerçekleştirmek ve Dünya tarihinde bu muhteşem
davanın öncüleri olmak ne büyük şerefti bize!.
Artık Viladimir'in mağrur aşkı, goyim asilzadelerinin alçak tahakkümü yerine,
İsrail'in hükmü yürüyecek, İsrail'in sesi duyulacak! Bütün mîlletler yere serilecek,
onların dört ele sarıldıkları ahlâk kanunları paçavralaşacak, kitapları yırtılıp çöp
sepetine atılacak. Bize "Pis Yahudi" diyenleri, biz öyle kirleteceğiz ki; öyle
pisleteceğiz ki, onlar kendilerinden tiksinecek, kendilerinden iğrenecekler... Polonyalı
mağrur asilzadeleri, Rus zadeganı uşak gibi, köpekler gibi, esir gibi karşımızda el
pençe görmek ne büyük zevk, ne tatlı bîr hayal...
Pogromlar diyarı Rusya yıkılacak, onun imparatorundan, prenslerine,
beyzadelerine kadar bütün asillerin dilendiğini göreceğiz. Evet bizi bu mefkure ile
yetiştirdiler ve bu gaye için buralara getirdiler. Getirdiklerine pişman olmayacaklar,
onların, büyüklerimizin yüzlerini kara etmeyeceğiz.
Bütün Mart ayı gece gündüz faaliyette geçti. Çadırlardan yeni evlerimize
taşınıyoruz. Hemşehrimiz olan mimar Sar, Câuna'dan ve Yeruşâlemden gelen
mühendisler ve kadınlı erkekli, geceli gündüzlü çalışmamız sayesinde şimdi şirin,
zarif, lâtif bir köy ve mes'ud bir yuvanın sahibiyiz. Varşova ve rutubetli evleri yerine
şimdi aydınlık, güneşli ve müstakil bir evimiz var. Polonya'da, mağrur goyimlere on
paralık mal sarmak için loş ve tozlu dükkânlar yerine şimdi kır çeçekleriyle bezenmiş,
kuş sesleriyle tatlılaşmış, hür ve serazâd bağlarımız, bahçelerimiz, tarlalarımız var.
Bağ yetiştirmek İçin asma fidanları ve ziraat memurları göndermişler. Ayrıca
bize badem ağacı fidanları da verdiler. Roçild'in Bankası, gelecek senelerin üzüm ve
badem mahsullerine mahsuben bize faizsiz para ve avans verdi. Elimiz para,
gözümüz saadet gördü, şevkimiz, gayretimiz cesaretimiz arttı. Mazi ne çabuk
unutuluyor. Şimdi artık biz; dünün karanlık ve acı günlerini değil, yarının vaadler dolu,
saadet dolu günlerini düşünüyoruz. Kalbimiz, ruhumuz, benliğimiz bu heyecanın
ateşiyle sarılı. Kimbilİr, belki birgün, belki pek yakında burada barbar Türk'ün bayrağı
inecek, yerine bizim; David'in bayrağı dalgalanacak. Asırlarca bu mukaddes yerlerde,
Arz-ı Mev'ud'da haksız yere hüküm süren vahşi Türk saltanatı yıkılacak ve kızıl
sultanların evlâtları buralardan kovulacaktır!
9
Birinci Dünya Harbi'ni kasdediyor, Şayarv-ı hayrettir ki; Yahudi bu kıyametin kopacağım çok evvelden
tahmin etmiş, çünkü bunu o hazırlamıştır.
49Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Yerusâlem Mâbedi'nin göz yaşlarımızdan silinmiş duvarları, Dünya milletlerinin
tek kıblesi olacak, büyük Salamon mâ'bedine temel olacak.
Şimdi herbirimizin ruhunda bu hayal yaşıyor. Hepimizin kalbi ve gönlü ümit ve
emniyetle dolu... biz bugüne ulaşmak için az mı fedakârlık ettik. En geç on sene
içinde tarumar olacağını göreceğimiz Çar Rusyası'nda az mı ırkdaşlarımız Pogromların, katliamların pençesinde can verdi. Yığın, yığın Yahudi cesetleri, yarının
büyük İsrail Devleti'nin, yerinden kalkmaz, kımıldanmaz birer temel taşı oluyor. Bir
zamanlar Türk Sultanı, kızıl padişahın soydaşlarımızı bu topraklara ayak basmaktan
meneden fermanlarım biz şimdi paçavra gibi yırtıp kâğıt sepetlerine atmadık mı?!
O'nun tahtını, tacını başına geçirmedik mi? Bizim kinimiz, bizim imanımız önünde
Yeryüzünde hangi kuvvet karşı durabilir? Şimdi, Polonyada'ki şu tarih hocamızı bir
düşünüyorum. O bizi ne kadar hakir, ne kadar âciz, ne kadar zayıf görüyordu. Kimbilir
belki bütün bu haller bizi gayemize yaklaştıran, irade bütün bu haller bizi gayemize
yaklaştıran, irade ve azmimizi kamçılayan birer âmil olmuştur da...
* * *
Şimdi aradan bir sene geçmiş bulunuyor. Başardığımız esere bakarak
kendimizi David zamanından beri burada yaşıyoruz zannediyorum. Bu kısa zaman
içinde ne büyük işler başardık. Tenbel ve miskin Araplar'ın çöl halinde, yaradıldığı
gibi vahşi ve iptidaî bıraktığı bu yerler şimdi İsrail oğullarının azimlerini ve gayretleri
sayesnide cennete dönmüş gibi mâmur bir hale geldi. Köyün bütün genç kızları bu
yabani dağları bağ haline getirdik. Bağlarımızı çapalamaktan, zamanında filiz
almaktan; ne büyük zevk duyuyoruz. Badem bahçelerimiz gelişiyor. Geçen gün koy
kahvesinde Viyanalı bir ziraat mühendisi bağları ve badem bahçelerini gezerek İslahı
için lâzım gelen bilgileri öğretti bize...
Babam Varşova'da ve Karakoy'de alıştığı rahat işe zaman zaman hasret
çekiyor. O; budala goyları aldatarak, onların kıymetli eşyalarını yok bahasına satın
alıp hakiki değerine satmak ona kolay ve tatlı geliyordu. Şimdi tarlada çalışmak O'na
zor geliyor. Fakat, gözümü kapayıp kafamda maziyi canlandırmak istediğim günler,
âdeta kâbus altında ezilmiş gibi oluyorum. O karanlık, rutubetli, tozlu, küflü dükkân!..
En devamlı müşterilerimizin bile bize tiksinerek, nefretle bakışları, mektepte,
en ufak bahanelerle:
“— Pis yahudi!. Çıfıt!., iğneli fıçı kaatilleri... Gibi bitmez tükenmez hakaretler...
Bunların neresine ve hangisine hasret çekilir... Bunlar aranılır şeyler mi?..
Bu satırları yazarken babam başımın ucunda dikildi. Onun bana her yaklaşımı
ruhumda menfi ihtizazlar meydana getiriyor, neden acaba?.. Evet; bu da mazide
geçen bir kâbus idi. Şimdi bana, keskin bir ifade ile ihtar ediyor:
“— Bırak şu pis hâtıraları. Onlar çok geride kaldı. Korkunç bir rüya idi o
günler!.. Uzun ve kasvetli gecelerdi. Sabah oldu, Güneş doğdu, ruhlarımız aydınlandı,
vücutlarımız ısındı, ufuklar genişledi. Şimdi o karanlıklara değil, ışıklara güneşe ve
önümüzde hududsuz acıtan istikbale bak Suzi! Bugün köyün bütün genç kızları
Yafa'ya gideceksiniz."
“— Orada ne işimiz var baba?"
50Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"— Orada size yarını ve yarınki vazifelerinizi anlatacaklar. Annen de beraber
gelecek. Ben de iki gün için Jerusalem'e gideceğim."
“— Orada ne yapacaksın baba?"
“— ................................"
Ve odadan çıkıp gitti.
Dilijans köyümüzün genç kızlarını doldurdu. Yafaya doğru gidiyoruz. Ne güzel
kırlar, ne güzel manzaralar, ne tatlı arazi. Neşe içinde, şarkılar söyleyerek yol
alıyoruz. Zaman akıp gidiyor. Bizim gibi yeni kurulmuş bir Yahudi köyünden geçtik,
biraz evvel başka bir dilijans oranın genç kız ve kadınlarını alıp Yafa istikametinde
ayrılmış. Öyle vaktini epey geçmişti büyük bîr çiftliğe geldik bu; Roçild'in ve Alyans
İsraelit Üniversel'in parasiyle kurulmuş cidden asri bir çiftlîkti. Muntazam ve geniş bir
binası var. Bizi karşıladılar ve sanki birbirimizi çok evvelden tanıyormuşuz gibi
kucaklaştık, konuştuk ve seviştik. İşte bu, bir yahudi tesânüdüdür: Solidarite Juİf...
Bahçede kurulmuş sıra sıra masalarda bize çok lezzetli yemekler ikram edildi.
Bunların hepsi çiftlik mahsûlü, Tavuk, sebze ve meyve, hattâ ekmek bile çiftlikte
yapılıyormuş. Hepimize bol Rişon le Zion şarabı ikram ettiler. Biz yemeğe
oturduğumuz zaman, bizden evvel gelen Yahudi köylüleri Yafa istikametinde yola
çıkmışlardı. Yemekten sonra biraz istirahat ettik ve yola düzüldük. Ayrılırken bu
çiftliğin müdürü Zebulun bizi selâmetlerken şunları söyledi:
“— David saltanatının kurulacağı yere gidiyorsunuz. Sizler müjde
melekleri gibi orada lâzımgelen dersi alacak ve size gösterilen yolda
yürüyeceksiniz. Bu yol bazen dikenli de olabilir. Onları çiğneyip geçeceksiniz,
yolun nihayetinde, binlerce senedir hasretini çektiğimiz mes'ud bir hayat var,
sizi bekliyor, bizleri bekliyor, İsrail oğullarını bekliyor."
10
Bu ateşin hitabenin tesiriyle hızla ilerliyoruz ve kısa zamanda kendimizi
Yafa'da bulduk. Zengin bir ırkdaşımızın evinde toplandık. Orada bulunan insanlar
içinde Varşova'dan, Karakoy'dan tanıdığım âşinâlar çıktı. Fakat artık bu, bir
fevkalâdelik teşkil etmiyor. Biz, hepimiz uzun ve mesud bir seyahate çıkmış,
muhteşem bir transtlantik yolcularına benziyoruz. Cümlemiz aynı gemi içinde,
cümlemiz aynı yolun yokuşuyuz. Akla gelebilecek bir tek şey, geminin bir kazaya
uğraması ihtimalidir. Hayır, hayır bu olmayacak, asla! Yehova bizim koruyucumuz,
bizim rehberimizdir. Odadan muhterem bir ihtiyar içeri girdi. Şimdi hep bir ağızdan ve
ayakta hem onu karşılıyor, hem de şunu okuyoruz.
Rabba terennüm edeceğim, çünkü gayetle yükseldi
Atı ve atlısını denize attı.
Rab kuvvetim ve mezmurumdur;
O bana kurtuluş oldu;
O benim Allahımdır, ve ona hamdedeceğim
10
Şimdi, şimdi anlıyoruz ki, Yahudiler müstakbel saltanatlarının merkezini daha o zaman tayin
etmişler. Biz birsey görmemiş ve işitmemişiz. Görse idik, işitse idik ne olacaktı sanki!.. Olanları
gördüklerimizi olduğu gibi kırk yıldır yazıyoruz, yazdıklarımızı zaman ve hâdiseler tasdik ve teyit ediyor,
sözlerimiz ve yazılarımız bir kehânet gibi tahakkuk ediyor da ne oluyor? Düşmanlarımız hergün aran
bir şiddetle, hergün şiddetini arttıran bir hızla ilerliyor, bir tek adım duraklatabiliyormuyuz. Heyhat!
51Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Babamın Allah'ı, ve onu yükselteceğim.
Rab cenk eridir,
İsmi Yehova'dır.
Firavıın'un cenk arabaları ve ordusunu denize attı.
Ve seçme araba cenkçileri kızıl denizde battılar.
Enginler onları örtüyor;
Taş gibi derinliklere indiler.
Senin sağ elin, Yarab, kudrette celildir.
Senin sağ elin, Yarab, düşmanı ezer.
Ve sana karşı ayaklananları, azametinin çokluğunda yıkarsın;
Gazabını gönderirsin, onlun muz gibi yer.
Ve öfkenin soluğu ile sular yığıldılar,
Akıntılar yığın gibi durdular.
Düşman dedi:
Kovalayıp yetişeceğim, çapulu bölüşeceğim;
Onlardan canım doyacak;
Kılıncımı çekeceğim, elim onları helak edecek.
Yelinle üfürdün, deniz onlun örttü;
Büyük sularda kurşun gibi battılar...
ilâhlar arasında senin gibi kim vardır, Yarab?
Kudsiyette celil, senalarda heybetli,
Harikalar yapan, senin gibi kim vardır?
Sağ elini uzattın,
Yer onları yuttu.
Kurtardığım kavme inayetinle rehber oldun;
Mukaddes meskenine kudretinle onlara yolu gösterdin.
Kavimler işittiler, titrediler;
Filistin'de oturanları ağrı tut.
O zaman Edomun emirleri korktular;
Moabın yiğitleri titreme aldı;
Kenan'da oturanların hepsi titrediler
Onların üzerine korku ve dehşet düştü;
Senin kavmin geçinceye kadar, Yarab.
Edindiğin bu kavm geçinceye kadar,
Senin buzunun büyüklüğü ile taş gibi hareketsiz oldular.
Onları içeri getireceksin, ve mirasın dağında,
Yarab kendi oturmam için yaptığım yerde
Yarab, ellerinin sabit kıldığı
Makdiste onları dikeceksin!..
Hepimiz ayakta, büyük bir vecd ve heyecan içinde, titrek sesler, nemli gözlerle
okuduğumuz bu ilâhiden sonra Aşer Levi ismindeki muhterem ihtiyar gür ve manâlı
sesiyle bize hitap etti:
"İsrail'in fedakâr kızları!
Ecdadımızın yıllarca sefalet ve ızdırap içinde kıvrandıkları Sina Çölü'nün eşiğinde
Ba's-übâ'del mevt sırrına ulaşmanın arefesinde sizleri, herbirinizi birer kurtarıcı melek gibi
karşımda görüyorum. Dikkatle bakınız, farkedeceksiniz; koyu ve zifiri karanlıklar dağılıyor.
52Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Güneş Sahyun Dağları'nın arkasından bizlere didarını göstermek için hazırlanıyor. O, gün
yakındır. Hürriyet ve İstiklâl günü!.. Alah'ın mümtaz milleti olarak yarattığı ve sonra bizleri
imtihan etmek için asırlar boyu işkenceden işkenceye, sefaletten sefalete sürüklediği
kavmimiz çilesini doldurmuş, imtihanını vermiş ve bütün miletlerin efendisi olmak hakkını
kazanmıştır. İktidar ve kudret elimize geçecektir. O zaman bütün bâtıl dinler lağvedilecek,
bütün mâbedler yıkılacaktır, yeryüzünde yaşayan bütün insan sürüleri, tekmil milletlerin
mabedi olacak olan İsrail Kâbesi'ne yüzlerini dönerek hürmet ve tazimle yerlere kadar
eğileceklerdir. O gün geliyor. Siz o günün, o mukaddes günün habercileri, müjdecilerisiniz.
Kendinizi küçümsemeyini z, varlığınızı asla küçük görmeyiniz. Göklerin manevî gürültüsüne
kulak verin; Yehova sizlere sesleniyor: Yarın buralarda, bu mukadds topraklarda, bu Arz-ı
Mev'ııd'da kıyametler kopacak, Türk ve Arap asırlar boyu bu temiz topraklar kirletmiş olan
gasplar, müstevliler hâk ile yeksan olacaklar, onların tahtları, taçları sernügûn olacaktır.
Yakında bütün milletlerin birbirlerinin boğazlarına sarıldıkları günleri yaşayacak ve
göreceksiniz.
11
O zaman herbirinize vazifeler düşecektir.
İsrailin fedakar ve cesur kızları!
O güne hazırlanınız. Gecelerinizi gündüzlere katınız, David saltanatınn temelleri
olacak olan bu güzel yerleri imar edip cennete çeviriniz. Yarın ırkdaşlanmz, yeryüzünün her
bucağından buralara fevc fevc göç ettikleri zaman hazır ve mamur bir vatan bulsunlar.
Yarın buralarda kopacak fırtınalar Önünüze bir çok fırsatlar serecektir. O fırsatlardan
istifade etmeğe, sizlere verilecek vazifelere can ve yürekten cesaret ve fedakârlıkla lâyık
olmağa çalışınız. Sizlerden büyük fedakârlıkla lâyık olmağa çalışınız. Sizlerden büyük
fedakârlıklar istenecektir. Bunları seve seve yapacağınıza eminim. Irkdaşlarınıız yıllar yılı,
asırlar boyu bu fedakârlığı isbat ettiler. Muhamnıedin dinini yıkacak, ümmetini mahvedecek
ve barbar Türklerle, bedevi Araplar, bu ülkeden kovacağız.
Görüyorsunuz ne büyük bir vazifenin, bir kıyametin arefesindeyiz. O gün geldiği vakit
bu sözlerimi hatırlayarak cesaretinizi bileyiniz. Bugün yine, biraz evvel terennüm ettiğiniz
ilâhileri okuya okuya, neş'e ve ümit içinde yuvalarınıza dönünüz. Yehova sizinle beraber
olsun!"
Bu defa bizi getiren dilijanslara bir kaç araba daha ilâve ederek hepimiz birlikte
yollara düzüldük, bütün arabalardan yek avaz ve yek ahenk aynı ilâhiler duyuluyor,
seslerimiz semalar yükseliyordu.
“Yehova sen bizimle berabersin! Yehova sana güveniyoruz.
Yehova goyimlerin efendisi olacağımız günler gelsin artık!"
Yollar kısaldı, sanki uçuyoruz. Vücudlarımız arabalar içinde, ruhlarımız o kadar
yükseklerde, hayallerimiz o kadar enginlerde ve uzak ufuklardakî, köyümüze ne
kadar zamanda ve nasıl geldiğimizi fark edemedik bile...
Fakat bu gece o kadar uzadı ki; sabah gelmeyecekgibi zannolunur. Uyku
gözlerime girmedi. Yarın bize verilecek vazife ne olacaktır acaba! Bütün gece bu
istifhamı, bu düğümü çözmeğe çalıştım. Elbetteki bizi Gettolardan bu ser'âzâd yerlere
11
Birinci Dünya Harbi'ni kasdediyor
53Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
kavuşturanların daha büyük gayeleri vardır. Bu yolda bize de, bana da bîr vazife
düşecek olursa hiç şüphesiz onu tekmil kalbimle, aşk ile, seve seve yapacağım.
Yaşasın İsrail İmparatorluğu!
* * *
Günler geçiyor. Köyümüzde faaliyet arttı, herkes arı gibi çalışıyor. Böylece
hummalı faaliyetler içinde 1914 senesi Nisanım bulduk. Biz Polonya'da iken bu
mevsim buz gibi soğuk olur. Burada ise ortalık yemyeşil, buğdaylar yükselmiş, asma
kütükleri canlanmış... Ortalık sıcak, adam akıllı bir yaz mevsimi yaşıyoruz. Badem
bahçelerim o şekilde düzenledik ki; manzarası bile insana zevk ve ümit veriyor.
Babam geçen akşam inceden inceye hesap ediyordu; şu kadar ağaç, şu kadar
badem ve şu kadar altun!..
Bugün köyün bütün delikanlıları ve kızları kırlarda çalıştık. Babam ayrıca civar
köylerden iki de işçi tutmuştu.
"— Buna ne lüzum var baba dedik," biz yetmiyormuyuz, kendi topraklarımızda
kendimiz çalışır, zevkini biz sürer, hasılatını biz toplarız. Amele parası vermekte
mana ne?"
"— Şu köpek gayri yahudileri, beş on para karşılığı eşek gibi çalıştırmanın
zevkini bir bilseniz!.."
Mısır ehramlarında on binlerce ırkdaşlarımızın döktüğü alın teri ve harcadığı
emekleri bir düşününüz... Bir fellâhın yok bahasına, Güneş altında ve hükmümüz
altında çalışmasını seyretmekteki zevki bir düşününüz. Gün gelecek, mısır
ehramlarında döktüğümüz alın terleri seller olup goyimleri boğacak ve bütün
beşeriyet bizim pençikli kölemiz gibi çalışacaktır. Yüz milyonların emek ve
gayretlerimizden hasıl olacak bütün servetler bizim kasalarımıza akacak ve İsrail
oğulları bu esirler sürüsünün sırtından ebedî ve hudutsuz bir refah içnide
yaşayacaktır. Goyimlerin bütün kazançları, sa'y ve gayretleri, emek ve alın terleri san
san altınlar şeklinde bizim hazinelerimize akacaktır."
Babam sesini birdenbire yükselterek, yüzüne keskin bir ciddiyet vererek
sözünü şu cümle ile bitirdi:
"— Kendinizi o günler için yetiştiriniz ve o günlere hazırlanınız!"
1 Mayıs 1914
Güneşli bir sabah. Bahardan ziyade koyu bir yaz sabahı. Sıcak ortalığı
kavuruyor. Güneş; aynı bu mevsimde Varşova'da ve Karakoy'da geçirdiğimiz puslu
ve serin günlerin bizden hıncını çıkarıyor gibi hırçın!.. Fakat öyle bir hırçınlık ki;
meyveler ve ekinler üzerinde çok müsbet tesiri olduğu göze çarpıyor. Herşey kemale
ermiş bulunuyor. Meyveler, sebzeler, bağlar, bostanlar. Çiçekler ve kuşlar,
herşey,herşey. Canlı ve hareketli... Bu yaz gününün öğle vakti köyümüze esrarengiz
iki misafir geldi. Biri kadın, ötekisi erkek!.. Köyün bütün halkı bu iki insanın etrafında
çevrelendi. Babam herkesten fazla bu yabancı misafirlere sokuldu, iltifat gördü ve
onlara saygı gösterdi. Kadının ismi Sarah erkeğin ismi Aron'du.
Bunlar bütün gün babamla başbaşa verip birşeyler konuştular. Bize bir şey
söylemediler. Gece şereflerine köyümüzün misafir salonunda ziyafet verdik. Köy
54Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
kızlarının kırlardan topladıkları mavi, beyaz çiçeklerle sofrayı donattık. Fabrika bol
şarab göndermişti, hepimiz birlikte içtik. Fakat bu misafirler kim, fabrika onları
nereden öğrenmiş ve bu şarapların manası ne? Onu da öğreniriz elbette...
Gece biz yataklarımıza çekildiğimiz zaman, kadın erkek, kardeş olduklarını
sanıyorum, babamla başbaşa kalmışlardı. Ne vakte kadar konuştuklarını bilemiyorum.
Uyuya kalmışım...
14 Mayıs 1914
Ne sıcak, ne büyüleyici, ne tatlı bir sabah. Kahvaltılarımızı bahçede yaptık.
Yediklerimizi hepsi kendi emeğimizin mahsûlü. Ekmek, tereyağ, reçel!.. Bütün bunları
biz kendi ellerimizle yaptık. Çarşıdan pazardan alınan bir şey yok. Bunlara pis
goyimlerın eli değmemiş.
Kahvaltıdan sonra babam, bu misafirlerle birlikte Yeruşalem'e gideceğimizi
müjdeledi. Mukaddes .şehir, büyük belde!.. Asırlar boyu nıülevves insanların, pis
hristiyanların, barbar Türklerin ve hatta Araplar'ın işgalinde olan güzel şehir!.. Seni
görmek, toprağına yüz sürmek bana da müyesser olacakmış, sana binlerce minnet
ey Adonay!
İki yağız atın çektiği mükellef bir fayton bizi akşam karan-lıında Yerüşalem'e
getirdi. Kendimi David'in, Salomon'un ülkesinde sanıyorum, Fast otelinde babamla
bana tertemiz, mükemmel bir oda hazırlamıştı. Otelde yiyip içtik. Bizi buraya
getirenler ertesi sabah gelmek üzere ayrıldılar. Tatlı rüya-lı, hayalli, hülyah bir gece
geçirdim ve Güneş Sahyun Dağları'nın arkasından yüzünü göstermeden yataktan
fırladım, giyindim, hazırlandım.
15 Mayıs 1914
İlk işimiz baba kız, Salomon mabedinin asırdîde temel duvarlarına yüz sürmek
oldu. Kalabalık çarşıdan geçerken, kendimi asırlarca evvele gitmiş zannettim,
Irkdaşlarımız ve dindaşlarımızı selâmlaya, selâmlaya ve sanki tarih yapraklarını
tersine çevire, çevire, İsrail oğullarının ihtişam ve saltanat devirlerine geri dönmüş
sanıyordum. Titüs ve Ebuknazar'ın vahşi ve hâin gölgeleri de hafızamızda
canlanmış, Babil sürgünü, Romalılar'ın zulmü, Goyimler'in işkencesi ve ondan Öte
asırlık tarih sanki hep bir arada canlanmış, şahlanmış, karşımızda dikilmiş gibi idi.
İçimden sert ve hiddetli bîr ses haykırıyor:
Yanılıyorsun Suzy! Arkana bakma, Önünde mes'ud bir istikbal var, onu gör!
israilin istiklâli, İsrail oğullarının saadetini gör!..
Öyle yaptım. Zıt hisler ve çeşitli tesirler altında tıbkı bir sâhir-i
filmenâm(uyurgezer) gibi baba kız kendimizi büyük mabedin kalın duvarları önünde
bulduk.
Diz çöktüm, gayri ihtiyarı gözlerimden yaşlar boşanıyor, babam cezbe
halinde...
"— Ey büyük ve kudretli Yehova! Bu dökülen göz yaşlarını görmüyor musun?
Ne zamana kadar bu bedbaht seller böylece akıp gidecek. Bu mübarek göz
yaşlarının vücûde getirdiği deryalarda goyimleri boğ, yok et artık, yok et onları!"
Kendimden geçmiş gibi idim. Babam da öyle ve sonra her ikimiz birlikte
okuyoruz:
55Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"Ey İsrail, kendi yüksek yerlerin
Üzerinde öldürüldü izzetin!
Yiğitler nasıl düştüler!
Filistinlerin kızları sevinmesinler diye,
Sünnetsizlerin kızları sevinmesinler diye,
Sünnetsizlerin kızları sevinçle coşmasınlar diye,
Gatta bunu bildirmeyin,
Aşkelon sokaklarında yapmayın.
Ey Gilboa dağlan,
Üzerinizde ne çiğ ne yağmur, ne
De takdime tarlatan olsun;
Çünkü yiğitlerin kalkanım orada
Kaldırıp attılar,
Saulun yağlar mesholtınmamış
Kalkanını.
Öldürülmüş olanların kanından
Yiğitlerin yağından,
Yonatamn yayı geri gelmezdi,
Ve Saulun kılıncı boş dönmezdi.
Saul ile Yonatan hayatlarında
Tatlı ve sevimli idiler.
Ölümlerinde de ayrılmadılar;
Kartallardan daha çevik, Arslanlardan daha kuvvetli idiler. Ey israil kızları! Sanla Ağlayın,
O size değerli kırmızı kumaş Giydirdi,
Esvabınız üzerine altın süsü koydu. Cenk ortasında yiğitler nasıl düştüler! Yoııatan senin
yüksek yerlerinde
Öldürüldü.
Ey kardeşim Yonatan, senin için
Acıklıyım;
Sen benim içitvçok tatlı idin;
Senin sevgin benim için şaşılacak şeydi,
Kadının sevgisinden ziyade idi.
Yiğitler nasıl dövüştüler,
Ve cenk silâhlan nasıl yok oldular!
Bu ilâhiyi baba kız öyle içten, öyle, heyecanlı, öyle vecdle okumuştuk ki; âdeta
kendimizden geçmiş ruhlarımız asırlarca evvelki zamanlara dönmüştü. Gözlerim
ağlamaktan kıpkırmızı olmuş, göz yaşlarım Salomon Mabedi'nin temellerini ıslatmıştı.
Bunlar boş yere gitmiyor, bunlar Adonay'ın katında birikiyor, toplanıyor, Bîrgün sel
olup düşmanlarımızı boğacak, yağmur olup bahçelerimizi sulayacak!
Ey "Yehova! Büyük mâbud! Seslerimize kulak ver, bizi kurtar artık!..
* * *
Bugünün sabahı böyle geçti. Öğle yemeğini otelde yedik. Zihnimi kurcalayan
bir şey var. Köyümüzden niçin beni seçtiler ve buraya getirdiler. Babamın bu işte rolü
nedir, yoksa sadece bana refakat etmek için mi? Elbette bütün bu olup bitenlerin iç
yüzünü ergeç anlayacağım, muhakkak olan bir şey varsa, biz yeni bir hayatın, yeni ve
56Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
parlak bir istikbalin eşiğindeyiz. Bir hissikablelvuku (ön sezi) asırlarca İsrail oğullarını
sarmış olan kara bulutların dağılmakta olduğunu ve devletimizin doğmakta olduğunu
bize haber veriyor, içimize böyle doğuyor. Hahamların, hükemâmızın (filozoflarımızın)
vaadleri, sözleri, müjdeleri elbetteki boş değil!.. Binlerce sene oluyor. Binlerce azap
ve işkence, sayısız ve hududsuz zulüm ve itisaf(yok ermek) biz bütün bunlara göğüs
gerdik. Hiç bir şey gözümüzü yıldırmadı, hiç bir engel bizi yolumuzdan döndürmedi.
Bugünün İsrail kızları; bu fedakârlıklarının mükâfatını bekliyoruz. Bundan on sene evvel, Türklerin Kızıl Sultan'ı hiç bir ırkdaşımızı, hiç bir dindaşımızı bu topraklara ayak
bastırmıyordu. Babalarımız, ablalarımız, annelerimiz vapur güvertelerinde, üst üste,
yığın, yığın Türk topraklarına çıkmak için günlerce beklediler. Ne Amerika'nın, ne
Avrupa'nın, ne de cihanı sarmış olan teşkilâtımızın teşebbüsleri para etmedi. Barbar
Türklerin, zâlim sultanı Abdülhamid Filistin'de bir İsrail Devleti doğmasın diye
öylesine direndi, öylesine inat ettiki Evet biraz geç kaldık, fakat sultanın tahtını da
başına göçürttük. İşte şimdi biz bu mukaddes ülkedeyiz. Hem de asla çıkmamak
üzere!..
İçimize, ruhumuza, kabımıza sığmayan bir heyecan içinde çalkalanıyor,
sarsılıyoruz. Öğleden sonra otele Sarah geldi. Beni yalnızca bir odaya çekti, yüzümü
okşadı, benimle çok eski âşinâlar gibi konuşuyordu.
"Sevgili kız kardeşim, beni dinle!.." dedi. Bütün bu samimiyete rağmen ellerim
titriyor, dudaklarım titriyordu. İşte bir fevkalâdelik olduğunu hissediyorum,
anlamadığım tek şey; köyümüzden sadece benim seçilmiş olmaklığım ve bana karşı
bir ehemmiyet verilmiş olması idi. Bu düğümü çabuk çözdüm.
“— Sen çok güzel ve cazip bîr kızsın. Zekân da fazla!.. Üstelik israilin büyük
dâvasını tam manasiyie kavrayacak bir yaradılıştasın. Sahip olduğun bütün bu
müstesna meziyetler ve güzellikleri İsrail davasına vakfedecek o yolda kullanacaksın..."
Bugünden itibaren sen köyümüzde "Nezach Yisraee Loyeschakev"
teşkilâtının mümessilisin! Bu teşkilat, yarın kurulacak büyük İsrail Devleti'nin temel
organıdır. Tarih sana bu şerefli vazifeyi lâyık görüyor, bununla iftihar edebilirsin. Her
ayın ilk Şubat günü Yeruşalem'de Sir Levi'yi görecek ve ondan talimat alacaksın. O,
icap ettikçe haberleri bana gönderir. Ben Hayfa'ya yakın Sihron Jakop Köyü'nde
oturuyorum. İcap ettikçe Yafa'daki çiftlikte de buluşuruz. Orada başka
kızkardeşlerinle de tanışırsın. Şimdilik acele bir şey yok. Araplar sadece menfaatlerini
düşünüyor, başka şeylerle alâkadar olmazlar, Türk memurları belki senelerce
köyümüze uğramazlar, lâkayd ve Dünya'dan bihaberdirler. Şayet bir vesile ile
ayaklan oraya uğrarsa onları hoş tutup güzelliğinizin sihriyle onları büyülemek, onlara
saf ve sâdık gözükmek vazifenizdir. Hele hele, İsrail'in istikbalinden, idealinden hiç
kimseye bir şey söylememeye ve hatta bu büyük idealden habersiz gözükmeye
çalışmak vazifenizdir. Geldiğin yeri iyi hatırlıyorsun değil mi Suzy? Rutubetli, küflü ev
ve sefil bir hayat!.. Goyimlerin daimi hakaretleri, kırbaş, zulüm,, işkence ve katliam...
Daima bunları ve yarını düşüneceksin. Yarın; parlak güneşli, mes'ud ve büyük
yarın...İşte o kadar benim güzel hemşirem, gerisi senin zekâna!.."
* * *
57Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Böylece umûmi bir talimat ve umûmi bir izahat alarak birbirimizden ayrıldık.
Demek ki, ben köyümüzde, İsrael tarihinin, İsrail istikbalinin en mühim teşkilâtı olan
"Nezach Yisrael Loyeschakev" mümessiliyim, ne bahtiyarlık, ne şeref bu!
Acaba üç dört köy içinde niçin beni seçtiler. Bu pek gizli bir şey değil. Ben de
farkındayım. Fakat babam açıkça ve sarahaten bunu şöyle izah etti:
"— Yakıcı bir güzelliğe sahipsin Suzy! Zekâ ve zarafetin de ondan aşağı değil.
Bu silâh sende oldukça çok gönüller yakar, çok budalaları avlarsın. Zamanı gelecek
bütün bu nimetleri müstakbel İsrail Devletinin menfaati uğruna kullanacaksın! Senin
bu büyüleyici güzelliğin karşısında kaç erkek, kaç irade mukavemet edebilir. Sen bu
sılalarla goyimleri yere serecek, onların sırlarını öğrenecek ve istikbale hizmet
edeceksin!.."
Türkler, asırlarca bu yerleri, bu bizim ecdat yurdumuzu bize zindan ettiler. Türk
Sultanı Abdülhamid ırkdaşlarımız buralara sokmamak için bütün Dünya'ya kafa tuttu.
Ona kimse sözünü geçiremedi. Fakat bak bugün biz buralarda, âdeta müstakil bir
devlet gibi yaşıyoruz. Bu devlet, yarının büyük Salomon saltanatının bir provasından
başkabir şey değil!.. Kendimize mahsus postalarımız var, hatta paramız, namımıza
basılmış paralarımız var. Türklerin ses çıkardıkları yok. Mecalleri yok ki!.. Onlarda
buralarda iğreti oturduklarının farkındalar. Bir gün buralardan çekilecekler ve buraları
tamamiyle bizim hükümranlığımız altına girecek. Şunu unutmamalıyız ki, Türkler'in
bugünkü müsamahaları ve sessizliğine inanmak hiç de doğru değil. Bu vaziyet
anormal, arızî ve muvakkattir. Şimdi onlar kendi dertlerine düşmüşlerdir. Yarın
içlerinden biri ön ayak olur, onları kışkırtırsa vaziyet tamamiyle tersine döner. Onların
ayranları kabarırsa her şeyi altüst eder, canlarımıza bile kıyarlar. Bereket versin
burada memurlardan başka kimsecikler yok. O memurlar da kendi geçimleri ve
dertleriyle meşguller!.. Şayet bunlarda bir hareket, bir anlayış, bir uyanış görülecek
olursa işte o zaman, Suzy; bunlar sizin güzelliğiniz ve zekânız önünde, Güneş
görmüş kar gibi erimelidir. Biz, İsrail oğullarının ba's-ü badelmevt günlerini
yaşıyoruz..."
Gece yarısını geçti, bir yandan uykusuzluk, bir yandan heyecan, bir yandan
gerilen sinirler beni yatağa sürükledi ve ölü gibi kendimden geçtim...
* * *
Haziran... Ekinler biçildi, bağlar olgunlaştı. Bademler toplanmağa hazırlanıyor.
Fakat ne kadar sıcak var, ne kadar!.. Köyün bütün delikanlıları ve kızları tarlada. Beni
bundan bağışladılar. Beni yarın için saklıyorlar. Bu yarında ne var acaba? Bu yarınlar
ne doğuracak ki?.. Her halde benim bilmediğim berşeyler var, bu muhakkak. Gün
doğmadan bakalım neler doğacak...
Bu cumartesi, tek atlı bir fayton beni aldı Câuna'ya götürdü, ne büyük ne güzel
köy, ne kadar da zengin... Roçild'in vekili ve idare adamlarımız hep burada!.. Burası
sanki müstakil bir teşkilât merkezi!.. Köyün genç kızları beni karşıladılar, köylerini
gezdirdiler. Varşova'da bile emsali az güzel bakkal dükkânlarını ve mükemmel bir de
eczâhânesi var bu köyün. Doktoru da var. Mükellef bir villânın mükemmel bir
odasında köy hahamı, Roçild'in vekili, Hayfâdan, Yafa'dan gelmiş seçkin insanlar
birer koltuğa kurulmuşlar. Bana da yer gösterdiler, saygı da gösterdiler ve bir yere
58Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
oturdum. Ortalığı derin bir sessizlik kapladı ve köy hahamı doktor Levi şu duayı
okudu:
Rab Sinada geldi
Ve onlara Seirden doğdu,
Paran dağından parladı,
Ve mukaddeslerin on binleri
İçinden geldi;
Onlar için sağında ateşli ferman vardı.
Gerçek, sıbtları sever,
Bütün mukaddesleri senin elindedir;
Ve onlar senin ayağının yanında oturdular;
Herbiri senin gözlerinden alacaktır.
Yakup cemaati için miras olarak,
Musa bize bir şeriat amretti.
Ve İsrailin bütün sıptları birlikte olarak,
Kavmin başları toplandığı zaman,
Yeşurunda o kiralat.
Bu duayı bitirir bitirmez yüzü sapsarı kesilmiş doktor Levi, gür sesiyle şunları
ilâve etti:
Bugün burada kavmimizin başları siz sayılırsınız. Siz; doğacak güneşin ilk
lamblarısınız. İsrail'in kurtuluş güneşi Sahyun Dağı'nın tepelerinde altın sırmalı
tellerini Yeryüzü'ne yaymak üzere!.. Dünya, din ve ırk ayırmaksızın bütün goyîmleri
mahvedecek bir kıyametin arefesindedir.
12
Bu kıyamet Kürre-i Arz'da yaşayan bütün
insanları içine alacak, evleri yıkayacak, ocakları söndürecek, mağrur kafaları ezecek,
ortalığı kül edecek, yeryüzü bir enkaz yığını haline gelecek ve bu enkazın ortasından
yeni, taze ve canlı İsrail Devleti doğacak!.. Tevrat'ın müjdelediği Talmud'un haber
verdiği Şulhan Aruh'un tefsir ettiği büyük, kudretli, şevketli ve azametli İsrail devleti...
Bu gayeye çabuk ulaşmamız, bu adanmış topraklarda Allah tarafından bize
mev'ud istiklâl ve saadete bir an evvel ulaşabilmemiz için her birinize büyük vazifeler
düşüyor. Bunu sizlere daha evvel tebliğ etmiş bulunuyorlar. Biz bugün burada:
Günün yaklaşmakta olduğunu sizlere bildirmek için toplandık. Yehova cümlemizin
yardımcısı olsun!
Bundan sonra Roçild'in vekili hepimizle teker teker alâkadar oldu, isimlerimizi
sordu ve biz ona kısaca haltercümemizi anlattık. Yüzümü okşadı ve beni sofraya
yanma oturtarak iltifatlarda bulundu.
“
— Sarah ile görüştün değil mi? O büyük kadındır. Israilin ümidi ve yıldızıdır.
Ona hizmet etmeğe ve faydalı olmağa çalış güzel kızım."
* * *
Muhakkak ki; büyük bir vazife yüklenmiş bulunuyorum. Bu, o kadar büyük ve
kudsî bir vazifeki; bana cümle cümle, teker teker söylüyorlar. Elbette ki birşeyler
anlıyorum, ama hepsi o kadar mı bilmiyorum. Yarınlar, hâdiseler herşeyi açıklayacak
12
Birinci Dünya savaşının kopmasına iki ay var. Fakat bundan kimsenin haberi yok. Hele neticesinden
ve gayesinden...
59Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
bize... Bizi Gettolardan, Pogromlardan, hakaretlerden, kırbaçlardan kurtarıp bu hür ve
mes'ud hayata kavuşturanların elbette bir bildikleri var. Onlara inanmak, onların
sözünden dışarı çıkmamak yapacağım tek şey.
Köyümüze döndük. Herkesi ümit ve neşe içinde buldum. Normal bir hayat
sürüyoruz. Anbarlarımız erzakla, kuru üzümle ve bademle dolu. Yafa'daki bankada
paramız var. Sıkıntı ve yokluk nedir unuttuk. Gerçi tarlalarda ve Güneş'in altında
çalışmak zor fakat kazançlı!.. Düşmanlarımız: “Saban tutmayan ellerde asalet yoktur"
derler. İşte şimdi sapan da, orak da, çapa da tutuyoruz, sanki bunlar mı bize asalet
veriyor? Bu da çok sürmeyecek!.. Biz fizikî kuvvetlerle kol ve bacak güciyle değil,
eşsiz zekâlarımızla Dünya'nın efendisi olacağız. Fellahlar Güneş altında köle gibi,
esir gibi, ecir gibi çalışacak ve biz onların sırtından geçineceğiz. Ama bugün
topraktan aldığımız mahsullerin bir kışımın anbarlarımıza, bir kısmını pazarlara
sevkedip para kazanmak da doğrusu tatlı şey. Varşova'da ve Karakoy'da, loş
dükkânımızda, bir pis gayri yahudinin elinden eşyasını ucuz almak ve yahud
değerlerini bir türlü takdir edemedikleri eşyayı, antika diye budalalara yutturmak... Ne
yalan söyleyeyim öteden beri benim hoşuma gitmiyordu. Bir de şunu düşünüyorum:
Aç sinekler gibi banka kapılarına üşüşüp para ve kredi dilenen kaba insanlara
yaptığımız tahakküm ve büyük fabrikalarda çalıştırdığımız onbinlerce işçiden
ehramlarda harcadığımız emek ve çektiğimiz işkencelerin acısını çıkarmak duygusu
insana ne büyük gurur ve teselli veriyor.
Babam diyor ki; Amerika'daki bütün silâh fabrikalarının sahipleri yahudilermiş.
Dünya'nın servetini bu yoldan hazinelerimize çekmek ve yaptığımız silâhlarla
goyimleri birbirine kırdırmak!.. Neye gözyaşı döküyoruz? İntikamımız bol bol alınmış
bizim. Şimdi geriye David'in bayrağının dalgalandığını görmek kaldı. O da olacak!..
Biz bu davanın öncüleri değil miyiz?
Haftanın her çarşamba günü Cauna'dan gelen doktor haham bizleri köyün
gazinosunda topluyor ve bize Talmut'dan parçalar okuyor. Ne derin manalar var bu
Talmut'da.. Doktor tefsirini de yapıyor, mest oluyoruz. Ezberlediğimiz parçalar var,
meselâ şunlar:
"Yalnız İsrail oğulları insandır, diğerleri değildir."
"Yahudi olmayanlar murdardır. Bunların pis ellerinin dokunduğu her şey
mekruhtur."
"Eğer bir gayri yahudinin Öküzü, bir yahudinin öküzünü boymızlayıp yaralarsa,
yahudi olmayan ceza görmelidir. Şayet bir yahudinin öküzü, yahudi olmayan bir
ken'âninin öküzünü yaralarsa, ceza mevzuubahis değildir."
Bunun gibi nice hikmetleri tekrar tekrar okuyup hafızalarımıza nakşediyorlar.
İçimden bir ses yükseliyor, vicdanın sesidir belki bu! Diyor ki: Acaba bu kadar
sert hükümler ve haksız kararlarını biz yahudileri insanların gözünden düşürmüş,
herkesi bizden uzaklaştırmış, Cihan'ın nefret ve istikrahını üzerimize toplamış. Evet;
zulüm, işkence, katliam, hakaret bunların hepsi bize bir hak verir, verir ama acaba ilk
başlayan kim? Biz mi, onlar mı? Aman yarabbi ne içinden çıkılmaz muamma bu?"
Ey Adonay sana tövbe etmeliyim. Ruhumda fırtınalar kopuyor, istifhamlar
düğümleniyor. Hangi tahsil, hangi bilgi, hangi görgü ile bunları çözeyim. Acizim, acz
içindeyim. Bir hakikat nuruna, bir hakikat ışığına o kadar muhtacım ki!..
60Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Kudüs'e gidip gelmek, Cauna'da toplanmak Ezra'nın vaizleri, ırkdaşlarımın göz
yaşlan, feryat ve figanlar, asırlardır bitmeyen şikâyet ve ıztırab!.. Bütün bunların son
tesellisi istiklâl ve yeni bir devletin doğuşu Öyle mi? Belki!
Babam bugünlerde kendisini adeta Musa'nın azizi, müridi gibi telâkki ediyor,
ondaki vecit ve heyecan ne? Fakat Polonya'da iken, derin uykumda karyolamın
başında gördüğüm hayalet ne idi? Hayvani şehvetini kendi öz kızının üzerinde
teskine yeltenen kudurmuş bir insana baba demek kadar bir insan için talihsizlik
tasavvur edilebilir mi?
Evet gencim ve güzelim. Ayna gibi bir dostum var, kendimi görüyorum ben!..
Aşka, sevgiye o kadar muhtacım ki!.. Ama bunları ben, kendi tabii haklarım için değil
de aklımın ermediği büyük idealler için kullanacakmışım. Belki onlar haklı, belki ben?..
Kafamı kurcalayan bir nokta var: Bu oyun elbetteki bugün, burada ve benimle
başlamıyor. Bin yıl, iki bin yıl ve belki daha bir çok bin yıllar!..
Günahım varsa sen bağışla, büyük Yehova! İradem sarsılmış, mantıkim
kaybolmuş benim...
15 Temmuz 1914
Köyün bir çok erkekleri ve babam sabah erkenden çiftliğe gittiler. Köy
kadınlarında göze çarpan bir telâş var. Seviniyorlar mı, korkuyorlar mı belli değil. Belli
olan saklanması güç bir heyecan dalgasının köyümüzü sarmış olmasıdır. Açıkgöz
komşumuz madam Röbekâ telâşlı, telâşlı birşeyler anlatıyor, kapı kapı geziyor ve
yorulmadan, heyecanlı heyecanlı adeta kendinden geçmiş gibi şunları tekrarlıyordu:
“- Yangın başlıyor. Alevleri Dünya'yı saracak ve Dünya'yı kül edecek! Şimdi
goyimler yahudi fabrikalarının imal ettikleri silâhlarla birbirlerinin öldürerek,
milyonlarca yuva yıkılacak, milyonlarca insan cesedi ve enkaz haline gelmiş bir
Dünya'nm harebeleri ortasından İsrailin Devleti, David'in saltanatı, Salomon'un
haşmeti doğacak! O zaman biz, Dünyanın tek efendisi, tek hakimi olacağız. Titüs'ün
de Babil'in de acısını çıkaracak, intikamımızı alacağız.
Yehova bize ne diyor?
Seni Mısır diyarından, esirlik evinden çıkaran Allah'ın Yehova ben'im.
Şimdi bizi bu barbar Türkler'in, müfrit Araplar'ın, hâin Avrupalı'nın da elinden
kurtaracak. Büyük haham Rabinoviç ne demişti:
Gün geliyor, Israel yakında kurtulacak ve Dünyanın efendisi olacaktı!.. Evet;
Yeryüzünde bir kıyametin kopacağını ve goyimlerin birbirlerinin boğazına sarılıp,
kendi kendilerini yok edecekleri günün yaklaştığını ihtiyarlarımız tekrar edip
duruyorlardı. Bakınız ne kadar doğru imiş...
Röbeka ev ev dolaşıyor ve bu hitabeyi tekrarlıyordu. Bende müdhiş
heyecanlandım. Muhakkak ki; birşeyler oluyor. Obur, haris, alçak Avrupa yerinden
oynuyor. Yamyamlar gibi, kudurmuş köpekler gibi birbirlerini yiyecekler. Demek ki
İsrail'in ahi tuttu. Oh olsun alçaklara!..
Babam ve arkadaşları çiflikten döndüler. Hepsi heyecanlı idi. Yüzlerindeki
manayı doğrusu iyi okuyamadım. Meyus mu idiler, yoksa memnun mu?
61Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Akşam yemekten sonra babam bize şunları söyledi:
"— Avrupa'da yangın başladı. Kıvılcımlar buralara kadar sirayet edebilir.
Şimdilik bir şey gözükmüyor. Fakat, bu Dünyayı saracak ateşi, biz İsrail oğulları
yaktık ve alevledik. Bu yangının bütün Dünyayı insanlarıyla beraber kül etmesini
istiyoruz. Ancak o zaman bizim için tam kurtuluş olacak..."
Bütün bu söylentiler bütün olaylar, bütün bu iç yüzünü bir türlü
kavrayamadığım muammalar ve yarınlar... Hele yarınlar, hele yarınlar!
Gece yatakta yarı uyku, yarı rüya, yarı uyanık, hep birbirine girift hisler,
tahminler, ihtimaller ve birazda kâbuslar içinde geçti. Sabahı bekliyorum, güneşi
bekliyorum. Hem ortalık aydınlansın, hem de ruhlarımız...
15 Ağustos 1914
Bütün Osmanlı ülkesinde bir hareket, bir kıpırdama, bir faaliyet var. Türkler'in
de kavgaya katıldıkları söyleniyor. Zaten Dünya'nın neresinde bir cenk olur da Türk
ondan geri kalır! Asya'nın göbeğinden bir sıçrayışta Avrupa'nın ortasına atlayan ve
buraları bir yumrukta ellerine geçiren Türkler'den sakınmak lâzım geldiğini söylüyorlar
bize!.. Geçenlerde Yafa Hükümet reisi köyümüzden geçti. Türk değil, Libyalı bir Arap.
Ne bir kahvemizi içti, ne de yüzümüze bakmağa tenezzül etti. Suratından düşen bin
parça olur. Babam başta köyün erkekleri herifi karşıladılar, selâmladılar, saygı
gösterdiler, fakat hiç para etmedi. Anlaşılan bunlar bizim buradaki refah ve
saadetimizi kıskanıyorlar, yerleştiğimizi istemiyorlar. Varsın istemesinler,bir gün
gelecek onlar buradan defolup gidecekler, buranın tek efendisi biz olacağız. Yalnız
buranın değil, bütün Dünya'nm!..
Aron bize ilk sinyali verdi: Kulaklarınız kirişte, gözleriniz açık olsun! Her
hareket, her hadise günü gününe bize bildirilecek. Sarah mutemet
adamlarından Jozef ile ilk emrini gönderdi: "Mıntıkanızdan geçecek,
yakınlarınızda konaklayacak veyahud yerleşecek her Türk birliğinin kuvvetini,
kumandanını, silahlarını cinsini ve mümkünse kumandanının adını öğrenip
hemen bize bildiriniz. İçlerinden zabit ve neferlere sokullarak, onlara iltifat
ederek, gönüllerini hoş ederek kendilerinden malumat alınız. Her haber bizim
için mühimdir. Suzy! Tarih sana en büyük vazifeyi veriyor. Bu; Türkler'in bu
topraklarda son günleridir. Bu günlerin kısaltılması için çalışmak borcumuzdur.
Onlar tamamiyle ayaklarını kesip buralardan defolmadıkça istikbalimiz emniyet
altında değildir, Türkler'in ne kadar haşin ve barbar bir millet olduğunu
tarihlerde okumuşsundur. Bugün bir şey anlamıyor gözükürler fakat birgün,
fırtınalar gib, kasırgalar gibi birdenbire kopup yuvamız, yurdumuzla birlikte
silkip atmalarını daima hesaba katınız ve aklınızda tutunuz. Ona göre daima
tetikte bulununuz ve en ufak hareketlerini takip edip bildiriniz. Yehova bizi
korusun!"
* * *
Ortalık sarsılıyor, yeryerinden oynuyor. Arz-ı Mev'ud, alay alay tümen tümen
Türk çizmeleri tarafından çiğneniyor. Hodkâm Almanlar ve barbar Türkler, birbirlerine
ne kadar yakışıyor!.. Birlikte harbe girmişler, ikiside bizim düşmanımız. Şu nokta
zihnimi o derece işgal ediyor ki, geçen gün köy muallimi Benjamen bana şunları
anlattı:
62Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
"Ben Türkler'in barbar ve merhametsiz insanlar olduğuna katiyyen
İnanmıyorum. Aksine olarak çok merhametli ve asil insanlardır. Bak bizleri buraya
yerleştirdiler. Kendi köylüleri fakirlik ve sefalet içinde yüzerken biz burada konfor ve
refah içinde yaşıyoruz. Kimsenin bizi kıskandığı yok. Mal ve can emniyeti içindeyiz.
Sonra şunu unutmayalım ki, "Avrupa'dan o mel'un Katolikler bizi koğup binbir çeşit
işkenceye mâruz bıraktıkları zaman, medenî dünyada yalnız Türkler bize avucunu
açmış, vatanlarından bize toprak ve yaşamak imkânı vermişlerdir. Hakikat bu, fakat
İsrailin büyük ideali yok mu?"
* * *
Hakikat bu,öyle mi? Nasıl olur? Biz bu gerçeğe vakıf olunca var gücümüzle bu
millete nasıl düşman olabiliriz? Ben gençliğimi, güzelliğimi, istikbalimi ve aşkımı, her
şeyimi, her şeyimi bu millet aleyhine seferber etmiş bulunuyorum. Bizi köpekten
aşağı tutan, bize her türlü zulmü reva gören,dindaşlarımızı bir çırpıda kıtır kıtır,
doğruyan Ruslar ve Polonyalılara böyle bir husumet ve suikasdda bulunmayıp da bizi
buralara yerleştiren, bize ekmek ve mekân veren Türkler aleyhine kullanmak ve bu
işte vazife almak!.. Bu çok feci yarabbi! Demek her şey İsrail için her şey büyük İsrail
devleti için öylemi? Ama bu hikâye o kadar bayat, o kadar eski, o kadar müstamel ki!..
Bir sürü kehânet, bir sürü fantazi, bir sürü mistik hikâye!.. Asırlarca ecdaddan evlâda
evladdan ahfada hep bu masal, hep bu hikâye!.. Ondan sonra bütün milletlerin
sönmek bilmeyen, gittikçe alevlenen kinleri ve düşmanlıkları. Şimdilik öyle... Yarını
kimse bilmez. Fakat biz yarın için çalışıyonız,şu sonu gelmeyen yarınlar için...
Zihnimi kurcalayan, vicdanımı hırpalayan bu düşüncelerimi mazallah
duymasınlar, beni yok ederler vallahi... Hele babam, hele babam.,.
* * *
..................................... Silinmiş ve üç sahile okunamamistir.
* * *
Türkler'in Mısır'ı fethetmeğe hazırlandıkları söyleniyor. Amma tûl-i emel ha! Bir
zamanlar zengin Viyana'yı yağma etmek için ellerini oralara kadar uzatmadılar mı?
Yakın vakte kadar Mısır onların ellerinde değil mi idi? Bizi sonuna kadar burada
bırakırlar mı bilmem? Şu var ki biz bütün gücümüzle onları arkadan hançerlemeğe
çalışacağız.
Süveyş Kanalını geçip Mısır'ı fethetmek için Türklerin geniş ve ciddî mikyasta
hazırlıklarda bulundukları burada bomba gibi patladı. Yeruşalem demiroyunu
sökmüşler, Süveyşe doğru şimendöfer yapacaklarmış. Babam anlatıyor, Türk
ordusunun kumandanı Cemal Paşa isminde gayet sert ve insafsız bir adammış. Türk
kabinesinde de Bahriye Nâzırı imiş... Kim olursa olsun bu koca çölü nasıl aşacak
bunlar!.. Sakın onlarda bizim kavmimiz gibi, Musa'nın ümmeti gibi Sina'da seneler
senesi kendilerini kaybetmesinler, ama bu asırda hiç de bunu sanmam. Şu var ki
onları Firavun yerine şimdi ingilizler karşılayacaklar. Yaşayan görür. Bekleyelim.
Tarihi günler yaşadığımız malûm!.
63Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Babam dün Kudüs'te Aron'un 'yanına gitti. Yafa Remle Mıntıkasında ne miktar
asker toplandığını ve daha cenuplara ne kadar süvari, topçu ve piyade geçtiğini
bildirdik. İçlerinde Alman zabitleri olduğunu ve "Fon Kreys" isminde bir de Alman
generali olduğunu onlar tabii biliyorlar. Hiç görmediğimiz hecin süvari kıtalarını da
bildirdik. Taberiye'de Lübnan'dan gelmiş bir piyade fırkası olduğunu ilâve ettik. Daha
da malûmat topluyorum, civar yahudi köyleri de elde ettikleri haberleri Kefer
Kenna'da Hıristiyan rahibi kıyafetine girmiş olan fedakâr ırkdaşımız "Mişel=asıl ismi
Jakob'a bildiriyorlar." Adanmış topraklar baştan başa Türk çizmeleriyle çiğneniyor.
Şayet bunlar Mısırıda elde edecek olurlarsa bizi burada oturturlar mı acaba? Hiç
ummam. Bu düşünce bir kâbus gibi rüyalarıma giriyor. Fakat şuna emin olmalıyız ki;
kudretli ve namağlûp İngilterenin sırtı öyle kolay kolay yere gelmez. Biz, bütün
varlığımızla onun yardımcısıyız. Türkler'in cepheleri gerisinde başaracağımız
vazifeler hiç şüphesiz bir ordu kadar faydalı olacaktır. Kadın, erkek genç, ihtiyar
cümlemiz seferber vaziyetteyiz. Arz-ı Mev'ud'un her köşesinde mevzi almış, tarassut
noktalarını tutmuş olan ırkdaş-lanmız evvelâ Türk ordusunun kuvvet ve kudretten
düşüp mağlûp olması, sonra da İngilizlerin buradan defolup gitmeleri için çalışıyor.
Yehova'nın bize yardımcı olduğundan kimsenin şüphesi olmasın Bu inançla ve
istikbalin parlak vaadlerini düşünerek müsterih oluyor ve gebe olan gecelerin, gebe
olan gündüzlerin, ve gebe olan yarınların neler doğuracağına intizar ediyorum. Bu; en
emniyetli ve kestirme yol!...
Arz-ı Mev'ud kaynıyor. Yeruşalem Türk askerleriyle dolup boşalıyor. Her yer
onların işgali altında... Köylerimiz, çiftliklerimiz onların kontrolünde. Bu adamlar
Süveyş Kanalını aşıp Mısır'ı işgal edecekler mi acaba? Köyümüzde, komşularımızda,
civarımızda hep bu mevzu... israil büyükleri hep bununla meşgul. Kudüs, Yafa, Hayfa,
Kefer Kenna, hatta "Nasıra; Taberiye ve Sihron Jakob'ta mevki almış olan tarassud
memurlarımız ve fedakâr ırkdaşlarımız hiç bir şeyi gözlerinden kaçırmıyorlar. Bizi
Türklerin idaresinden kurtaracak olan İngilizleri kazandırmak için Siyon öncüleri
kamilen seferber... Hepimizin endişesi, Türkler hakikaten zafer kazanacak olursa
birgün, er veya geç bizi buradan koğmalarıdır... Biz buralarda, Anayurdumuzda,
adanmış topraklara yerleşmek için az mı çalıştık, az mı fedakârlık ettik, az mı kurban
verdik!.. Ve asırlarca işkence içinde bekledik. Hayfa hahamı doktor Nahmiyas birgün
bize şunları söylemişti:
"Irkdaşlarımız ve dindaşlarımız bu topraklara, bu, bize mev'ud ve bizim olan
muazzez vatana hicret edip yerleşmek için her fedakârlığı göze almıştık. Bütün
yeryüzündeki yahudi hazineleri bu iş için seferber olmuşlardı. Milyonlarca altın bu
uğurda sarfolundu. Milyonlarca altın Türk Sultanına rüşvet teklif edildi ve en sonunda
bütün bu gayretlere şiddetle göğüs geren Türk Padişahı alaşağı ettik. Yarın ellerine
yeni bir kuvvet ve fırsat geçmesin, akıbet yine kötü, yine vahim... Yarın yine böyle bir
sultan, bu tipte, bir hükümet adamı çıkarsa, bu mes'ud yuvalar yıkılır, bu güneşli diyar
bize zindan olur. Fakat endişe etmeyiniz, dünya'nııı bütün köprü başlarını elinde tutan,
dünyanın bütün servetine sahip olan bizler artık bir daha ve ebediyen o karanlık
günlere dönmiyeceğiz..."
Bu nutuk birçoklarımızı coşturdu, bir çoklarımızı teselli etti. Ama benim içimi bir
kurt kemiriyor, bir türlü iç huzura kavuşamıyorum. Bir sürü Acaba zihnimde, kafamda
düğümlenmiş duruyor.
64Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Mühim bir şeye dikkat ettim; sırtlarında kışlık yünlü elbiseler, arkalarında ağır
çantalar yüklenmiş olan Türk askerlerini köyümüzden geçerken dikkatle seyrettim.
Vicdanım altüst oldu. Bunların fakir bir millet olduğu muhakkak!... Bu cehennem gibi
sıcak yerlerde kışlık elbise olur mu? Güçleri yetse idi elbette ince keten elbiseler giyer
ve ona göre teçhiz edilebilirdi. Ama şu var hem de çok mühim bir nokta: Köyümüzden
geçen asker ve zabitlerin yüzlerine dikkatle bakıyorum, hiç bir millette benzerini
görmediğim bir asalet ve tevekkül var bunların yüzlerinde... Fakir oldukları malûm,
fakat içlerinden hiç biri kafasını çevirip kıskançlıkla bize bakmağa tenezzül etmiyor.
Bağlarımızdan bir salkım üzüm, bademlerimizden bir tek badem kopardıklarım
görmedim.
Geçen gün fevkalâde giyinmiş, son terece muntazam bir alay geçti
köyümüzden. Zabitleri köy kahvesinde yarım saat kadar dinlenip birer kahve ve
limonata içtiler. Kahvecimiz bunlardan para almak istememişti, ikrama tenezzül
etmediler ve bahşişleride ekleyerek öyle ayrıldılar. Askerlerin yüzlerinden öyle
merhamet ve sükûnet okunuyordu ki; insan bu kuzu gibi adamların düşman
karşısında nasıl poz alacaklarını merak ediyor doğrusu.. Ama düşünüyorum,
Asya'nın ortasından gelip biranda Avrupa'yı dize getiren ve asırlar boyu büyük bir
imparatorluk kuran bu milletin muhakkak ki, bizim göremediğimiz fevkalâde bir tarafı
var. Şimdiki halde benim gördüğüm asil, sakin, merd ve mütevazı insanlar!.. Bu
milletin arkasından, karanlıklarda hançer sallamak; işte bu çok fena, çok âdi bir iş...
Biz bunu müstakbel ve büyük ve müstakil İsrail Devletinin hatırı için yapıyoruz.
Kızlarımız bekâretini, güzelliklerini ve hayatlarını bu uğurda vakfettiler. Erkeklerimiz;
süngüsünün gölgesinde yaşadığımız insanların ve hükümetlerin hayatlarına bunun
için sûikasd yapıyorlar. Riyakârlık ve iki yüzlülük bu maksad için mubah ve hatta
mukaddes telâkki ediliyor. Fakat şu nokta vicdanımı o kadar eziyor ki: Her biri bir
herkül, herbiri bir kahraman ve o nisbette sakin ve mütevekkil olan bu insanlar
aleyhine reva gördüğümüz hiyânet ya sonunda yine bir fiyasko ile neticelenirse!. Ya
yine bu insanlar muvaffak olur ve bizim göklere çıkardığımız, İngilizler mağlup olup
burudan defolup giderlerse... Evet onlarda defolup gidecekler ve burası bize kalacak,
sadece bizlere!... Ama daima aksi kazıyye sabittir derİer, o zaman halimiz nice olur!..
İşte böyle birbirine zıd, birbirine girift hisler altında eziliyorum ben!.. Nihayet ben de
bir insanım. Hem de genç ve güzel, aşka ve ihtirasa muhtaç bir kız... Vicdanım bir
mengene içinde sıkılmış gibi azap içindeyim.
Bizim istiklâl davamız!.. Büyük İsrail Devleti!..
* * *
65Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Muhterem okuyucu! Filistin cephesinde tatbik şartlarının en tahammül edilmez
şartlan altında düşmanla savaşmış olun "Mehmetçik"! erin cümlesi istisnasız Anadolu
evlâtlarıydı. Benim Gazze'de birlikte harbe girdiğim alayın bir bölüğü... Her an
yüzlerinde Türklüğün, mertliğin bütün işaretleri göy.e çarpıyordu.. Masumiyetleri,
erkekleri, necâbetleri, tevâzuları, cesaretleri daima yüzlerinden akıyordu... Erlerin her
biri, teker teker ırkımın üstün vasıflarına taşıyordu. Müslüman imanı ve Allah aşkı
ruhlarını kaplamıştı. Ekserisi, Andolu'nun soğuk yaylalarından, Türk'ün şan ve
şerefini korumak için, herbiri bu ateş ve güneş diyarına gelmiş, türlü yoksulluklar,
mahrumiyetler ve bilhassa susuzluk içinde Sina Çölünü, Tih Sahrasını aşmış olan bu
arslanlann her birinin yüzünde tevekkülün ve Türklüğün, Müslümanlığın asalet nuru
akıyordu... Koca "Mehmetçik'ler Fâtih'lerin evlâtları, Oğuz Han'ların, Alp Arslan'ların
torunları! Hiç birinin gönlünden ve kafasından: "Bizim bu çöllerde işimiz nedir"
istifhamı geçmiyordu... Onlar, sadece Müslümanlığın ve Türklüğün şerefini,
vatanlarının şanını düşünüyorlarda... Bu yiğitler, analarını, yavuklularını, yuvalarını
terk ederek nereye gidiyorlardı? Çöllerde, Süveyş Kanalında işleri ne idi? İçlerinde bu
cihetleri düşünen yoktu... Devlet harbe girmişti. Onlarda namus borcunu, vatan
borcunu seve seve ifa ediyorlardı.
Şu var ki, asil kanlarıyla müdafaa ettikleri bu koca vatanda arkalarında bîr
hıyanet şebekesinin varlığından ve aleyhlerine kurulmuş olan kahbe tuzaklardan o
kadar habersiz idiler ki, Onun asil kafası bu derece büyük bir namussuzluğu,
vicdansızlığı nasıl kavraya bilirdi?.. Namertliğin, riyakârlığın, vicdansızlığın, alçaklığın
ve hıyanetin ne demek olduğunu bu asil insanlar elbette bilemezlerdi ve
bilemiyorlardı da... Başları göklerde, öyle mağrur, o derece mütevekkil ve o nîsbette
sakin idiler ki... Yahudi kızının dediği gibi; bu insan kıyafetindeki arslan'lar, kendi
kanlarıyla müdafaa ettiği bu güzel ve sıcak vatan parçasında her biri bir villâ'da, her
biri bir köşk'te prensler gibi yaşayan bu çıfıt'lar buraya nereden gelmişler ve bunları
buraya kimler getirmişti?..
66Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Türk birlikleri; Türk erleri, bölük, bölük, alay alay, tümen tumen sanki bir
kasırga ve sel gibi; kanal'a doğru akıyordu... Vaktiyle büyük Hakan Yavuz Sultan
Selim'de bu çölleri aşmış ve bu ülkeleri fethetmişti... Fakat; onun arkasında,
ordularının gerisinde bizleri arkadan hançerliyen kahbe "casuslar ordusu" hiç yoktu...
Bu durum karşısında insan gayri ihtiyari şu mısraları mirıldanmak lüzumunu duyuyor:
"Dört tarafı, amansız düşmanlarla sarılan;
Zavallı, Tülk, yılarca, nice hıyanete katlandı;
Merhametsiz ellerle, arkasından kazılan;
Çukurları görmedi, tatlı dile inandı..
O dillerin ucundan çok zehirler fışkırdı;
Beslediği yılanlar, hep kendisini ısırdı...."
Asırlar boyu savaş meydanlarında kolaylıkla elde edilmiş olan zaferler, neden
bugün münhezimiyetle neticeleniyordu? Müteessif hâdise, her yönden cephe gerisini
korumakla görevli olan "İstihbarat teşkilâlımız"ın İstanbul'daki "Mason Ekâbir"in
zaman zaman tesiri altında kalmasıdır. Bu yüzden cephelerde şehidler verilmiş ve
elde edilmesi kafi olan zafer ihtimâlleri acı mağlûbiyetlerle neticelenmiştir.
67Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Haziran 1967 Arap - İsrail harbinden çok acı bir sahne. Yahudi gençleri
Kudüste "Kudurmuş Köpekler" gibi. Coşmuşlar. Sevinçleri sonsuz 900 milyon
Müslümanın üzüntüsü ise pek büyük.
* * *
David'in saltanatı!.. Dünyanın tek efendisi ve tek hakimi olmak iddiası...! Fakat
bu yeni bir şey değil ki!.. Ecdadımız, ecdadımızın ecdadlan asırlarca hep bu rüyanın
peşinde koştular. Bu rüya gerçekleşmedi ve bu uzun gecelerin sabahı gelmedi. Dilim
varmıyor, düşünmesi bile tüylerimi ürpertiyor ama, belki de İsrail çocukları ebedî
karanlıklar içinde, yeni yeni Babil esaretleri, yeni yeni Titüs Buhtunnasır kâbusları
içinde ezilecek, eriyecek!.. Şimdi ümitlerimiz kuvvetleri ve cesaretimiz yerinde!..
Çünkü harb var ve biz, büyük ve kudretli İngillereye yardım ediyoruz. Ya harb talih
Türkler'in yüzüne gülerse, o zaman halimiz ne olur?
Hayır, hayır! Bu kara düşüncelere lüzum yok. Türkler muzaffer olsalar dahi,
onlar âlicenab bir millettir her şeyi çabuk unutur, çabuk afvederler. Hem biz rolümüzü
o kadar sanatkârane oyunuyor, vazifemizi o kadar maharetle yapıyoruz ki, Türkler
davayı ve harbi kazansalar dahi bizi birer sâdık ve vefakâr vatandaş olarak kabul
edecekler!.. Onların saflığı ve âlicanaplığı bizim en büyük tesellimiz... Asabım
bozuldu, kendimi yatağa atıyorum!..
Gayet muntazam Türk birlikleri cepheye akın ediyorlar. Dün köyümüzden bazı
delikanlılar bu giden askerlerin mükemmel teçhizattı ve son derece disiplinli ve
muntazam olduğunu söylüyorlar. Onları bende alıcı gözüyle seyir ve takip ettim. Ne
mağrur, ne mütevekkül, ne tok gözlü, ne asil çehreli insanlar... Yüzlerinde
kahramanlık ve merdlik okunuyor. Avrupa'da gördüklerimizin hiç birisine benzemiyor
bu insanlar!.. Bunlar mı barbar, bunlar mı vahşi! Köyümüzden geçerlerken tenezzül
edip, başlarını çevirip yüzümüze bile bakmıyorlar. Ben bir çıkmazdayım ki, bunun
altından nasıl kurtulacağımı bilemiyorum. İnsaf sahipleri diyor ki: Irkdaşlarımız
medeni (!) Avrupa'dan tokat, tekme, yumruk, sille koğulduğu zaman bize Türkler
koynunu açmış, bize Türkler yurt vermiş, bizi Türkler himaye etmiş... Şimdi ben bu
milleti gayet yakından görüyorum, zabitleriyle konuşuyorum. O ne efendilik, o ne
incelik, insanı hayran bırakıyor. Buna rağmen bize ve ben bu asil millet aleyhine ve
egoist İngiliz hesabına ve lehine çalışıyoruz. Ne yazık!.. Tarih asırlarca bizi lanetle yat
etmiş, insanlık bizi asırlar boyu tahrik etmiş itmiş, kakmış!.. Fakat bizi bir türlü
yolumuzdan alıkoyamamışlardır. Bütün bunlar muhayyel bir David saltanatı için mi?
Bu devletin kurulduğunu farzedelim, bütün Dünyanın gözü bizim üzerimizde oldukça
ve yeryüzünde yaşayan milyarlarca insan bize düşman oldukça kaç yıl, kaç sene
payidar olur bu devlet? Vaktiyle Salamon'un saltanatı gözler kamaştırıyordu, kaç
sene sürdü bu saltanat!.. Şimdi ondan bize miras kalan, şu göz yaşlarımızla
suladığımız temel duvarlarından başka bir şey mî?
Ah benim câhil annem ve ah benim ahmak, şehvetperest, kabbalist babam,
Ah!... Beni bir maceraya sürüklüyorlar ki bunu altından nasıl kalkacağımı bilemiyorum.
Her şeye rağmen bana verilen, daha doğrusu güzelliğime ve cazibeme tevdi edilen
vazifeyi yapmaktan da kendimi menedemiyorum.
68Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Kimden af isteyeceğim veyahud kimden medet umacağım! Hiç! Felek bana bu
yolu seçmiş!.. Varşova ve Karakoyun rutubetli, loş, küf kokulu evinden, güneşli, zarif
köşklerine geçtik. Burada ne poğrom, ne katliam, ne de bize bakan hor gözler var..
Fakat biz asıl zehirimizi burada kusuyoruz. Bizi koruyanlara karşı!
Şu etrafımızdan alay alay tümen tümen geçen askerler!.. Bunlar vatanlarını ve
namuslarını müdafaa ediyorlar. Bunlar muazzam ve muhteşem ingiliz ordusuyle boy
ölçüşmekten pervası olmayan cesur insanlar, hepsinin yüzlerinde, şimdi
efsaneleşmiş olan şövalyelik okunuyor. Ve biz, bu şan ve şerefin arkasına gizlenmiş,
ellerimizde kanlı hançerlerle, o kahramanlara kahbece ve gizlice saldırmağa hazır
insanlar. Ben bu talihsizliği, Polonyada ki katliamlardan,, mahrumiyet ve sefaletlerden,
rutubetli evimiz ve daimi hakaretlerden daha ağır buluyorum. Şimdi bu güzel ev, bu,
kuş sesleriyle ahenklere bürünmüş, renkli çiçeklerle cennete dönmüş yerde saadet
namına birşey hissetmiyorum. Cennet içinde cehennem azabı...! Demek bizim
nasibimiz bu öyle mi? Lanet olsun bu kara talihe!
Türkler'in kanalı geçtikleri söyleniyor. Olur şey değil. Koca Tih Sahrasını,
susuz, şakasız geçip bir de Süveyş'i aşmak akıllan durduracak şey!.. Umulurdu bu,
bu milletten. Benim gördüğüm insanların yüzündeki manayı okumak lâzımdı. Dibi
gayet derin suların durgunluğu ve fırtınaları haber veren sessizliği vardı bunların
yüzlerinde... Kafamda kalan en köklü intiba, kışlık elbiselerle bu çölleri aşmak. Bunu
tabii gören ve bütün güçlükleri ve imkânsızlıkları normal telâkki eden imanlı kitlelerin
niçin böyle asırlar boyu Yeryüzünde hükümran ve hâkim olduklarının sırrını şimdi
daha iyi anlıyorum. Biz böyle miyiz ya?.. Biz paramız ve entrikamızla bütün Dünyaya
hükmetmeğe kalkıştık. Bizde de tahammül var, bizde de sabır var!... Hem de
fazlasiyle. Eksik olan tarafımız asaletimiz ve mertliğimizdeki noksanlık olacak. Bu
kadar âlim, bu kadar kafalı insan yetiştirmişiz. Dünya kültürüne hakim olduğumuzu
iddia ediyoruz. O halde niçin beşeriyet bizden nefret ediyor? Yoksa bizi kıskanıyorlar
mı? Kimbilir... Bu hikâye asırlık maceraları taşıdığı için onun sırrını varsın başkaları
çözsün!.
Dün Ramla'dan gelen bir ırkdaşımız, kanalı geçen Türk Ordusunun muvaffak
olmadığını ve gerilere doğru çekildiğini bize müjdeledi... Bu çekiliş acaba bütün Arz-ı
Mev'ud'u terk etmek suretiyle mi olacak, yoksa mevzii mi kalacak. O zaman ordu
burada başımıza ekşimez mi bizim? Bu daha büyük felâket o zaman varımızı,
yoğumuzu onlara yedirmek mecburiyetinde kalacağız. Gerçi parasını, hem de
fazlasiyle veriyorlar, fakat paraları yiyecek değiliz ya...
Aron Aronson beni çağırdı, yarın Kudüs'e gideceğim...
* * *
Aron Aronson dedi ki:
"Kızım; Türkler'in Kanal Seferin'de muvaffak olamayacaklarını zaten biliyorduk.
Fakat harbdir bu, bakarsın talih yüzlerine güler, Mısır tekrar ellerine ve
Abdülhamid'e benzer bîr adamda başlarına geçebilirdi, o zaman yahudilik ve onun
bütün hayalleri ve emelleri yok olup giderdi. Yehova buna müsaade etmedi. Şimdi
hepimizin vazifesi Türkler'in bu; ırkımıza ve mümtaz milletimize vaad olunan
topraklardan ebediyen ve külliyen çekilmesi için var kuvvetimizi sarfetmek, onların
her adımını saymak, her hareketini takip etmek ve günü gününe bildirmek. Hiç birşeyi
69
gözden kaçırmayın. Tek neferden, bölük ve tüneme kadar bütün birliklerin
mevcudlarını, sırlarını, silâhlarını, hareket cihetlerini hülâsa en ufak teferruat kadar
her şeylerini dakikası dakikasına zabtedip bildirmek.
Türkler kadına karşı zayıf kalbli insanlardır. Hele senin güzelliğin ve caziben
karşında fazla mukavemet edemezler. Babanın bu hususta vereceği talimata harfiyen
riayet et..."
Hemen köye döndüm. Bana güzel altın bir de bilezik hediye etti. Hayırlısiyle
takmak nasib olsun...
* * *
Köyün altındaki vadide bir develi bölük konakladı.
13
Biz, develerin bu kadar
sür'atle koştuklarını bilmiyorduk. Bizim bildiğimiz, çöllerin emektar ve cefakeş
nakliyecesi develer, gayet ağır hayvanlardı. Bunlar ise, ceylan gibi seğirtiyorlar. Öyle
sür'atli, öyle çevik şeyler ki... Hele onları hareket halinde görmek çok hoş. Öyle
heybetli manzaraları var ki.. Ve bu bölüğün başında, hususi kıyafetiyle genç bir
teğmen. Belki Dünyânın en yakışıklı erkeği...! Dün köy otelinin kahvesinde bir fincan
kahve içti. Babam benî yanına gönderdi fakat çok mağrur bir insan. O kadar hoş
giyinmiş ki..! Viladimir bunun eline su dökemez. Sırtındaki pelerin, develer uçarken
kanatlanmış meleklere benzetiyor onu. Bugün bir sır keşfetmiş bulunuyorum: Oda
aşkın yalan olduğunu... Viladimir'in, Polonya asilzadelerine mahsus mağrur tavırları
yanında bu zabitin, bu gencin şahane hareketleri, yüksekten bakışları ve içleri gülen
parlak gözleri ve insanı bir lâhzada tepeden tırnağa kadar süzen hakimiyeti vaziyeti...
Aklımı başımdan aldı.
Aşkıma mı yoksa İsrail'in asırdide, davasına mı hizmet edeceğim, ruhum bu iki
kuvvetin tesiri altında eziliyor, eriyorum ve harab oluyorum...
" - Bir kadeh konyak içermişiniz mülâzım efendi?" dedim.
"- Teşekkür ederim, kahve içtim" dedi.
"- Bu da bizim ikramımız olsun, kabul buyurunuz."
"-Çok nazik ve zarifsiniz madmezel..."
Bu mükâleme ceseratimi arttırdı. İsmini öğrendim : Halet. Fransa'da tahsil
etmiş. Asilzade olduğu her halinden belli. Ne yazık ki tek kelime Fransızca
bilemiyorum.
" - Burada kalacakmısınız?
" – Bir iki gün...
" - Sonra nereye gidecekseniz."
" - Nereye emrederlerse.
Bundan fazla bîrşey öğrenmek mümkün değil bu gençten.
* * *
Cismi değilse bile, hayali kaç gündür koynumda, yatağımda bu gencin!..
Kadınlarda bile bu kadar güzellik bulunmaz. Üstelik cesur ve merd bir erkek..
13
Hecin süvari demek istiyor.
70Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Biz, tabiî ve normal haklarımız ve ilişlerimizden zorla kendimizi uzaklaşıp
davalar ve asırlık hayaller peşinde koşuyoruz. İnsanlık haklarımızı inkâr ediyor,
çiğneniyoruz. Bu, ne zaman kadar böyle gidecek ve nerede son bulacak, nerede
duracak?
Tıbkı iki ruhlu insanlar gibiyim. Cesedimde hangi ruh hakim onu tayin
edemiyorum. Aşk beni yerden yere vuruyor.. Vazife ve ideal, tesirinden yakamı
sıyıramadığım bir kâbus gibi beni eziyor. Hem de kıyasıya.. Benim yasımda, benim
kadar güzel bir kızın hayatta ve Dünya'da nasibi sade bu mu yarabbi! Büyük İsrail
Devleti, David saltanatı, Dünya'nın bütün insanlarına tahakküm etmek ve mümtaz
millet olmak... .
Bütün bu, asırlardan beri ecdattan ahfada intikal eden ve ırkımıza çok pahalıya
mal olan inanç..! Cesaretin varsa ve kendinde o kudreti görüyor isen bu kâbustan
sıyrıl da göreyim seni Suzi!
Halet heybetli kıtasını önüne düştü ve kuş gibi uçtu. Develerin hayret verici
çevik hareketleri ve kayışları, kısa süren rüya gibi gözlerimin önünden sıyrıldı geçti.
Ne bir veda, ne bir tahassür, ne de ufak bir iltifat... Bu Dünya güzeli erkek, bunların
hepsini bize çok görerek ufuklardan öyle süzülüp gitti ki!.. Hani Türkler kadına düşkün
idiler. Yalan bunlar, bütün güzelliğimi, bütün cazibemi, bütün zekâmı seferber ettim, o
mağrur gözleri dönüp bana bakmadı, o parlak gözlerin içi sıcak sıcak bana gülmedi.
Aşka da, Viladimîre'de, Halete de, güzelliğime de, şansıma da, anama da,
babama da hepsine lanet olsun! Bu hayatada!...
Türkler'in ağır ağır çekildikleri söyleniyor, ingilizler nedense peşlerine
düşemediler. İşten anlayanlar diyor ki: Eğer arada kanal olmasaydı. Türler şimdi
Mısır'ı baştan başa ellerine geçirmiş olurlardı. Araplar da onlara yardıma hazırmış.
Ne olsa her ikisi de Müslüman. Bizim dinimizi, diyanetimizi çiğneyen Müslümanlar!..
Dün akşam buradan dolaşan söylentilere inanılmak lâzım gelirse Türkler
Katya önlerinde bir ingiliz birliğini perişan ve mağlûp ederek bir çok da esir ve hayvan
elde etmişler. Garip şey!.. Bu sessiz, sakin millet bunu yapıyor. Tevekkeli dememişler,
böyle sessiz insanlardan korkulur. Onları harb cehpesinde doğüşürken görmek
isterdim. Acaba şu güzel Halet düşman karşısında nasıl efsaneleşir, nasıl
harikulâdeleşir... Onun kanat açmış melekler gibi, pelerini içine rüzgârları doldurarak,
şu ince bacaklı, çevik develeriyle düşmana saldırışını seyir ve temaşa etmek ne
doyulmaz bir zevk, ne anlatılmaz bir heyecan ne ifade edilmez bir şey olurdu.
Fransa'da okumuş, iyi bir aile muhitinde yetişmiş, kibarlığı güzelliğinden,
güzelliği kibarlığından üstün bir insan. Fakat o yukarıdan bakışları, o göz ucuyla
insanı süzen, arada bir belindeki kırmızı kuşağına elini sokup karşısındakini hiçe
sayan insan... Belki de onun bu hali beni çileden çıkardı. Bu, ne Viladimire benziyor,
ne de benim şimdiye kadar gördüğüm diğer insanlara. Bunda başka bir füsun, başka
bir cazibe, başka bir mana var.!"
"- Nereden geliyorsunuz!." dedim, cevap alamadım.
"- Nereye gidiyorsunuz? dedim. Öğrenemedim. Ne İpek saçlarım, ne hareli
yeşil gözlerim, ne de herkesin aklını başından alan güzelliğim bu delikanlının
71Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
ruhunda en ufak bir ihtizaz yapmadı.!. Aklıma tuhaf bir fikir geldi, eğer birgün
kadınlarda asker olup cephelere gidecek olursa bu adam tek başına hepsini esir eder,
çıkar.
Aman Yarabbi! Benim bu kadar heyacanım ve aşkıma rağmen buna bu
insanların mezarını kazmak vazifesi verilsin. Bize yurt veren, bizi koynunda
barındıran, bizi bağrına basan bu insanlardan ne alıp vereceğimiz var. İşitseydim
inanmazdım, gözlerimle gördüm. Kaç tabur, kaç alay köyümüzden geçti. O, buram
buram terleyen, sıcaktan bunalmış insanlar tenezzül edip bizim elimizden bir bardak
su içmediler ve istemediler. Sakalarının getirdiği su ile yetindiler.
Sunu unutmayalım; Arap kadınları desti, desti su ve ayran ikram ettiler onlara...
Sepet sepet portakalları yollarına serdiler ve en garibi, bu savaş meydanlarına giden
erlere cesaret vermek için hep bir ağızdan bağrıştılar:
"Namusumuzu müdafaa edeceksiniz. Biz kadınlarınız arkanızdayız. Allah
sizinle beraberdir. Düşmana arka çevirmeyiniz. Vatanımızın ve bizim namusumuz
sizlere emanettir."
Hiç bir teşkilâtın eseri olmayan, kendilinden doğan bu göz yaşartıcı manzara
beni öldürdü ben de sinir namına birşey bırakmadı.
Araplarla Türkler'in birbirlerini sevmediklerini ve bizim bundan istifade
etmekliğimizi tenbih etmişlerdi. Bu mu sevmemek? Gözlerimle görmeseydim
inanmazdım. Arap kadınlarının yollar üzerine serdikleri portakalları kapışan, suya,
ayrana saldıran insan görmedim. Çok vekarlı, çok asil bir millet bu....!
Ve ben... Hiç bir şeye akıl erdirmeden, hiç bir alâkası olmayan bu zavallı
insanların aleyhine çalışayım. Bu, bir insan İçin tasavvur edilecek talihsizliklerin en
büyüğü, en fecii, en korkuncu!.. Bizim hahamlarımızın, büyüklerimizin ve
ittihatçılarımızın bize söyledikleri sözler, önümüze döktükleri edebiyat ve çektikleri
nutuklara rağmen, içimin ta derinliklerinden, ruhumun kuytu köşelerinden bir ses
duyuyorum:
"- Suzi ! Bu hıyanetinin cezasını çekeceksin!.."
* * *
Babam bende gördüğü değişiklikten ve moral bozukluğundan şüpheye düştü.
O; Karakoydaki rutubetli, küflü odamızı unuttu, şimdi büyük idealler peşinde koşuyor.
Fakat karyolamın ucundaki onun meş'um hayali gözümün önünde olanca canlılığı ile
duruyor. Göya Talmut ona böyle bir hak tanıyormuş, Doğru ise, ne fecî şey bu!..
Fakat ben buna inanmıyorum, böyle şey olamaz.
Dün, öküz arabaları içinde bîr yaralı kafilesi köyümüzden geçip yukarılara
doğru gitti. Kudüsteki hastahanelere gidiyorlarmış. Sanki kolları, bacakları
parçalanmış insanlar değil de, düğün alayına giden delikanlılar gibi öyle sakin bir
halleri vardı ki bunların... Bir yandan onlara acıdım, bir yandan da kendimden
iğrendim, nefret ettim. Hakikaten biz böyle kötü, fena, habis ruhlu insanlar mıyız,
yoksa insanların taş yüreklilikleri ve bize reva gördükleri zulüm ve hakaret mi bizi bu
72Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
kötü yollara sürükledi? Gel de işin içinden çık!.. Hahamlar ve babam daima şunu bize
telkin ettiler:
"İsrail oğullarından olmayan herkes hayvandır. Onlara yapılacak her fenalık
mübahdır, borcdur. Bizi ayakta tutan, bize yürüdüğümüz dikenli yollarda cesaret
veren, bizi besleyen kinimizdir. Bu kin zayıfladığı gün güm diye yıkılırız biz. Bu kini
içimizde saklayınız, büyütünüz, yaşatınız ve goyimlere karşı bir şefkat ve merhamet
hissi beslemeyiniz."
Ama neden? Acaba bizim bu tarzdaki düşüncemiz mi insanları aleyhimize
çevirdi, yoksa onların bize yaptıkları zulüm mü bunu doğurdu? Yumurta mı tavuktan,
tavuk mu yumurtadan çıktı gibi bir şey!.. Bu mesele asırlar boyu halledilmemiş,
kıyamete kadar da halledilemez.
Mühim olan şu ki, şimdi benim masum omuzlarıma, başımdan büyük
mesuliyet yüklenmiş, ben bunu altında ezilirken bir de aleyhine çalıştığım insanları
tetkik ediyorum, bunlara ibtidaî dediler, bunlara, barbar dediler. Yemin ederim ki,
yalan bunlar! Birlikler köyümüzden geçerken, bu kızgın güneş altında şahlanan
sinirlerle moralleri zayıflamış zannettiğimiz insanlar tunçtan birer heykel gibi, sessiz
ve sedasız akıp gidiyorlardı, hiç birinde bir lâubalilik, hiç bir subayında hafif bir
hoppalık görmedim. Hele bu yaralılar... Hele bu yaralılar. Kırk, elli öküz arabalık bir
kafile idi bunlar. Arap kadınları yollarını kesmiş, önlerine geçmiş neleri var, neleri
yoksa onlara ikram etmişler... Limonata, ayran, su portakal ve saire... Bizim köyümüz
böyle bir insanlıkta bulunmadı. Ya bu adamlar buradan bütün bütün çekilir de biz, şu
kendini beyenmiş, hodgâm ingilizlerle başbaşa kalırsak, onlar böyle mi hareket
ederler, hiç sanmam! Ben bir İngiliz subayının karşısında arz-ı endam edersem böyle
mi hareket eder!.. Katiyen!... Avrupalıları gördük. Onlar bize Türkler aleyhinde
söylemedik söz bırakmamışlardı. Şimdi alay alay, yığın yığın cephelere giden bu
milletin erlerini, kumandanlarını görüyoruz. Ne işitmiş isek, bize bunlar aleyhine ne
söylenmiş ise hepsi yalan ve bunlar duyduklarımızın tamamen aksine hakiki birer
centilmendirler...
Körolası talih; beni bu asil milletin mezarını kazmakla vazifelendirdi. Allah
Şahid olsun ki; ben bunu isteyerek yapmıyorum. Evet, Polonya'da bulunduğumuz
sırada, mektepde, sokakta, parklarda bize yapılan hakaretleri hatırlıyorum ve
goyimlere karşı içimden kinler taşıyor, kabarıyor. Fakat bu zavallı adamların,
önümüzden kuzu, kuzu, sakin, sakin geçişlerine, vekâr ve kibarlıklarına bakıyorum da
ruhumun derinliklerinden bir ses, tokat gibi, kamçı gibi vicdanım üzerinde saklıyor ve
bana haykırıyor:
"Suzi! Cinayet işliyorsun. Bu kendi halinde insanlar, vatanlarının ve
namuslarının uğruna bu cehennem gibi sıcak iklimde dönüşüyorlar. Siz onları adım,
adım takip edip bütün sırlarım düşmanlarına bildirmekle büyük günaha giriyor, kana
giriyor, kötülük ediyorsunuz. Cezasını da mutlaka çekeceksin."
Cezasını öyle mi? Fakat nasıl bir ceza? Korkunç, evet korkunç! Bir ahtapot
gibi bütün kollarıyle ruhumu sarmış olan bu hayalet daima bana haykırıyor gibi:
"Cezanı çekeceksin Suzy..."
Gel de bunu benim ahmak ve haris babama ve câhil anama anlat!.. Onlar da
beni kıskıvrak öyle bir mengene içine almışlar ki haddin varsa gel de kurtul bu
kâbustan!.. Köyün öteki genç kızlarına benimki kadar ağır yük yüklenmedi, büyük
73Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
vazife verilmedi. Demek ki benim bütün bedbahtlığım güzelliğimden geliyor öyle mi?
O halde lanet olsun bu güzelliğe! Ne Viladimir, ne de Halet'in önünde bu güzellik para
etmedi, hiyanete yaradı.
* * *
Zomarin'de Sara ablaya, misafir oldum, beraberce Nasıra'ya, Kefer Kenna'ya,
Karme'e ve Hayfa'ya gittik, gezdik, dolaştık, biraz içim hafifledi. Çok şeyler gördüm ve
istifade ettim.
Zomarîn'e döndüğüm vakit Sara abla bana şunları söyledi:
"Güzel kız kardeşim..'. Kurtuluş günlerimiz yaklaşıyor. Barbar Türkler'in
buralardan ebediyen çekilip gidecekleri gün geliyor. Bütün bu topraklar, bir ülke, bunu
ilerisi, gerisi, ötesi ve daha ötesi hep bizim olacak... Bugünün daha çabuk gelmesi
için, Türkler'in buradan bir an evvel çekilmesi lâzımdır. Kanalı söktüremediler, orada
tutunanındılar, geri geliyorlar. Sizin köyünüz onların geçitleri üzerindedir. Onlar
hakkında elde edilecek en ufak malûmatı günü gününe, saati saatine bize haber
vermeli, babana yardım etmelisin... Sen israil tarihinin parlak sahifelerine, siyonizmin
büyük kahramanı olarak geçeceksin Suzi, göreyim sen."
Bu sözlere bakılırsa; Sara ablanın heyecan ve samimiyetine ve göğüs gerdiği
tehliklere de bakılırsa, boş yere çalışmıyorum ben. Fakat içimteki ifrit beni rahat
bırakmıyor ki: Cezanı çekeceksin Suzi, cezanı....
* * *
Köyde büyük heyecan var. ingilizler adım adım buralara yaklaşıyor, Türkler'de
var kuvvetiyle müdafaaya hazırlanıyorlarmış. Köyümüzün genç, ihtiyar, erkek, kadın
bütün insanları cephe gerilerinde cirit oynuyorlar, geleni, gideni ve bütün gördüklerini
Sara ablaya yetiştiriyorlar. Askerlere kağıt, zarf ve kırtasiye satmak için birliklerin
haremine kadar sokulan ırkdaşlarımız öyle malûmat topluyorlar ki... Fakat bu Türkler
ne kadar saf insanlar!.. Gözleri ileride düşman gözetliyor, halbuki düşman onların
koynunda, haberleri yok. Bu dikkatsizliğin sırrını çözdüm ben... Bu millet gayet asil ve
civanmert. Dayım; bir Türk masalı söylemişti geçen gün: Bir kahvenin kırk yıllık hakkı
olurmuş, Öyleya, bize toprak, bize yurt, bize yuva veren bir millet aleyhine
çalışacağımızı böyle adamların havsalası almıyor, onun için bu kadar lâkayd ve
ihtiyatsızlar!.. Günah kimin? Artık ötesini kafam çözemiyor.
* * *
Moze topladığı malûmatı Sara ablaya yetiştirdi.
Ramle'den gelen bir bölük ve onun başındaki genç zâlim, merhametsiz, hırçın
bir subay "Yafa" şehrini bir günde boşalttı.
14
Bu genç zabitin ırkdaşlarımız hakkında
14
Bu vazife Allah tarafından bana verilmişti. Kimsenin malına, canına, ırzına dokunmadan,
kimseden beş para almaya tenezzül etmeden şehri, aldığım emir mucibince bir günde tahliye
ettirdim. Yahudi kızının hezayanlan beni hedef tutuyor. Halbuki ordu kumandanı ve Bahriye Nazın
Cemal Paşa, şehrin en geç yirmi dört saat içinde boşaltılmasını emretmiş. Bir bölük kumandanı
buna ne yapabilir?
74Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
en ufak bir merhamet hissi beslemediği söyleniyor. Dindaşlarımız lâyikiyle eşya ve
mallarını almağa, vesaid tedarik etmeğe vakit bulmadan öyle hoyratça evlerinden
atılmışlar ki; Ya, bu herifi bizim başımıza da musallat ederlerse o zaman biz ne
yapabiliriz? Bunu düşündükçe üzerime yüklenen vazifenin haklı bir vatan vazifesi
olduğuna inanıyorum.
Bundan başka buraların da tahliyesini emrederlerse biz nereye gidebiliriz.
Geriler tıklım tıklım ve şehirler halkı aç. Bütün bunlar bizi, Türkler'in bütün bu
topraklardan çekilmesi için çalışmağa sevk etmez mi? Bu cihetten şimdi biraz
müsterihim.
* * *
Yukarıdan bir sürü asker geliyor. Mozez; İstanbul'dan ve İzmir'den de taze
kıtalar geldiğini ve hatta Galicya Cephesi'nde harp etmiş, tecrübeli birliklerin de üst
üste yığıldıklarını bildiriyor. Bi'resseb'ya da Türkler yığılmışlar ve dün ingiliz
tayyareleri orasını şiddetle bombardıman etmiş. Bütün bunlar bize, tehlike içinde
olduğumuzu gösteriyor. Fakat civarımızdan geçen Türk kıtalarından en ufak kötü bir
muamele bir hushumet görmedik doğrusu!.. Aksine kibar ve asıl bir millet vesselam!..
Gazze ve El'ariş arasında iki ordu karşılıklı toplanıyor. Ergeç büyük bir
mücadeleye şahid olacağız. Bakalım netice ne olacak. Yafa'yı boşaltan
ırkdaşlarımızdan muhtaç ve kimsesiz on kişiyi köyümüze yerleştirdik, diğer otuz kişilik
kafile Câuna'ya gittiler. Biz onların istirahatlerini ve ihtiyaçlarını temin ettik yaralarına
merhem olduk, teselli buldular. Bunlar için Roçild'in vekili para gönderecek! Onlara ev
yapacağız ve arazi satın alacağız. Köyümüz genişliyor, halkı çoğalıyor. Şu var ki; bir
türlü huzur ve emniyet içinde değiliz. Babam ve bizim köyün büyükleri, taşkın
Siyonistler cezbe halindeler. Türkler buradan çekilecek ve İngilizler buralarını bize
terk edecekler diye!.. Peki ama iki mühim nokta bu cezbe halindeki insanların
gözünden kaçıyor. bunlardan biri: İngilizlerin sözüne inanılır mı? Ülkesinde Güneşin
batmamasiyle iftihar eden bu millet burasını ele geçirirse kolay kolay bize terk eder,
buyurun güle güle oturunuz der mi? Ama biz onlara bütün varlığımızla kavim, kabile
yardım ediyoruz. Erkeklerimiz masum, mert ve erkek Türk ordusunun gerilerinde, her
türlü tehlikeleri göze alarak onlara sıcağı sıcağına haber yetiştiriyor. En hurda
malûmatı topluyor, onlara takdim ediyoruz. Türkler bunu bir sezecek olurlarsa en ufak
ceza: Ölüm! Kız olarak ben, bütün güzelliğimi, aşkımı, istikbalimi, herşeyimi davaya
adadım. Bütün tabii haklarımı büyük David saltanatı hülyasına feda ettim. Acaba
netice yine üç bin yıldır elde edilen neticenin aynı mı olacak? Kim bilir, kendimi bir
sete kaptırmış, gidiyorum, öyle bir gidiş kî belki bunun dönüşü olmayacak...
* * *
Lübnan'daki fırka ile Suriye'de toplanan bütün ihtiyat kuvvetleri ve İstanbul'dan
gelen tekmil İmdat kuvvetleri Gazze'ye doğru ilerliyor. Bizim erkeklerimizde çeşitli
şekillerde, tıbkı dost gibi, zararsız bir unsur gibi peşlerinde!.. Ne saf millet!.. Bizden
bir şey ummuyorlar.
Dün akşam taze ve henüz harbe girmemiş bir alay köyümüzden geçti.
Subayları bir kaç dakika kahveye uğrayıp birer fincan kahve içtiler. Alayın kumandam,
Hürkül gibi bir binbaşı, ne adını, ne de numarasını Öğrenemedik. Sadece ku-
75Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
mandanının İzmirli olduğunu öğrendik. Sara Abla bizden haber bekliyor,
görebildiklerimizi, duyabildiklerimizi saati saatine yetiştiriyoruz.
Top sesleri, acı acı kulaklarımıza geliyor. Uzaklardan akseden bu sesierin
dehşetini ve o toplara hedef olan insanların halini düşündükçe iliklerime kadar titriyor,
ürperiyorum. Bu yetmiyormuş gibi bizim de, bu memleketin sahipleri aleyhine
sarfettiğimiz gayretler vicdanımı eziyor ruhumu öldürüyor ve beni öyle müthiş bir
mânevi işkenceye sokuyorki... Bir ey diyemem, asırlarca dindaşlarımız sürgünden,
sürgüne; firardan, firara; esaretten, esarete; duçar oldular, yollarından dönmediler. Bu
kadar ısrar ve mücadelenin elbette bir manası vardı.
Gazze ile El'ariş arasında müthiş bir muharebenin başladığı haber alınıyor.
Gazzede Alman, Avusturya ve Macaristan topçuları da varmış. Devamlı gök
gürültüleri içinde yaşıyoruz, asabım bozuldu. İngiliz Ordusunun en az iki misli kuvvetli,
silâh ve cephanece çok üstün olduğu söyleniyor. Bütün bunlara, şu gördüğümüz
kuzu gibi sakin insanlar karşı koyacak, hayret!
Geçen gece Elza anlatıyordu: Şu gördüğünüz sakin ve vakur insanlar yok mu,
işte bunlar Asya'nın göbeğinden bir sıçrayışta, Viyana önlerinde soluk alan, denizler
aşan, italya'ya kadar uzanan, Afrika'yı baştan başa feth eden ve bayraklarını yer
yüzünün üç kıtasında dalgalandıran bir millettir. Sükûneti asaletinden ve
müsamahakârlığı azametinden doğuyor. Fakat bu sakin milletin gayzı ve nefreti de o
derecede müthiştir, ihtiyatlı olalım...
İçime müthiş korkular çöküyor, geceleri uyuyamıyorum, gündüzleri bir yerde
duramıyorum. Sara Abla mütemadiyen bize cesaret mesajları gönderiyor. Aron'dan
hergün haberler geliyor. Bütün İsrail oğulları hazır ve ayakta!.. Allah sonunu hayır
eyleye...
* * *
Büyük muharebe patladı. Bizimkiler, Türkler'in bu mithiş kuvvet karşısında
çekilmeğe mecbur olacaklarım söylüyorlar. Arap köylüleri aksini... Civardaki köylerin
Arap kadınları toplanarak zafer neşideleri okuyor ve ellerinde ne varsa cephe
gerilerindeki hastahenelere taşıyorlar. Meyveler, yoğurtlar, desti desti su, yün yataklar,
yorganlar, herşeyi, herşeyi...
* * *
Harbi Türkler kazandı. Bu bir meydan muharebesi idi. ingilizlerin o korkunç
topları, o mükemmel ordusu, dev gibi atlara binmiş süvarileri, er meydanında Türkün
sırtını yere getiremedi ve yüzgeri dönüp gitti. Bizde donup kaldık. Şu koca ingiliz
ordusunu paçavra gibi geri atan, mağlup eden işte o sessiz, sakin, terbiyeli, kuzu gibi
adamlar. İnsanları anlamak ne müşkül!..
Köyümüzün ilerisinde seyyar bir harb hastanesi kuruldu, bütün köylüler yatak
ve yorgan yardımı yaptıkları halde bizden bir çöp bile veren olmadı. Şuna dikkat ettim
ki, onlarda bizden bir şey istemedi. Demek ki tenezzül etmediler, bize inanmadılar.
Başkumandan Cemal Paşa'nm gayet gaddar ve merhametsiz ve üstelik de
yahudilerin düşmanı olduğu söyleniyor. O, Yafa'nın boşaltılması ve Taberiye'deki
76Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
yahudilere yapılan muamele hiç te hoş bir alâmet değil.. Şimdi bir de ingilizlerin bütün
bütün mağlûp olup buralardan çekildiklerini bir düşününüz, o zaman bu adamlardan
biri haydi defolun deyip de bizi palas pandıras buralardan sürerse o zaman vay
halimize!.. O zaman Polonya'daki rutubetli ev, küflü dükkhan, sefil hayat da bizim için
bir hayal olur.
Gelen haberlerden Türkler'in zaferlerinin kat'î ve muazzam olduğunu
öğreniyoruz. Ama köyümüzden geçen yaralı kafileler ve onların başındaki
kumandanlarda hiç de zafer gururu gözükmüyor. Yine eski sakin ve vakur halleri
devam ediyor.
Mozez diyor ki:
"— Siz birinci savaşa bakmayınız bu; İngilizlerin Türkleri bir yoklaması idi.
Noksanlarım bir tamamlasınlar da görünüz, bir hamlede Kudüs ve ondan sonra
soluğu Şam'da alırlar. Belki de İngilizler harbi mahsus kaybettiler, bu da bir plân
olabilir, bizim askerlik işine aklımız ermez, vazifelerimizi yapmağa devam edelim."
Artık baharla yaz arasında bir mevsim yaşıyoruz. Mayıs'da bizim görmediğimiz
alışımadığımız bir yaz, bir sıcak mevsim. Ekinler oldu, biçiyorlar. Meyveler, bademler,
üzümler kemale geliyor. Fakat bütün bu nimetlerin zevkini sürecek huzurdan
mahrumuz. Bir yanda top gürültüleri, bir yanda binlerce yaralının geçit resmi ve
görmediğimiz binlerce insanın ölümü ve kulaklarımız tıkadığımız ahu figanlar ve bizim
bunlarakarşı lâkaydımız hissizliğimiz ve nankörlüğümüz.
Belki bir gün gelecek bu yazıları okuyanlar diyecekler ki: Bir insan hakikatleri
bu kadar berrak bir şekilde görür, aleyhinde çalıştığı milletin alicenablığını ve
mertliğini gözleriyle bizzat müşahade eder de, nasıl olur da tabiatın ve vicdanının ters
istikametinde yürümeğe devam eder? Bu istifhamı ben çözemedim, benden
sonrakiler de çözemeyecek, geriye kalan sadece şu cümle:
Büyük ve uçsuz bucaksız İsrail devletî: Hududları Nil'den Fırat'a kadar
uzanan muhteşem imparatorluğumuz!...
15
Kimbilir, belki...
* * *
İki gündür ortalık yeniden sarsıldı. 1917 Mayıs ayına böyle sarsıla, sarsık
geldik. Top sesleri şiddetlendi yeni bir harb başladı. Öylesine şiddetli, öylesine
şiddetli, öylesine müthiş bir harb ki!.. Şiddetini buralardan duyuyor, dehşetini
buralardan hissediyoruz. Kıyasıya bir doğuş. Köyümüzden ve civardan geçen
yardımcı askerlerin gidişatına, çatılmış kaşlarına, insanda hayret uyandıran soğuk
kanlılıklarına bakıyorum da bunu tıpkı büyük fırtınalara takaddüm eden sessizliğe
benzetiyorum. Top sesleri bütün hıncıyla, bütün gürültüsü ile tepemizden patlıyor
gibi... Bunun karşısında insanlar nasıl dayanıyorlar, zor şey doğrusu. İşin fenası bizim
işlediğimiz çifte cinayetler değil mi?
15
Nilden-Fırat'a?
77Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Gelen haberler karışık, kimisi Türkler'in, kimisi de İngilizler'in harbi kazandığını
söylüyor. Anlaşılan henüz kat'î bir netice alınmamış.
Fakat gece yarısı köye gelen Kempinski acı bir haber getirdi. Türkler kafi bir
zafer daha kazanmış ve ingilizleri bozguna uğratmışlar!.. Arap köylüleri de böyle
söylüyorlar, top seslerinin azaldığı ve Türklerin yerinde kaldıklarına göre bu haber
doğru... Ne karanlık bir hayat, ne karanlık!...
Mozez bir vecize daha yumurtladı: Son gülen tam gülermiş... Ya son ağlayan,
bundan hiç bahsetmedi, galiba son ağlayış bir ölüm feryadı, bir matem ağlayışı
olacak!.. Ama kimin?!... O daha belli değil...
* * *
Türkler üst üste iki büyük meydan muharebesi kazandılar.Avrupalı müttefikleri
diğer cephelerde böyle zaferler kazanırlarsa ve büyük İngiltere ile müttefikleri harbi
kaybederse o zaman binlerce yıl süren intizarlar, ümitlere, hayallere, hülyalara
ebediyen veda etmiş olacağız. Ne korkunç bir vaziyet!..
Ortalık sıcaktan cayır cayır yanıyor. Bu gece bir İngiliz sihirli silahı bütün
Gazze ovasını korkunç bir dehşete boğdu. Kurşun işlemez, dere, tepe dinlemez bir
motor. Türk siperlerini çiğneyecek ortalığa korku saça çakmış...
16
Türkler bunun
karşısında acze düşecek korkudan teslim olacak zannediyorduk. Bir de ne işitelim:
Bu korkunç motor, tam bir Türk siperinin üzerine geldiği zaman, Türk topçusunun bir
tek mermisiyle param parça edilmez mi? Hayret... Gecelerin zifiri karanlığında, göz
gözü görmezken bu Türk topçusunun bu muvaffakiyeti ne ile izah edilebilir. Şimdi bu
aleti ellerine geçiren Türkler muhakkak ki; onun sırrrını çözecek ve benzerini mutlaka
yapacaklar, buda ayrı bir facia!..
Bu facialarla, hayallerle, kanla, ümitle, dikenle dolu yollarda, bu mânevi
bataklıklarda biz daha ne zamana kadar yürüyeceğiz. Yoksa bu yol bizi cehenneme
mi, yahud uçsuz, bucaksız uçrumlara mı götürecek. Hiç birşey bilmiyorum, hiç
birşey...
Bugün yeni ve hepsinden müthiş bir kara haber!.. Sara Ablayı Türkler
yakalamışlar. Şu, hiç bir şeyden habersiz gibi görünen, sakin yüzlerinde ve masum
simalarınada hangi manaların gizli olduğunu bilinmeyen Türkler!.. Moze diyor ki: Sara
Ablayı öyle döğmüşler, öyle işkenceler yapmışlar ki kadının bunlara nasıl tahammül
ettiğine şaşmamak mümkün değil! Türkler zavallıyı çini çıplak ederek vücûdunu
kamçı darbeleriyle delik deşik etmişler ve sonunda zavallı tabancasiyle intihar ederek
bu işkenceden kendisini kurtarmıştır.
17
Zamarin'de aziz ırkdaşlanmız Josef Tobin ile Naman Bolkent de yakayı ele
vermişler, akıbetleri kötü. Safed'de bir çok ırkdaşımız yakalanarak ordu karargâhına
sevk edilmişler. Demek ki, uyur gezer gibi zannettiğimiz bu insanlar hiç de o kadar
lâkayd ve uykuda insanlar değilmişler!..
16
Tanktan bahsediyor
17
Dayak ve işkence katiyyen yalan ve yahudi uydurmasıdır. Korkunç casus kadın Şahab
Vadisine kendisini atmak suretiyle intihar etmiştir.
78Cevat Rıfat Atilhan – Yahudi Casusu Suzy Liberman
Bu haberleri aldıktan ve manasız konferansları dinledikten sonra kendi halimi
bir düşünüyorum ve iliklerime kadar titriyorum. Korkuyorum. İşlediğimiz cinayetler
meydanda, birgün bizi el ense ederlerse kendimi nasıl müdafaa edebilirim. Hangi
meşru sebep, hangi mâkul mukadderat beni Sara Abla'nın âkibetinden kurtarır.
Siyonizm ve büyük İsrail ve David saltanatı heyhat! Heyhat!
Bu uğurda binlerce senedir, kaç bin kurban verdik, kaç bin felâkete katlandık.
Asırlar boyu iklimden iklime diyardan diyara sürüldük, itildik, kakıldık. İnsanların nefret
ve kinlerini üzerimize topladık. Firarlar, sürgünler, pogramlar bizim günlük hayatımız
oldu. Hiç birşey bizi yolumuzdan alıkoymadı. Hiç bir ders bize kâr etmedi. Musibetler,
facialar, felâketler, hakaretler bizi adam etmedi. İçime fena hisler doluyor. Anamın ve
hele babamın tazyiki, hahamların telkini, talmut... Bütün bunlar irademi öldürdü. Bir
saman çöpü gibi kendimi akıntıya kaptırmış gidiyorum. Viladimir'in aşkı öldü. Halet
yüzüme bile bakmadı.
Adnan kibar, asil ve zarif çocuk!.. O kadar da saf ve temiz. Ben onu bütün
kalbimle seviyorum o da beni seviyor. Şu mutaassıp, kaba, ruhsuz insanlar olmasa
ben bu çocukla evlenir ve Dünya'mn en mes'ud insanı olabilirdim.
Öyle korkunç ve kirli bir aşk içindeyim ki; ruhumla hissim birbirine zıd hisler ve
hareketler halinde... Bir insan bütün kalbiyle sevdiği, güzel, yakışıklı, asil bir gencin
ve onun mensup olduğu cemiyetin canına kasdeder mi?
Şuna inanıyorum ki; Adnan bu saf güzel delikanlı beni samimiyetle seviyor. O,
hiç ötekilere benzemiyor. Mahcup ve görgülü bir insan!.. Onun uzun parmaklı beaz,
yumuşak elleri vücudumda dolaşırken bir yandan içim titriyor bir yandan da
cehennem zebanisi gibi arkamda, kapkara, kop korkunç birer heyulanın bulunduğunu
düşünüyor, bu defa da korkudan titriyorum. Hakikatte ve görünüşte iki yüzlü bir oyun
oynamaktayım. İçime sorsalar ve onu okuyabilseler orada saf ve masum bir aşk
görülür. Bu tezatlardan ben değil benim kötü talihim ve o nisbette kötü ruhlu olan
babam ve anam mes'uldürler. Beni onlar bu uçuruma sürüklüyorlar. Ne aşkım, ne
güzelliğim, ne gençliğim bu kayışa firen olamıyor ve ben hangi korkunç akibete
yuvarlandığımı tam manasiyle hissediyorum. Bu bir hiss-i kablelvuku!.. Ve içimdeki o
korkunç ses haykırıyor:
“- Suzy! Cezanı çekeceksin! Aşklarınla, hiyanetlerinle birlikte
gömüleceksin!..”
* * *
Evet aziz okuyucu, bu genç yahudi casusu, bu güzel kız, henüz tazeliğinin
sihrini muhafaza eden dolgun göğsüne dokuz kurşun yedi ve ve bu facia perdesi
Öyle kapandı...
79
Kaydol:
Yorumlar (Atom)

